Hayatından bezmiş evli bir imam ve eşinin çocuğu olmamaktadır. Bu durum imamı çok sinirlendirmektedir. Bir gün eşi amcasının hastalığı üzerine köyüne gider. O akşamimamın evine garip bir adam gelir. o...
O son cümlenin tamamen büyük harflerle yazılmış olması, sanki Avcı’ya söylenmiş gibiydi. Tam da köftecide, arkadaşlarının kendisine ‘’derviş gibisin ‘’ dedikleri günde bu dörtlüğün karşısına çıkması tesadüf olamazdı. Avcı tesadüfle tevafuk arasındaki farkı çok iyi biliyordu. O anda kendinden, yaptığı işten, eşinden, annesinden, babasından, cemaatinden, herkesten ve her şeyden o kadar utandı ki gözlerinden yaşlar sicim gibi akmaya başladı. Bir önceki gün fark ettiği kibrine bu gün daha neler neler eklenmişti! Kendisine emanet olan kimsesiz eşine el kaldırmıştı. O ki; hem öksüz hem de yetimdi. Avcı hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Allah’ın emanetine nasıl da kötü davranmıştı! Yıldız korkuyla uyandı. ‘’Ne oldu eşim? Neden ağlıyorsun yoksa gerçekten annene mi bir şey oldu? ‘’ dedi. ‘’Ben sana kötü davrandım Yıldız. Hadi sen de bana vur, söv, ödeşelim. Ödeşelim ki beni affet, Allah da beni affetsin. ‘’ dedi hıçkırıklarının arasında. ‘’O nasıl söz eşim? Benim hiç sana elim kalkar mı? Kimseye kalkmaz. Sövemem de. Üzülme sakın, sana gönül koymadım. Dün biraz soğuk su içmiştim, o yüzden hastalandım. Ne olur üzülme! ‘’ dedi. Avcı daha da çok ağladı. Yıldız; dövene elsiz, sövene dilsiz ve gönülsüzdü. ‘’ Oysa kendisinin öyle olması gerekiyordu. Yıldız; o evlendiklerinden beri azarladığı, arada tokatlayıp hayatı zehir ettiği, kimsesiz büyümüş, zavallı, biçare Yıldız… O yalnızlığıyla, yine de bir ermiş gibi davranabilmiş, kendisine hakim olmuştu. Bunca acıya rağmen doğru davranmayı becerebilmişti. Ya kendisi? Çocukluğundan beri maddi durumları iyiydi. Annesiyle, babasıyla birlikte büyümüştü. Ama yine de, mesleğine rağmen yanlışları çoktu. Ağlamak onu garip bir şekilde rahatlatmıştı. Avcı, aslına bakılırsa, en son ne zaman ağladığını bile hatırlayamıyordu. Babası öldüğünde bile ağlamamış, donup kalmış, sessizleşmişti. Sarmaş dolaş uyudular. Avcı uykuya dalarken hala içten içe ağlıyordu. O gün Avcı ilk kez ezan okuyamadı, çünkü uyanamadı. Saati kurmayı unutmuşlardı. Yıldız ezan sesiyle uyandı. Telaşla Avcı’yı uyandırdı. Bir yandan da Avcı kendisine kızacak diye telaşlanmıştı. Ama kızmadı Avcı. Hatta Yıldız: ‘’Bekir’in sesine benziyor. ‘’ dediğinde bile kızmadı. ‘’Gerçekten Bekir gibi. Ben bir gidip bakayım. ‘’ Yıldız kolundan tuttu. ‘’Gitme. ‘’ Avcı şaşırarak baktı karısına. Daha önce, evle ilgili şeyler haricinde, kendisinden bir şey istediğini hiç duymamıştı. ‘’Ayıp olur şimdi. ‘’ dedi. Camiye vardığında, Bekir kendisini gülümseyerek karşıladı. ‘’Yıldız iyi mi? Keşke gelmeseydin, ben idare ediyordum. ‘’ ‘’Sağ ol kardeş. Çok kötüydü bizim hanım ama şimdi daha iyi. O yüzden uyuyakalmışız. ‘’ dedi özür dilercesine. Namazı kıldırıp eve döndü. Yıldız kahvaltıyı hazırlamamıştı. Evlendiklerinde aldıkları siyah dantel gecelik takım vardı üzerinde. Sabahlık, belindeki kalın saten kumaşla sıkı sıkı bağlanmış da olsa, geceliği daha önceden Yıldız’ın üzerinde görmüş olan Avcı heyecanlandı. Yıldız evlendiğinden beri bunu giymiyordu. Sabah sabah giydiğine göre, bu açık bir davetti. Avcı’daki değişimi gören Yıldız mahcup bakışlarını yere indirirken: ‘’Kahvaltıyı daha sonra yaparız. ‘’ diye düşündüm. ‘’Ama eğer istersen… ‘’ ‘’Şu an tek istediğim sensin. ‘’ dedi Avcı. Yavaşça saten kuşağın ucunu çekti. Kuşak; kendisiyle Yıldız’ın istekleriyle uyumlu gibi usulca çözülüp kayarak yere düştü. Önü açılan sabahlık, şu anda odadaki en gereksiz şey gibi görünüyordu. Avcı ellerini Yıldız’ın omuzlarına koyarak baş parmağıyla sabahlığı arkaya doğru sıyırdı. Yaprak gibi titreyen karısı, başını hafifçe arkaya attı. Gümrah saçlarının arasından bembeyaz boynundaki minik beni göründü. Avcı şimdiye kadar hep tecavüz eder gibi sevişmişti Yıldız’la. Onun duygularını hiçbir zaman önemsememişti. Ama şimdi farklı olsun istiyordu. Kişiliğindeki hoyratlık nasıl bir parça yumuşadıysa, sevişmeleri de daha yumuşak daha farklı olsun istiyordu. Yıldız’ı beninden öperken sabahlığını da yavaşça çıkarttı. Genç kadının hızlanan nefesleri onu hem şaşırtıyor hem de heyecanlandırıyordu. Sanki bu ilk geceleriydi. Boynunu, gerdanını usul usul öpmesinin kadının hoşuna gittiğini fark edince, bunu biraz uzattı. Yıldız’ın vücudundan güçlü bir leylak kokusu geliyordu. Saçları da hafif nemliydi. Kendisinden sonra banyoya girmişti demek. Avcı için hazırlanmıştı. Avcı daha çok arzu duydu ona karşı. İki eliyle belinden tutup havaya kaldırıp öptü dudaklarından. Yıldız’ın uzun ve beyaz bacakları, dar kalçası, dantel, kısa geceliğin altından belli oluyordu. Daha fazla dayanacak gücü kalmamıştı. Birlikte yatağa düştüler. Avcı hoyrat davranmadı bu sefer. İlk defa, ikisinin de birlikte katıldığı bir sevişmeydi bu. Bittiğinde sarılarak uyuyakaldılar. Hiç konuşmadılar. Sözcükler yetersizdi o anda. Avcı başka bir dünyada yaşar gibiydi. Rüya gördüyse bile hatırlamıyordu. Yıldız yanağını öperek uyandırdı: ‘’Uyan sevgilim. Kahvaltı vakti. ‘’ dedi. Neşeyle kalktı Avcı. Saat 10.30 gibiydi. Ne güzel uyumuşlardı. Yıldız masayı donatmıştı. Bir de pankek yapmıştı. Yanında gül, turunç ve çilek reçeli vardı. Bal ve kaymak da vardı. ‘’Beni böyle beslemeye devam edersen evden çıkamayız. ‘’ dedi Avcı. Yıldız mor basmadan bir elbise giyiyordu. Yıkanmaktan solmuştu. ‘’O zaman çabuk kahvaltı edelim, işimiz var. ‘’ dedi Avcı. Yıldız, Avcı’nın sevişmekten bahsettiğini düşünüp kızardı. Avcı, çay doldururken onu izliyordu. Yıldız gümrah siyah saçlarını güzel bir topuz yapmıştı. Onu ilk kez böyle görüyordu. Kendi kendine gülümsüyordu. ‘’İyiyiz, değil mi Yıldız? ‘’ dedi. Yıldız şaşırdı. ‘’Tabii ki iyiyiz, ne oldu ki? ‘’ dedi. ‘’Bundan sonra bambaşka bir Avcı olacağım. Çocuk konusunu da düşünme. Olmazsa olmasın. Biz bize yeteriz. Vardır Rabbi’min bir bildiği. ‘’ dedi. Yıldız gülümsedi. ‘’Gerçekten mi? ‘’ dedi. Avcı onun saçını okşayarak: ‘’Gerçekten. ‘’ dedi. Kahvaltı masasını toplayan Yıldız kahve yapmaya kalkınca Avcı onu durdurdu. ‘’Bırak şimdi kahveyi, hazırlan. Yeni aldıklarımdan giy. ‘’ dedi. ‘’Nereye gidiyoruz? ‘’ ‘’Sürpriz. Hadi çabuk ol. ‘’ dedi. Birazdan Yıldız etek ve gömleğinin üzerine giydiği mantosuyla kapıda göründü. Avcı beğeniyle baktı eşine. Başında somon rengi ağırlıkta bir örtü vardı ki; yeşil gözlerini ortaya çıkartıyordu. Tam örtüsünü değiştirmesini söyleyecekti ki, genç kadının neşesini bozmak istemedi. Hala suçluluk duyuyordu zaten. Kolkola çıktılar dışarıya. İlk kez… Nikahta bile koluna girmemişti Yıldız’ın. Dolphin geldiğinde kendisini ne denli haklı ve iyi bir koca olarak görüyordu. Peki şimdi Yıldız’ın ilk kez adıyla müsemma gözlerine ne demeliydi? Gözleri bir çift yıldız gibi ışıldıyordu. İlk kez kendisini sevgilim diyerek uyandırmıştı. ‘’Nereye gidiyoruz? ‘’ diye kendisine bakarak cıvıldarken nasıl da mutlu ve güzel görünüyordu! ‘’Sürpriz dedim ya! ‘’ dedi. Sonra dolmuşa bindiler. Vahşi bir avcı gibi, tek kişilik bir koltuğa oturan Yıldız’ı ablukaya aldı. Sanki ayakta duranlardan birisi bu nazik ve nadide çiçeği kopartıvermeye kalkacak gibi koruyordu karısını. Güçlü kollarıyla iki yandan koltuğu kavrarken, üzerine doğru da eğilmişti. Durakta indiklerinde, Yıldız şaşkın gibi çevresine bakınıyordu. ‘’Eşim, nasıl büyük binalar var. ‘’ dedi. ‘’İlk kez mi gördün kız? ‘’ dedi keyifle Avcı. ‘’Ben hiç köyden çıkmadım ki! İşte şimdi seninle geldim. ‘’ dedi Yıldız. Avcı utandı yine. Karısını hiç gezdirmemişti. Elinden tutup çekti. ‘’Gel bak şimdi neler göreceksin. Burası avm, yani alışveriş merkezi. İçinde bir sürü dükkan var. ‘’ Yıldız yürüyen merdivenleri görünce korktu. Binerken epey zorlandı ama çabuk öğrendi. İkinci kata çıkarken hiç korkmadı. Asansörü de ilk kez görüyordu. Öğretmek için ona da bindirdi Avcı. Yıldız öylesine büyük bir merakla inceliyordu ki çevresini, Avcı’nın hoşuna gidiyordu. ‘’Niye aptal bir karım olsun ki? ‘’ diye düşündü. ‘’ Ben de ilim sahibi bir adam değil miyim? Eşim de bilgili olsun varsın. ‘’ ‘’İyi ki getirdin beni buraya eşim. ‘’ dedi Yıldız gülerek. ‘’Niye getirdim seni buraya biliyor musun Yıldız? ‘’ dedi Avcı. O an kendisini bir görebilseydi! Harika bir adam gibi görünüyordu. ‘’Neden? ‘’ ‘’Evlendiğimizden beri hiç alış veriş yapmadın. Bu benim ayıbım. Ne istiyorsan al şimdi. ‘’ Yıldız kızardı. İnatla başını salladı olumsuz anlamda. ‘’Olur mu eşim! Her şeyim var çok şükür. Hem sen aldın ya geçenlerde. ‘’O başka. Onları ben aldım. Ben senin gönlünce, zevkine göre bir şeyler almanı istiyorum. ‘’ dedi Avcı. Yıldız şaşırdı. Avcı, genel olarak çok cimri bir adamdı. ‘’Ev alıyoruz eşim. Gereksiz bu. ‘’ dedi. ‘’Çok şükür param… Paramız var. Vadelideki bizim güvencemiz. Diğerini niye harcamayalım? Bu gün ölsek ne olacak o para? Kocanın sözünü dinlemek farzdır. Karşı gelme bana. ‘’ Sonrasında Yıldız gönlünce alışveriş yaptı. Her yeter dediğinde, Avcı alması için ısrar ediyordu. Yıldız pastel tonları ama en çok ekru, krem, beyaz gibi açık renkleri seviyordu. Kazaklar, tişörtler, etekler ve elbiseler aldılar. Avcı’nın ısrarıyla girdiği bir ayakkabıcıda, Yıldız eşini şaşırtarak bir spor ayakkabısı bile aldı. Yine Avcı’nın ısrarıyla girdikleri bir iç çamaşırı mağazasından da Yıldız’ın zevkine uygun takımlar aldılar. Avcı, köyde büyüyen bu genç kadının zarif zevkine hayran oluyordu. Yıldız’ın bir şey söylemek istediğini ama sustuğunu fark etti. ‘’Ne istiyorsun söyle? ‘’ dedi. ‘’Şey eşim, eğer paramız bitmediyse bir tane pantolon alabilir miyim? ‘’ Avcı şaşırdı. Vaazları sırasında: ‘’Karısına, kızına pantolon giydiren deyyustur. ‘’ diyen bir imam olarak bocaladı. Yıldız onun yüzünden, anladı: ‘’Tamam eşim boş ver, istemiyorum. ‘’ dedi. Boynunu bile bükmemiş, olanı kabullenmişti. Onun bu kaprissiz asil haline hayran oldu Avcı. ‘’Paramız var Yıldız ama seni hiç öyle bir kadın olarak düşünemedim. Şaşırdım bir an. ‘’ dedi. ‘’Nasıl bir kadın? ‘’ dedi Yıldız. ‘’Yani orasını burasını kıstırmak… Ne bileyim. ‘’ ‘’Yanlış anladın eşim. Ben evde giymek için istedim. Elbiseden bacaklarım üşüyor. Pijama da pek şık durmuyor ama senin gönlün yoksa almayız olur biter. ‘’ dedi. Bocalayan Avcı bir an düşündü: ‘’Nasıl olsa evde giyecek. ‘’ dedi. ‘’Niye almayacakmışız? Madem evde giyeceksin. Hadi gel şuraya bakalım. ‘’ Dükkandan çıkarken artık Yıldız’ın bir tane siyah kadife, bir tane açık mavi Jean, bir tane de yünlü ekoseli olmak üzere 3 tane pantolonu vardı. Elleri, kolları poşetlerle dolmuştu. Yıldız, kendisine de bir şeyler alması için ısrar etmişti ama Avcı onun mutluluğuna odaklanmıştı o gün. ‘’Ben acıktım, döner yiyelim mi? ‘’ dedi. ‘’O ne? ‘’ dedi Yıldız. Avcı karısına güzel bir İskender ısmarladı. Yıldız ömründe ilk kez iskender yiyordu. Avcı hem üzülmüştü hem de çok mutluydu. Bankadaki para hafiflememişti bile. Avcı şimdiye kadar devamlı biriktirmiş, köyden gelenleri, maaşını, birbiri üzerine yığmıştı da yığmıştı. Yıldız çok mutluydu. Yemeğin üzerine birer porsiyon da künefe yediler. Saatine bakan Avcı dönüşte bir taksi durdurdu. Öğle namazına ancak yetişebilirdi. Yıldız’ı eve bırakıp camiye koştu. İçinde, ne olduğunu bilmediği bir coşku, bir mutluluk vardı. İlk defa namaz sonrasında verdiği vaazdan zevk aldı. Cemaate eşlerine nasıl davranmaları gerektiğini anlattı. Arada onlara sürprizler yapmalarının iyi olacağını söyledi. Aile huzurunun, eşler arasındaki uyumdan, sevgiden geçtiğini örneklerle tarif etti. Cemaat ilk defa bu kadar sessiz ve dikkatli dinledi onu. Herkes dağılırken birkaç kişi kalmıştı her zamanki gibi. Hilmi usulca yanına yaklaştı. ‘’Bu gün sende bir haller var. ‘’ dedi. Yine her zamanki gibi sulu ve teklifsizdi ama bu sefer sinirlenmedi Avcı. ‘’Ne gibi? ‘’ dedi. ‘’Ne bileyim, o asla gülmez yüzün güler olmuş. Yoksa yenge gebe mi? ‘’ dedi. Avcı başka zaman olsa kızardı ama sinirlenmek yerine gülümsedi. ‘’Diyelim ki ömür boyu çocuğum olmayacak, hiç gülmeyecek miyim? ‘’ dedi. Hilmi, karışan kafasını düzeltmek ister gibi tek elini başına götürdü. ‘’Olur mu öyle şey? Tabii ki güleceksin. ‘’ dedi. Sonra biraz durakladı. ‘’Biliyor musun; abimin de çocuğu yok. 15 yıllık evli. İki ay önce bir bebek evlat edindiler. ‘’ dedi. Yüzünde utanmış gibi bir ifade vardı. Kısık bir sesle ve çekingen konuşmuştu. Avcı güldü: ‘’Abin ne hayırlı bir iş yapmış! Kimsesiz bir çocuğa kol kanat germiş. ‘’ dedi. Sonra; acaba ben yapabilir miydim bunu, diye düşündü. İnsan olmak garip bir şeydi. Birisinin gönülden isteyerek yaptığı bir iş bir başkasına çok zor gelebiliyordu. ‘’Acaba ben yapabilir miyim? ‘’ diye düşündü. Annesi ne derdi? Ya da köylüler… Ya cemaat? Dölsüz diye düşünürlerdi muhtemelen arkasından. Hatta yüzüne bile bir şeyler söyleyebilecek kadar arsızları da yok değildi. Yine de bu konuyu Yıldız’la konuşmaya karar verdi. Sonra düşündü: Birkaç gün öncesine kadar, Yıldız’ın ne düşündüğü ne istediği o kadar da önemli değildi onun için. Evdeki karar mercii kendisiydi. Yıldız’ı önemsiyor olmaktan rahatsız mıydı? Hayır, değildi. Fakat bu değişiklik kendisini şaşırtıyordu. Bir bebek aldıkları takdirde, Yıldız’ın ona gerçek bir anne şefkatiyle bakacağına emindi. Peki kendisi babalık yapabilecek miydi? Soyu sopu belli olmayan bir çocuğa, kendisinin çocuğu gibi sıcaklık hissedebilecek miydi? Hilmi’yle vedalaşıp evine doğru ilerledi. Çocuksu bir sevinç vardı içinde. Yıldız mutlu olunca çok daha güzelleşmişti. Eskiden bir robot gibiydi. İstediği her şeyi yapan ama ruhu olmayan bir kadındı. Sadece bir gün ona iyi davranmıştı oysa. Aralarındaki her şey nasıl da değişivermişti. Anahtarını çıkartmak için elini cebine attığında sert bir şeye dokundu. Çıkarıp bakınca beyaz kağıttan bir şeker külahı olduğunu gördü. Birkaç gün önce bir mevlitten getirip vermişlerdi. ‘’İnşallah içinde kırmızı akide vardır! ‘’ diye düşünerek gülümsedi. Yıldız, Avcı anahtarı kilde sokmadan kapıyı açtı. Gülümsüyordu. Başında örtü yoktu. Uzun dalgalı saçlarını başının tepesinde toplamış, uzun beyaz boynunu açıkta bırakmıştı. ‘’Nereden anladın geldiğimi? ‘’ dedi külahı uzatırken. ‘’Ayak sesinden tanıyorum seni. ‘’ dedi Yıldız. Avcı gururlandı. Seviliyordu.Sevilmek, hele de Yıldız gibi bir inci tanesi tarafından sevilmek ne kadar güzeldi! ‘’Bu ne eşim? ‘’ dedi o inci tanesi heyecanla. ‘’Evvelki gün mevlit vardı. ‘’ dedi. Yıldız sevinerek aldı. Şeker için bu kadar sevinmesi ne güzeldi. Çıtır çıtır yanan sobanın ısıttığı odaya girdiler. Paltosunu çıkartan Avcı otururken Yıldız da külahı açıp masanın üzerine yaydı. İçinde 2 tane kırmızı, 1 yeşil, 1 sarı akide, 7-8 tane nane şekeri ve 5 tane de lokum vardı. ‘’Çay koydum, içeriz değil mi? ‘’ dedi karısı. Avcı ona sevgiyle bakarak olumlu anlamda başını salladı. Kızaran Yıldız hemen mutfağa koşup iki bardak çayla geri döndü. Kırmızı akidelerden birisini Avcı’nın tabağına yanında lokumlarla koyup uzattı. Avcı kırmızı akideyi onun tabağına geri koydu. ‘’Sen kırmızıları seversin, bana öbüründen ver. ‘’ dedi. İkindi namazına kadar karısıyla sohbet etti. Hiç bu kadar uzun konuşmamışlardı. Avcı şaşırıyordu. Farklı bir aleme geçmiş gibiydi. Öyle zannediyordu ki; dünyası aydınlanmış ve bir daha kararmayacak. Camiye giderken bile ondan ayrılmak istemiyordu. Vaazları kısa tutuyor, birisi saçma sapan sorularla sohbeti uzatınca sinirleniyordu. Yıldız’la yemek yemeleri bile eğlenceli hale gelmeye başlamıştı. Bir yandan yemek yiyor bir yandan da yeni evlerini konuşuyorlardı. Ev tamamlanınca Avcı da oraya yakın bir yere tayinini istemeyi düşünüyordu. Planlar kuruyor, neşeleniyorlardı. Bir gün Yıldız yemek masasında sessizleşti. Bu hali Avcı’nın gözünden kaçmamıştı. ‘’Neyin var? ‘’ dedi. Yıldız bir durakladı. Konuşacak gibi oldu, sonra sustu. ‘’Söylesene ne oldu? ‘’ dedi Avcı meraklanarak. ‘’Seninle hiç konuşmadık ama sen karşısındır. Vazgeçtim. ‘’ dedi. Avcı daha çok meraklandı. Yıldız’ın söylemeye çekindiği şey ne olabilirdi ki? ‘’Söyle işte. Karşıysam karşıyım derim. ‘’ dedi. Yıldız gülümsedi. ‘’Bazı hoş olmayan şeyler var biliyorum ama bazı yararlı şeyler de oluyor. Nihayetinde ne izleyeceğimizi biz seçebiliriz. Bir televizyon alsak mı acaba? ‘’ dedi. Avcı şaşırmıştı. Televizyon annesinin evinde vardı ama Avcı çalışmaya başladıktan sonra hiç düşünmemişti televizyon almayı. Ama Yıldız’ın bu isteğine de şaşırmıştı açıkçası. ‘’Alalım alalım da… Yararlı ne olur ki televizyonda? ‘’ dedi. Yıldız önüne bakarak: ‘’Dışarıdan liseyi bitirmek için dersler veriliyormuş. Sonra haberler de var. ‘’ dedi. Avcı ağzının açık kaldığını fark edip ağzını kapattı. Duyduğu şeyi bir an idrak edememişti. ‘’Lise bitirme mi? ‘’ dedi. ‘’Kim, sen mi bitireceksin liseyi? ‘’ ‘’Evet eşim. Ev işlerini aksatmam. Öğleye kadar işlerimi bitiriyorum zaten. Çok boş zamanım oluyor. Eğer sen de kabul edersen… ‘’ Avcı sinirle çatalını masaya attı. ‘’Etmem. Hem nereden duydun sen bu dersleri? ‘’ dedi. Yıldız sarardı. ‘’Etmezsen tamam, çatal atmana gerek yok. ‘’ dedi. Avcı bozuldu. Günlerdir iyi giden ortamı bozmayı istemiyordu ama sinirlenmişti de. ‘’Nereden biliyorsun sen dersleri? ‘’ dedi tekrar. Yıldız öyle pek evden çıkmazdı. Kimi görecekti de ona bu akılları verecekti? Arada bir cemaatten birilerinin mevlütlerine gittiği olurdu ama onlar da bu tür şeylerle uğraşan insanlar değillerdi. ‘’Karşıda oturan Elif Hanım söyledi. ‘’ dedi Yıldız önüne bakarak. Avcı’nın gözleri irileşti. ‘’Sen nerede gördün ki onu? ‘’ dedi. ‘’Getirdiği yemek kaplarını götürmüştüm. İçeriye kahve içmeye davet etti. Orada sohbette söyledi.’’ Avcı sinirlenerek ayağa fırladı. Yüzü kıpkırmızı olmuştu ve camı pencereyi indirmek istiyordu. Kapları görürmüş, bir de evine girmiş. Buna nasıl cesaret etmişti Yıldız acaba? ‘’Ben sana kaç kez o kadından hoşlanmadığımı söylemedim mi? Sen gidip evine giriyorsun. Kızacağımı bile bile hem de… Bu ne rahatlık Yıldız! ‘’ ‘’Sinirlenme eşim. Ben hastayken bana bakması için onu evde bırakmıştın. Ayrıca ben köydeyken sana devamlı yemek getirmiş. Görüntüsüne bakma, senin gibi değil diye kötü olduğunu düşünme. Çok iyi bir kadın. Hayvanlara bakıyor, yaşlılara yardım ediyor. ‘’ dedi Yıldız. ‘’İyiymiş. Kısacık bir sürede ne kadar da malumat sahibi olmuşsun hakkında(!) Açık saçık geziyor, millete kendini sergiliyor. Açtırma ağzımı şimdi. ‘’ ‘’Bizi ilgilendirmez eşim. Herkes bizim gibi… ‘’ Avcı elini sallayarak: ‘’Kes kes! Bu herkesin kendi düşüncesi martavalları da yeni çıktı. O zaman bırakalım herkes ahlaksızlık içinde yaşasın. Biz neciyiz o zaman? ‘’ Yıldız bir şey söyleyecek gibi oldu ama sustu. ‘’Söylesene. ‘’ dedi Avcı. Sesi bağırmak gibi olmasa da, biraz yüksek çıkıyordu. ‘’Gerek yok. Sinirleniyorsun. Senin gibi düşünmeyince kızıyorsun hemen. ‘’ dedi genç kadın. ‘’Söyle söyle, kızmayacağım. ‘’ dedi Avcı ayakta dikilmeye devam ederek. Ama Yıldız doğru söylüyordu; Avcı’nın, hiçbir zaman kendisinden farklı düşünen birilerine tahammülü olmamıştı. ‘’Kimse seni dünyadaki insanları kontrol etmen için görevlendirmedi. Peygamberlerin bile böyle bir görevi yok. ‘’ dedi Yıldız sakin bir sesle. ‘’Nasıl yok? Ne peki görevleri? ‘’ dedi genç adam şaşkın şaşkın. ‘’Tebliğ. ‘’ dedi Yıldız. ‘’Gerisi zorlamayla olmaz. Düşünsene eşim; o da bizi yolda tutup ben sizin şu halinizi beğenmiyorum, şöyle yapın böyle yapın dese… Hoşumuza gider mi? ‘’ ‘’İyi de biz Allah’ın emirlerine uyuyoruz. ‘’ dedi Avcı. ‘’Ben onun adına bir şey söylemek istemiyorum ama belki başka bir inancı vardır. Ya da dinin emirlerine uymayan bir müslüman da olabilir. Ama dinimizde yargılamak ve zorbalık yapmak yok. Bunu en iyi sen bilirsin. ‘’ dedi Yıldız yumuşak bir tonda. ‘’Orası öyle tamam da… Ama yaptıklarını hoş görmek zorunda da değilim. ‘’ ‘’Değilsin tabii eşim ama bunu belli etmek? İşte o senin zaafın. Yargılıyoruz. Bu yanlış değil mi? Ben senin günaha girmeni istemiyorum. Bizi ilgilendirmesin kimse. Biz kendimizi düzeltelim. ‘’ Avcı sustu. Evlilikleri boyunca dut yemiş bülbül gibi duran Yıldız aslında bilinçli bir kadındı. Belki de Avcı’yı cahil buluyor olabilirdi. Oysa Avcı üniversite mezunuydu. Ama bu yeterli miydi? Karısının arada sırada verdiği dinle ilgili bilgileri düşündü. Mantıklı ve yerinde şeyler söylüyordu. Peygamberin hayatını ve ahlakını düşündüğünde, onun ne kadar hoş görülü olduğunu ve asla sinirlenmediğini öğrenmişti. Peki o hiç dinsiz, imansız, kötü şeyler yapan birilerini görmüyor muydu? Görmez olur muydu? Kendi amcası bile öyle değil miydi? Bir yanı hırslanıyor, ipin ucunu bırakırsa büyük bir şeyler kaybedeceğini söylüyordu, bir yanı ise konuyu kapatıp gerginliğin bitmesini… Aslında küçük ama çok küçük bir parçası Yıldız’a hak vermiyor değildi. Dedikodunun, iftiranın, sui-zannın, yargılamanın haram olduğunu, dinin hoş görü dini olduğunu bilmesine rağmen bunu hep yapmıyorlar mıydı? Dahası; Yıldız’ın kendisini uyardığı gibi, camide yapıyorlardı. Avcı da buna göz yumuyordu. Ama düşünüyor düşünüyor bu kadına iyi davranmayı ya da onu hoş görmeyi kendine yediremiyordu. Konuyu uzatıp Yıldız’la arasını açmak istemediği için hazırlanıp camiye gitmeye karar verdi. ‘’Nereye eşim? ‘’ dedi Yıldız. ‘’Camiye… ‘’ ‘’Erken değil mi? ‘’ dedi Yıldız buruk bir sesle. Avcı’nın kendisine darıldığını düşünmüştü herhalde. Avcı ona çabucak bir bakış atıp: ‘’ Bu gün cemaatten birisi bir şey danışacaktı. O yüzden erken gidiyorum. ‘’ dedi. Ne de çabuk yalan söylemişti. Kendine hayıflanarak çıktı evden. ‘’Yalanın büyüğü küçüğü olur ama yalan yine yalandır. Ne diye söyledin ki? Biraz yürüyeceğim deseydin. ‘’ diye kendi kendine söylendi. Ayakkabıcı Turan Beye uğrayıp biraz laflamaya karar verdi. Her vakit namaza gelmese de, mütedeyyin ve dürüst bir adamdı. Avcı arada ona uğrar sohbet ederdi. Onun yanında kendisini hep bir çocuk onu da babası gibi hissederdi. Turan Bey cuma namazlarında mutlaka gelirdi camiye. Diğer zamanlarda niye gelmediğini sormamıştı hiç Avcı. Adamın bir ağırlığı vardı. Öyle her şeyi soramazdınız. Tam dükkanın önüne gelmişti ki Elif’i gördü. Vücuduna yapışan mini bir jean etek üzerine askılı siyah bir bluz giymişti. Topuklu ayakkabıları uzun beyaz bacaklarını belirginleştiriyor, kızıla boyattığı saçları alev alev beline kadar uzanıyordu. Yüzünde fazlaca makyaj yoktu ama zaten lensleri ve kırmızı saçlarıyla çok dikkat çekiyordu. Yıldız’ın dedikleri, kendi düşündükleri, peygamberin ahlakı falan aklından çıkıverdi. Yıldız demek onun evine girmiş, kahve içmişti. Bir de Yıldız’ın aklına girip liseyi okutacaktı. Sonra ne olacaktı peki? Yıldız’ın, bir imamın karısının onun gibi bir kadının evinde ne işi olabilirdi ki? Hırsla üzerine doğru yürüdü: ‘’Hanım hanım! ‘’ diye bağırdı. Elif şaşkınlıkla baktı. Kendisine seslendiğini anlayınca: ‘’Elif. Adım Elif. ‘’ dedi. Turan Bey de başını uzatmış bakıyordu. ‘’Bir daha benim karımın aklına kötü kötü şeyler sokma. ‘’ dedi. Sesi titriyordu sinirden. ‘’Ne gibi? ‘’ dedi sakin bir tonda kadın. Onun rahatlığı Avcı’yı daha çok kızdırdı. ‘’Yok liseyi okuyacakmış yok televizyonda dersler varmış. ‘’ diye bağırdı Birkaç dükkandan merak edip kapıya çıkıp bakanlar vardı. ‘’Ah o mu? Eğitim kötü bir şey mi? Kur’an bile ikra diye başlar. ‘’ dedi genç kadın. ‘’Oradaki oku o anlamda mı? ‘’ dedi Avcı. ‘’Hangi anlamda? ‘’ dedi Elif. ‘’Sana din dersi verecek değilim. Benim karım senin gibi birisinin evine gelemez. Bir daha davet etme onu. Yemek falan da gönderme. İstemiyoruz. ‘’ dedi Avcı. ‘’Nasıl birisiymişim ben? ‘’ dedi Elif? Tek kaşını kaldırarak. Avcı bocaladı. Elini onun üstünü gösterecek şekilde uzattı: ‘’İşte böyle birisin. ‘’ deyip arkasını dönüp camiye doğru ilerledi. Elif arkasından bir şey dememişti. Avcı sinirden tir tir titriyor ama kendisini çok kötü hissediyordu. Turan Beyin kaşları çatıktı sanki. Kızmış mıydı sanki kendisine? Ama o da dindar birisiydi. Avcı camiye gidip elini yüzünü yıkadı. Abdest aldı. Biraz Kur’an okuyup rahatlamaya çalıştı. Fakat içindeki huzursuzluk bir türlü geçmiyordu. Neden kendisini böyle kötü hissediyordu? Kur’an’daki emirlere uymayan birisini azarlamıştı nihayetinde. Ezanı okuduktan sonra aşağıya indi. Cemaat toplanmaya başlamıştı. Avcı aralarında Turan Beyi görüp şaşırdı. İlk kez vakit namazına geliyordu. Dükkanının önünde yaşanmıştı her şey. Nedenini bilmediği şekilde bir utanç duyuyordu. Namazı kıldırdıktan sonra birkaç kişinin sorusunu cevapladı. Kalabalık dağılmaya başlarken, Turan Beyin bir kenarda beklediğini gördü. Yanına gitti. ‘’Hoş geldiniz hocam. Sizi görmekten mutlu olduk. ‘’ dedi. Turan Bey elini kalbinin üzerine koyup: ‘’Biraz konuşalım mı evlat? ‘’ dedi. ‘’Buyurun. ‘’ dedi Avcı eliyle köşedeki bölmeyi göstererek. Burada mini bir oda vardı ve üç tarafı sedirlerle kaplıydı. Namazlardan sonra cemaatle sohbet ederken ya da yazın gündüz öğrencilere kuran öğretirken burada toplanırlardı. Avcı sobanın üzerindeki çaydanlıktan iki tane çay doldurdu. O sırada bir iki kişi gelip yanlarında oturmak istedi. Turan Bey özel bir şey danışacağını söyleyip izin onlardan istedi. Avcı iyice meraklanmıştı. Acaba bu muhterem adam kendisine ne danışacaktı? Turan Bey çayından bir yudum aldı.
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.
Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.