Adıyaman'da Kayıp Hikâyelere Yolculuk
Adıyaman'ın kadim topraklarında, taşın ve zamanın derinliklerinde saklı kalmış, kaybolmaya yüz tutmuş gerçek hayat hikâyelerinin izini sürüyor. Bu eser, Nemrut'u...
Adıyaman'ın kalbi sayılan Akdağlar'ın karla yıkanmış, zirvelerinde bir duman gibi tütüyordu Halil Hoca'nın namı. O, yeryüzü ile gökyüzü arasındaki ince perdenin bekçisiydi sanki. Yaşadığı yer, kimsenin kolay kolay ulaşamadığı, Cat Deresi'nin binlerce yıllık derinliğinde bir kulübeydi. Halk, onun evine "Hakk Kapısı" derdi. Hoca Halil Turhal, sadece bir din alimi değildi; o, kaybolmuş lisanların, unutulmuş sırların ve Kur'an-ı Kerim'in derin esrarının canlı bir kütüphanesiydi. Osmanlıca ve eski Arapçayı, ana dili gibi konuşurdu. Elinde tuttuğu, nesilden nesile geçen ciltler, İlmi Havas'ın formüllerini, Yıldızname'nin gök şifrelerini barındırırdı. Onun ilmi, büyü, sihir, nazar ve cin musallatının kararttığı ruhları arındıran kutsal bir ışıktı. Mercimek Tarlasının Sırrı Halil Hoca, ne kadar büyük bir alim olsa da, geçimini kendi elleriyle çalışarak sağlardı. Cat Deresi kenarındaki küçük arazisine o yıl mercimek ekmişti. Hasat zamanı gelmiş, ama hava aniden bozmuştu. Hoca, günlerce sürecek olan yağmurların tarlayı zayi edeceğini biliyordu. Bir akşamüzeri, kulübesinin önünde, yanan bir odun ateşinin karşısına oturdu. Gözlerini kapattı ve Kur'an esrarından bir davet okumaya başladı. Sesinin tınısı, vadinin sessizliğini yarıp, görünmez alemlere ulaşıyordu. Yüzü, ay ışığı altında bir peygamber sureti gibi parlıyordu. Hoca, okumayı bitirdiğinde, etrafında esen rüzgarın şekil değiştirdiğini hissetti. Gözlerini açmadan, gelenlere hitap etti: "Ya Kasımlar, Ya Efradlar! Rahman'ın izniyle davetime icabet edin. Tarladaki mercimekler, bir saat içinde toplanıp, kurutulup, çuvallansın. Acele edin ki, Hakk'ın rızası tecelli etsin!" Bir çoban, o gece yamaçta sürüsünü otlatırken, Hoca'nın tarlasının üzerinde yüzlerce küçük, ışıltılı silüetin hızla hareket ettiğini gördü. Sanki görünmez bir ordu, doğaüstü bir hızla çalışıyordu. Çoban korkudan titreyerek kaçtı. Ertesi sabah, Halil Hoca’nın mercimekleri, tek bir tanesi bile fire vermeden, kurumuş, elenmiş ve derli toplu çuvallara doldurulmuştu. Yağmur, tarlanın etrafını sarmış ama bir damlası bile mercimeklere dokunmamıştı. Mısır Taneleri ve Yılanların Daveti Halil Hoca'nın ilminin derinliği, sadece cinler âlemine değil, doğanın ta kendisine de uzanırdı. Bir keresinde, köy arazisinin sulama kanalları tıkanmış, kuraklık tehlikesi baş göstermişti. Köylüler, çaresizlik içinde Hoca'ya geldiler. Hoca, avucuna bir avuç mısır tanesi aldı. Her taneye, İlmi Havas'tan özel bir ayet okudu. Sonra, taneleri yere serpti ve onlara bir emir verdi: "Rabb'imin izniyle, siz yürüyün ve tıkalı kanalların yönünü bana gösterin!" Mısır taneleri, sanki görünmez iplerle çekiliyorlarmış gibi, yerde yuvarlanmaya ve belirli bir yöne doğru ilerlemeye başladı. Halil Hoca, arkalarından yürüdü. Nihayet taneler, yerin altındaki tıkalı bir kaynağın tam üzerinde durdu. Orayı kazdıklarında, suyun yatağını değiştiren büyük bir kaya parçası buldular. Ancak Halil Hoca'yı efsaneleştiren olaylar, özellikle Yılan Duası okuduğu zamanlarda yaşanırdı. Günün birinde, Hoca Turhal, arazisinin ortasında, çıplak bir taşın üzerine oturdu. Ellerini dizlerine koydu ve gözlerini Cat Deresi'nin puslu sularına dikti. Etrafta, dağların en zehirli, en ürkütücü yılanlarının yuvaları vardı. Hoca, alçak bir sesle, Arapça bir dua okumaya başladı: "Ey Adem oğlu ile İblis arasındaki sırra vakıf olanlar! Ey yeryüzünün koruyucuları! Hakk'ın emriyle davetime icabet edin..." Duaların sesi, vadi boyunca yankılandı. Otların hışırtısı arttı. Çok geçmeden, toprağın üstünde bir hareketlilik başladı. Çevredeki her kovuktan, her taşın altından, irili ufaklı yüzlerce yılan çıkıp, Halil Hoca’nın oturduğu yere doğru süzülmeye başladılar. Engerekler, boa yılanları, zehirliler ve zararsızlar... Hepsi, sanki bir mıknatısın çektiği tozlar gibi, Hoca'nın ayaklarının dibinde toplandılar. Hoca, yanına gelen yılanların en irilerini bile korkusuzca, sevgiyle ellerine alıyordu. Onlarla sanki sessiz bir dilde konuşuyor, sonra yanındaki büyük bezi torbaya dönüştürüp, hepsini usulca içine koyuyordu. Bu tören, yılda bir kez yapılırdı; yılanları bir araya toplayıp, onlara zarar vermeden, yaşam alanlarının sınırlarını belirleyip, zararlı olmamaları için manevi bir ant içirirdi. İşlem bittiğinde, torbanın ağzını açar ve: "Gidin, yuvanıza dönün. Ben size dokunmadım, siz de Hakk'ın kullarına dokunmayın!" derdi. Yılanlar, aynı disiplinle geldikleri gibi sessizce geri dağılırdı. Halil Hoca, Akdağlar'ın zirvesinde, Cat Deresi'nin derinliğinde yaşayan bir efsaneydi. Onun varlığı, Adıyaman topraklarının sadece fiziksel değil, aynı zamanda ruhani bir derinliğe sahip olduğunun kanıtıydı. O, sıradan bir hayatın ötesinde, ilmin, sırrın ve inancın birleştiği, doğaüstü bir âlemin kapısını açan bilge bir rehber olarak hatırlanacaktı.
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.
Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.