güneþ, elinde fýrçasýyla gökyüzünü boyuyordu
ne kadar da sakin karþýlýyordu bunu
o nazik maviliklerin ufku
sessizlik
gündüzün en güzel saatinde
kuþlar uzaklaþýrken oradan delice
etrafa yayýlýyordu
masallar okunasý
hikayeler gerçekten anlatýlasý bir hal alýyordu
küçük sincap, ayak parmaklarýyla
uzaktan uzaða hem koþturup
hem de hasret giderirken
kaybolanlar
kabaran meraklara beyaz hüzünler ekliyordu
ortalýk
gri bir bulutun insafýyla
ve renkli renksiz yaðmurun damlalarýyla irkiliyor
taþýn altýnda ezilircesine ah ediyordu
gece oluyordu
karanlýk hüküm sürüyordu
herkesin bilipte
hiç kimsenin gitmediði bu çeþitli yerde
üç palmiye aðacý
sýkýca birbirlerine sarýlýyordu
ve gece oluyordu
ardýndan
ay, kendini yarým þekle sokarak
en tepeye
en uzaða
en görülmedik mekana
kendini asýyordu
görünüyordu bir þeyler
ve sanki bir þeyler ters gidiyordu
o kadar düz yol varken
birden
mor daðlarýn ardýndan görünen söz yumaðý
içi boþ zihinlere anlatýlýyordu
raks ediyordu zaman
okunan kitaplardan arda kalanlardan bir demet
daha tüyü çýkmamýþ bir çocuða
törenler eþliðinde
içinden bir parça çýkarýlýp
hediye ediliyordu
bu tek sayfalýk ama hiç bitmeyen parça
yalnýzlýðýn ikizi oluyordu
herkes onu öðrenip
bunu yaþatýyordu birbirine
oysa ki tüm hayata inat
üç palmiye hala birbirine sarýlýyordu
an gelince
üç ses sesleniyordu az öteden
biri umut
biri sevgi
diðeri ise hayaldi
bu üç ses
o üç palmiyenindi
bize kendi isimlerini fýsýldýyorlardý
bütün yeryüzü insanlarý ise sadece dinliyordu
ki sadece dinliyordu...
(Ýlknur Karaca)
Sosyal Medyada Paylaşın:
(c) Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir.