- 823 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Bir Gencin Hikayesi 1
YAZMIŞ OLDUĞUM BU HİKAYEMİ BENİM GİBİ GENÇ YAZAR ARKADAŞLARIMA ve USTA ABLA ve ABİ YAZARLARA TAKTİM EDİYORUM...
Esirgeyen ve Bağışlayan Allah’ın Adıyla...
_BİR GENCİN HİKAYESİ_
Ey dost sen gelir miydin?
Arkanda bırakıp gittiklerini hiç bilmez miyin?
Ne aradın nede sordun
Güzelim muhabbetinden bizleri alıkoydun.
O gün giderken yoldan bir bela geçirdim
Önüme haydut çıktı bende kılıcı geçirdim
Korktum, bilemedim, kaçtım
Sizleri bensiz bıraktım.
Üzülme sorun değil
Hele yanaş yanımıza bir eğil
Otur yanımıza, buyur soframıza
Gel kaynaş yeniden aramıza
Günlerdir yemedim yemek
Gelmek için verdim çok emek
Su tutuverin elime, yıkayayım
Sonrada yanınıza oturayım.
Şu çorbadan da al kaşıkla
Birazcık da şerbetten yudumla
Haydi hem ye hem anlat
Bekletme durma hikayeni başlat…
İşte hikayem işte uğraşım
Genç hikayem benim gibi yaşım
İster okuyun ister dinleyin
Sonrada bana yorum yapaverin...
Yağan yağmurun altında yürümeyi severdi Mustafa. Okuldan gelirken bütün arkadaşları şemsiyelerini açarlardı ıslanmamak için ama o, asla açmazdı. Severdi Türkü söylemeyi. Giderken okul çıkışı evine ağzında yanık bir Adana Türküsü tutturuverirdi. Sessizce ancak ve ancak onun duyacağı kadar. İçine kapanıktı, çekinirdi herkesten belki de bu onun doğasında vardı. Kardeşlerine benzemezdi hiç. Kardeşlerinden farklıydı o.
Buz gibi havada çekti içine bacadan tüten kömürün kokusunu. Severdi bu kokuyu Mustafa. Kötü koksa da ona ilham verirdi. O yüzden de severdi ya… Yol bitmişti artık kapının önüne geldi ve kapıyı çaldı. Annesi açtı elleri bulaşıklı kapıyı. Suratı gene asıktı, söylenip duruyordu her zamanki gibi. Eee ne de olsa haklıydı kadın. Hapis olmuştu eve. Kendi hastalıkları yetmezmiş gibi yatalak kaynanasıyla kaynatasına bakmak zorundaydı. Mustafa içeriye geçti, yeni aldığı romanını okumaya başladı.
Mustafa’nın annesi Dilruba Hanım tek başına zahmetle sofrayı söylene söylene hazırlıyordu. Çatal bıçakları koyarken öyle vuruyordu ki masaya sinirini onlardan çıkartıyordu. Mustafa kendisini bildi bileli hep bağırıp çağırıyordu annesi. Hayatından, yaşadıklarından hiç ama hiç memnun değildi. Erken yaşta kaybetmişti kocasını. Yedi çocuğu öksüz kalmıştı. Bir anda sersefil bir hayatın içinde bulmuşlardı kendilerini. Sonrada Dilruba Hanım evlenmek zorunda kalmıştı çaresizce. Meyhaneci Rüstem’de yedi çocuk annesi bir kadını yatalak babasıyla annesini bakması için kabul etmişti. Velhasıl zor, çileli bir hayatı vardı Mustafa’nın annesinin. Üstüne üstlük birde dayak yerdi birkaç posta her akşam. Sarhoş gelen Rüstem hiç rahat bırakmazdı Dilruba’yı. Hep kusursuzu arardı. Ama ne yapacaklardı ki? Katlanmak zorundaydı Dilruba ve yedi çocuğu.
Yatmalarına yakın kapı çaldı şiddetle. Kimdi ki bu kapıyı çalan gece vakti? Alacaklı gibi çalıyordu. Kalktı Rüstem koşturdu açtı kapıyı. Bir adam belirdi gecenin karanlığında kapıda kapı gibi bir adam. Şişman, uzun boylu, esmer, saçı başı birbirine karışmış… Dedi ki:
- Rüstem sen misin birader?
- Evet benim. Ne var ne çalıyorsun gece vakti kapımı? Bela arıyorsan git başka yerde bul belanı.
- Ne belası birader? Beni sarraf Hüseyin yolladı. Tarif etti evini, tez gelsin haber ver Rüstem’e dükkânı yanıyor dedi.
- Ne dükkânım mı yanıyor?
Rüstem koşturdu yalın ayak, üstünde gecelik. Daldı yanan dükkanının içine.
Söndürebilmek umuduyla girdi koca ateşin içine. Bir daha da çıkamadı dışarı. Ertesi gün İkindiden sonra kılındı namazı, kazıldı mezarı. Sonrada gömüldü toprağa. Mustafa artık almak zorundaydı ailesinin yükünü omuzlarına. Okulu bıraktı ilk. Daha sonrada elinden o sevdiği güzelim romanlarını. Tek kalan şey üvey babasından bir ev, birkaç lirada yastık altı ve birde kötü anılar. Artık onu zor ama macera dolu günler bekliyordu. Artık o genç yaşta ticarete atılmıştı.
Devamı yakında gelecek...