- 1509 Okunma
- 16 Yorum
- 0 Beğeni
YAZININ BAŞLIĞINI SİZ YAZINIZ!..
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Erkek 30 yaşında, kadın 28. Birkaç yıllık evliler ve bir de çocukları var. Erkek, hızla ilerleyen cilt kanseriyle savaşımının yanı sıra, bir de penis kanserine yakalanmış, penisi alınmış, tedavisi devam ediyor!..
Sıklıkla tedaviye gidip geldiği ve kemoterapi sonralarında raporlu olduğu için, işinden de çıkartılmış!..
Eşine boşanmak istediğini söylüyor; “ Ne çalışıp eve bir katkım oluyor, ne de erkek olarak sana hiçbir şey veremem artık, ayrılalım, kendine yeni bir hayat kur, senin hayatını mahvetmeye hakkım yok, çocuk da küçük, babası bilsin evleneceğin kişiyi, ona babasızlığın acısını yaşatmamış olalım hem” diyor ısrarla…
Kadın; “Asla” diyor. “Ben seninle, iyi günde, kötü günde diye çıktım yola, ben çalışıyorum, olduğu kadar idare ederiz. Erkekliğe gelince; erkek olmak, sadece fazladan birkaç santim et parçasına sahip olmak değildir. Sadece bana koca değil, oğluma da kendi babası gerek. Sen sağ ol, yanımızda ol, bu bize yeter. Sen bunları düşünüp üzme kendini, el birliğiyle yeneceğiz bu hastalığı ama kendini bırakma, tutun ve asıl hayata, her halinle kabulümsün. Seni seviyorum, her ne olursa olsun, sevmeye de devam edeceğim!..” diyor.
…….
Erkek 74 yaşında, kadın 63, 47 yıllık evliler. Bir oğulları olmuş ve de vefat etmiş sonrasında. Kadın belli ki gençliğinde fevkalade güzelmiş. Lakin beynindeki kanserli tümör nedeniyle, o harika lacivert gözlerinden biri görmez olmuş, tehlikeli bir yerde olduğu için de alınamıyor, tedavi görüyor sadece.
Kemoterapiye girmeden önce, karnını iyice doyurması gerek, yanında su bulundurması gerek ama erkek kadına sadece bir dolmuş parası veriyor, kemoterapiye gidip gelebilmesi için, yanında ise hiçbir şekilde yer almıyor. Dahası tutturuyor boşanalım diye. Kadının hiçbir sosyal güvencesi yok. Boşanırsa tedavisi yarım kalacak. Gidecek bir yeri de yok. Ne anne baba, ne kardeş, ne evlat… Varı yoğu kocası…
Boşanmıyor, boşanamıyor daha doğrusu. “Hemen öleceğimi bilsem kolay da” diyor, “ Ya sürünürsem?.. Onuruma dokunuyor ama ah bu çaresizlik, ah bu kimsesizlik!..”
Erkek bakıyor ki boşanamayacak, o sıralarda tanışıp birlikte olduğu kadınla evlenme olanağı da yok, sırf kadının onuruna dokunsun, dayanamayıp kendiliğinden çekip gitsin diye eve getiriyor, diğer onursuz kadını. Yetmiyor, karısını salondaki kanepeye atıp 47 yıllık yatağında o diğer onursuz kadınla yaşamaya başlıyor. Ağlıyor zavallı lacivert gözlü güzel kadın… Sadece ağlayabiliyor!..
…….
Erkek 40 yaşında, kadın 35. Erkek Tıp Doktoru, Doçent üstelik. Kadın da Doktor ve meme kanseri. Büyük bir aşkla evlenmişler okul biter bitmez. Erkek, duyduğu an, “ Boşanalım, ben kanserli kadınla uğraşamam.” diyor.
Boşanıyor kadın…
Ama erkeğin bu tavrı, kanserden beter kahrediyor kadını!..
…….
Kadın 30 lu yaşlarda. İki dünya güzeli yavru, ikisi de kız ve 2-3 yaşlarında. Saçları, kirpikleri dökülmüş, ağız ve burunlarında maske, ellerinin üzerinden damar yolu açılmış ve gereç bantlı hâlâ. Sanırım tetkik için kan alındı, bir kez daha canları yanmasın diye bırakıldı, öğleden sonraki kemoterapi için.
Neşeyle koşarak çıkıyorlar hastane kapısından, az önceki acıdan kurtulmanın sevinci ve de öğleden sonrakini sanırım akıllarına getirmeksizin…
-Ayçen, çot adıdı mı?
-Evet ama deçti, accıt acıyoy. Seninti de açıtı mı?
-Benimçi önceçi daday acımadı.
-Hadi gey taydeçim, ileydeki ağaçlayın aytına didelim.
-Yeden, buyada da vay ağaçlay.
-Ama oyada daa çot. Ağaçlay okçicen çıtaytıyo dündüş, bice de çot okçicen yazım. İçimişdeti tötü hücyeleyi öldüyüyoymuç okçicen…
Anne sesleniyor: Koşmayın düşersiniz, gelin burada oturun, size yiyecek bir şeyler alacağım, karnınızı doyurmanız lazım… Kemoterapiden önce kısmını ise söyleyemiyor, hatırlatıp neşelerini bozmak istemiyor sanırım.
Ama dokunsanız ağlayacak, dokunsanız yıkılacak…
Yüzünden okunuyor sadece yüreğinin değil, tüm bedeninin parçalanışı…
Yüzünden okunuyor çaresizliğin ıstırabı!..
…….
Kadın 40 lı yaşlarda, kız 20 ler civarı. Tam kestiremiyorum, öylesi çökmüş ve bitkin ki. Hem bedensel engelli, hem de zihinsel, yetmemiş gibi bir de rahim kanseri, öncesinde ise memeymiş ve ikisi de alınmış. Şimdi ise, diğer organlara da metastaz yaptığı kuşkusu var. Tekerlekli sandalyede. Dinlemiyor anneyi, çıkartıp atmaya çalışıyor damar yolundaki gereci, anne engellemeye çalışmaktan bitap. Ardından evde hazırladığı çorbamsı yiyeceği zorla yedirmeye çalışıyor, yalvarıyor, yemen gerek diye. Anlatıyor ama yazık anlayamıyor ki genç kız söylenenlerin anlamını. Zavallı annenin kendi açlığı umurunda değil. Bir yandan damar yolunu korumaya çalışıyor, bir yandan yedirmeye ve etrafa saçtığı yiyecekleri silmeye…
Yüzündeki ifade ise, ikizlerin annesininkiyle aynı!
…….
Radyoterapiye gireceğim anda, iznimi istiyor teknisyen: Bebek uyutulmuş, uyanır siz çıkana kadar, izin verirseniz, onu alalım önce diye.
Bakıyorum sedyeye sadece birtakım cihazlar var, bebeği göremiyorum ilk anda, daha dikkatli bakınca, cihazlar arasında kaybolmuş el kadar bebeği görebiliyorum. Erken doğmuş, bir kilo civarında kanımca ve de rahim ağzı kanseri…
Anne baba çırpınıyor, kireç gibi yüzleri, enkaz altında kalmış gibiler, bitmiş, tükenmişler, hani canını ver deseler, hiç düşünmesiz anında ikisi birden verecek canını.
Sabırlarına dayanma güçlerine hayran kalıyorum hayretle birlikte ve dua ediyorum, acı Allah’ım hepsine ve de şifa ver ne olur diye.
Karmakarışığım, acıyor içimde bir yerler, çaresizliğin verdiği acıyı paylaşıyorum onlarla…
Ağlıyorum ve şükrediyorum utanarak kendimden!..
Bir daha hiç şikayet etmeyeceğim!..
p.r.alkan
YORUMLAR
En acısı ne biliyor musunuz?
Siz hayatla kana kan dişe diş mücadele edip hala gülerken, eğlenirken haddini bilmeyen birilerinin bunu abartı veya yapmacık görmesi...
Ve kendi bedeninde sağlığına şükredemeden etrafa hala somurtması...
Yada ne bileyim gülmenin ve mutluluğun ilaç olacağını unutması bazı hastalara...
***
Sanırım 5. kkemoterapimdi ( kelim) kliniğin önüne park ettim arabamı tam iniyorum, güvenlik görevlisi geldi ve dedi ki:
-Hanımefendi buraya kanser hastaları park ediyor lütfen arabanızı alın , dedi...
Öyle mutlu oldum ki anlatamam beni hasta olarak görmeyen o göze ne demeli bilmem...
Dedim ki:
-Teşekkürler ama ben keyfi kazıtmadım saçlarımı, bende kanser hastasıyım ve kemoterapiye geldim dedim...
-Hiç öyle gözükmüyorsunuz ben sizin tercihiniz zannettim dedi...
***
Öyle işte bu yazının başlığı ne olsun bilemedim ama bir önerim var sevgili yazar'ım:
BİRŞEYİ ANLAMAK İÇİN YAŞAMAK MI LAZIM!!! olsun yazının başlığı...
Size de kendimede ve diğer adaşlarıma da şifa diliyorum, muhteşem bir yazı gelmiş güne...
Saygı ve sevgilerimle...
acı olan nedir biliyormusunuz..
kanser hastası olmak değil..
etrafınızdakilerin size acıyor olması..
vefasız bir eş..
ilgisiz bir aile..
gerçek dışı dostlar..
en beter olan ise tüm bunlar...
rabbim hiç kimseyi yanlız koymasın..
daima şefkatli bir elin varlığını hissettirsin..
yazınızı içim burkularak okudum..
bir kanser hastası olarak bu kelimelerin altında yatanları ben ve benim gibi olanların dışında..
hiç kimse anlayamaz..
sevgi ve dualarımla..
Her kelimesi bir tokat gibi vuruyor yüzümüze... Empati yapmak bile içimizi acıtırken bunları yaşayan insanların var olduğu gerçeği...
İnsan olabilmek sadece bir insan yavrusu olarak doğmaktan ibaret değil. Anlattığınız her olay başlıbaşına bir ders. Kanser yüzünden babasını tanıyamamış biri olarak Sol yanım acıdı. Hem de çok acıdı.
Başlık mı?
Bırakın başlıksız kalsın, böylesi daha anlamlı...
Vehasıl biz sadece birer ruh'uz aslında.
Ve bedenlerimiz bu geçici dünya hayatında işlerimizi yapabilmemiz için bize giydirilen elbiseler yalnızca.
Bir gün dünya hayatının sonu gelince bu elbise çıkarılacak ve kirlilerin atıldığı gibi çamaşır makinesine öylece kabire atılacak ki yaşayanlara zararı dokunmasın.
Bir defa olsun merhamet, bir kere olsun yardım, bir damla olsun gözyaşı olamı yaşarken.
Ve merhametli insanlar için Allah ne güzel ve sonsuz bir hayat vadetmiş.
Duyuyor musunuz?
"Cennete bir-kiii,cennete bir -kiiii " diyor sanki bütün kainat.
Elinizi uzatıp "ben de " dşyebilirsiniz; bir yetimin allerinden tutarak, bir hasta çocuğun yüzüne gülümseyerek, bir özürlü delikanlıya selam vererek.
Ve hatta bir birimizi severek.
Sefil kanserli ve bulaşıcı bir hastalıkla boğuştuğumda yanımda birilerinin benim halime üzülüp kendi hallerine şükretmlerindense defolup sahil sahil ada ada ya da ne bileyim dağ dağ gezip daha sefil kör hayatlarının kucağında eğlenmelerini tercih ederim, çünkü her nimetin şükrü kendi cinsindendir... Şahsen bu tür yazıların aşırı dramatik ve gereksiz olduğunu söylesem bu sitede yeni biri olarak karşılaşacağım tepkiyi bilmemekle beraber içimden geçenleri yazmak istedim...
Paylaşım için teşekkürler...
Ailemde yedi adet ölümün altı adedi kanser olduğu için çok dikkatle okudum yazıyı. Bu yazıda içimi kanser acıtmadı. O bir canavar ise mücadele edenleri de vardır elbet ve bence yenilecektir günü gelince. Tıpkı geçmişin vebası, sıtması, veremi, şirpençesi gibi. İçimi acıtan vefasızlıklardı...
Sağlıkla ilgili dertlerin tedavisini hekimler üstlenmiş zaten. Onların mahir ellerine teslim hastalıklar. Ya vefa? Vefasızlık? Var mı tedavisi?
Çok çok güzeldi... İnsanlık adına...
Tebrikler ve selamlar...
Kanser,ne çok insanın canını yakıyor. Rabbime şükürler olsun her daim. Allah dert verirse dermanınıda beraber versin daima.
Perihan hanım yazınızdaki mesajları umarım okuyanlar alırlar. Kadınların % 87si vefalı ve kabullenici insanlar. Erkeklerin ise ancak %25 şi .....
Ve rahim ağzı kanseri gibi penis kanseride Var çok nadir olmasına rağmen.
"Penis kanseri çok enderdir. Genellikle sünnet olmamis ve sünnet derisinin
altindaki bölgeyi temiz tutmayan erkeklerde görülür. Ilk safhalarda, genellikle
penis ucuna yakin agrisiz küçük olusumlar ortaya çikar. Ameliyatla çikarilip
incelenmeden, bunlari alelade zararsiz penis sigillerinden ayirmak olanaksizdir.
Habis olusum gelistikçe agri ve kanama olabilir"
Selam ve sevgiler Güzel yüreğinize, bu anlamlı yazınız için..
Ne çok başlık bulunabilir bu yazıya, ne çok... Lâkin başlığının hiç önemi yok. Öyle doğru, öyle gerçek, öyle acı ki, yanında tüm diğer şeyler önemsiz kalıyor.
Tüm hastalara üzülürüm de, parasız, kimsesiz bîçarelerinki daha fazla kanatır kalbimi. Kızım bebekken götürdüğüm Hacettepe Çocuk Nörolojisi'nde tetkik, tahlil, mr... bir sürü şeyle uğraşırken utanmıştım kendimden ve aynı sözü vermiştim. Sonrasında da etrafımdakilere hep tavsiye ve sitem yollu söylendim: "Ufacık şeyler yüzünden şikayet edip, şükretmesini bilmeyenlere bir günlüğüne, sadece bir günlüğüne ve sadece seyirci olarak götürüp o hastane kapılarına oturtmak lâzım. Belki o zaman hallerine şükrederler."
Elimizdekinin kıymetini bilip, acılar içinde kıvrananlar için en azından dua etmek temennisiyle.
Selâm ile.