Burası benim köyüm…
İç Anadolu’nun Çankırı ili, merkeze bağlı 17 km uzaklıkta bir köydür. İklim gereği arazide hiç ağaç yok denilebilir. Boz kırın içinde gölgesinde kısa bir mola vereceğiniz tek tük alıç ağacından başka bir ağaç bulamazsınız. Yol boyunca biri büyük, biri küçük iki tane göl sizi karşılar. Yine yol boyunca Sağ ve sol tarafınızda bereketli buğday tarlaları selama durur. Tuz mağarasına giden yolun tam karşından direk gittiğinizde köye giden yola düşmüş olursunuz. Köy yolunun kaşına vardığınızda bütün köyü kuş bakışı görebilirsiniz. Eskiden bütün köylülerin daha köyden göç etmediği zamanlarda bütün evler canlı köyüm hareketli idi. Şimdilerde üstüne sanki ölü toprağı serpilmiş gibi sessiz ve ıssız bir kadını andırmakta. Çalışkan köy halkımdan çoğu göç etmiş. Size anlatmaya çalıştığım köyüm bundan otuz yıl kadar öncesi diyebilirim. Teknoloji insanları bu kadar esir almadığı dönemlerde. Dostlukların bitmediği günler ve insanların tembellikten bıkmadığı zamanlarda.
Köyümüzün giysisi her ne kadar yöresel olarak çok fazla bir şey ifade etmese de şimdiki nesle göre çok farklılık göstermektedir. Kadınlar iç çamaşırı olarak (göynek) giyerler. Kadınlarımız elde dikilen belinden pileli pazen ya da emprime desenli kumaştan dikilmiş fistan giyerler. Fistan sıfır yaka olup, önünden ve kollarda düğmeli olur. Fistanın üstüne önlük bağlanır. Önlüğün iki ucunu bağlama ipine geçiştirdiğinizde içine öteberi koymanız kolaylaşır. Fistanın altına yine elde dikilmiş pijama dediğimiz desenli pazenden dikilmiş giysi giyilir. Yaşlı kadınlarımız başlarına kara çar dedikleri bir buçuk metre kadar olan bir başörtüsü örteler. Kara çar kırmızı ve siyah iri kareli, bir kumaştır. Genç kız ve gelinler ise sinek desenli ebatları kara çardan biraz daha küçük olan (cember)* dedikleri örtü örterler. Cemberi yazın beyaz, kışın ise siyah renk olanını örtünürler. Ayaklara (garevle)* ya da (karalastik), dedikleri ayakkabılar giyilir.
Erkekler iç çamaşırı olarak, iç donu ve göynek giyerler. Kumaş pantolon üstüne (mintan)* gömlek giyerler. Gömleğin üstüne ise (delme)* dedikleri yelek giyilir. Ceket her zaman vardır. Ayaklarda yine garevle ve lastik ayakkabılar yerini alır.
Kadın ve erkeler belde kalın bir kuşak bağlarlardı. Kimse bel fıtığı olmaz kemik hastalığına yakalanmazdı.
Henüz köye elektrik bile gelmediği zamanlarda. Odada gaz lambasının asılı olduğu, ebemin dama giderken (gayzağ)* dediği honi ((biçimindeki metal içine gazyağı konup borusuna yerleştirilen fitin ateşlenmesi ile)) aydınlatma aracını kullandığı zamanlar.
Sabah ezanının mukaddes çağrısıyla başlayan günün yatsı ezanı ile arasında ki yorgunluğunu hiç hissedilmezdi.
Köydeki yaşamlarında insanlar bütün ihtiyaçlarını kendileri temin ederler. Çarşı ve pazardan alınan ihtiyaçlar yok denecek kadar azdır. İlkbaharın gelmesi ile köyde bir hareketlilik başlardı. Hummalı bir kış hazırlığı alırdı başı. Aşağı köye sabah gidip akşam gelen köylüler meyve ve sebze ihtiyaçlarını oradaki bahçelerine ekerler idi…
Kış yakacağı için çaya gelen selin, ormandan getirdiği çer çöp toplanır. Buna (selintiye) *gitmek denir. Selintinin getirdiği dal parçaları ve çam kozaları kurutulup damın bir kenarına yığılır. Bu kışın bir numaralı yakacağı olur. Tezek basmak da ilkbaharda yapılır. Kıştan biriken hayvan gübresinden saman katılarak yapılan tezek köylülerimizin doğal yakıtıdır. Tezek yapılacağı dönem genç kızlar imece usulu yardımlaşırdı. ((Pek çoğunuzun tezek dendiğin de ıyyy ya da iğrenç dediğini duyar gibiyim ama hiçte öyle düşündüğünüz gibi değil. O zamanda yaşamak görmek gerekirdi diye düşünüyorum…
Aileler (çuvan) *a giderler. Traktöre kazma ve kürek yüklenir bir ya da iki gün bu işe ayrılır. Çuvan denilen bitkinin kökü topraktan çıkarılır, kurutulur ve dibekte dövülerek kışlık deterjan üretilir. Bu deterjanla çamaşır yıkanır. Ayrıca köye eşeklerle kilci gelir. Kilciden buğday karşılığı kil alınır. Bu kil ateşte pişirilir suyla eritilip saç temizliğinde kullanılırdı. Köyümüzün suyu acı olduğu için sabun köpürmez. Ve saçları keçe gibi yapar. Kille yıkanan saç yumuşacık ve de tertemiz olur. Bazen saça bit de düşer. Bunun da çaresi gaz yağı. Dişlerine iplik sarıp dişleri sıklaştırılmış kemik tarakla, saça gazyağı dökülüp iyice taranır. Gazyağı aynı zamanda bitin yumurtası (sirke)*yi de öldürürdü…
Tuz mağarasından getirilen kaya tuzu taş dibeklerde (bayra)* ile dövülür, elekten elenir kışlık tuz temin edilirdi. Ayrıca kızlar ve gelinler(çorak) a giderler. Köyden birkaç km ileride topraktan çıkan tuzlu su deresinden, varillere doldurularak eve taşınır, toprak küplere konur. Bu tuzlu su (çorak) ile hamur yoğrulur. Çorakla yoğrulan hamurun yufkası hem daha kolay açılır hem de daha lezzetli olduğu söylenirdi…
Yaz aylarında köyde evlerde genelde yaşlı ve çocuklar kalırdı. Eli iş tutanlar tarlada bahçede ya da Davar peşinde olurdu. Hiç kilitli kapı olmazdı. Kapıların üstünde (irezle)* denilen bir asma demir vardı. Birbirine geçirip bir çöp sokardı ninem, kapı kilidi buydu. Kapılar sadece kedi ve köpek eve girip aş ocağını dağıtmasın diye idi. Köyde tek hırsız, kümesten yumurtaları çalıp bakkala şekerli leblebi karşılığı veren yaramaz çocuklardır…
Köyde erkekler kireç taşı toplamaya gider. Toplanan kireç taşları harmanda kırılıp küçük parçalara bölünür. Öbek, öbek arının bal peteği gibi dizilip, üzerine saman dökülerek yakılırdı. Sonrada yakılan kireç taşları dövülerek ezilir ve toz haline getirilir. Bu kireç tozu evlerin badana ve sıvasında kullanılır…
Doğum yapmış, küçük çocuğu olan gelinlerde (höllük)*çocuk toprağına gider. Seçilmiş bilinen yerlerden alınan temiz toprak evin önünde merdiven altına yığılır. Kışın ve yazın küçük bebeler bu toprağa belenir. Bebekler için genelde tahta beşikler kullanılır. Her bebeğe yeni beşik alınmaz komşu gelinin büyüyen bebeğinin beşiği emanet alınır ve kullanılır. Beşiğe belenen bebek düşmemesi için (bağırdak)* denilen elle dikilmiş bir kumaşla beşiğe bağlanırdı…
Evler toprak damlı kalın taş duvarlı olur. Bir odası (aş ocağı)* şimdinin mutfağı. Aş ocağında çoğunlukta oturulurdu da. Aş ocaklarında duvarın bir tarafında ocak bulunur. Yemekler tezek yanan ocaklarda pişer. Kışın ise (kanefer)* denen odanın içine yerleştirilmiş yakıtı saman olan özel bir ısınma aracı kullanılırdı. Kanefer de hem yemek pişer hem oda ısıtılırdı… Yatak odalarında yün döşekler yere serilir, çocuklar genelde baş ve ayakuçları karşılıklı hepsi bir döşekte yatardı. Odaların camları oldukça küçük olurdu. Yazın saman tozu, kışın soğuk girmesin diye. Evin en arka ya da en serin odası (tandır) *olurdu, tandır adını içindeki tandır ocağından almış olsa gerek. Mutfak erzakları tandır evinde saklanırdı. Buzdolabı olmadığı için bütün kışlıklar ya kurutulur ya tuzlanarak saklanırdı. Kışlıklar tavan ve duvarlara çakılan çivilere sepet ve bez torbalar içinde asılarak saklanırdı…
Evin bütün mutfak aletleri bakır ve tahtadan olurdu. Yılda birkaç kez köye bakırcı gelir bütün tencere ve tavaları kalaylattırırdık. Evde bildiğim yedi ya da sekiz tahta kaşık vardı. Sapı kırılan kaşıklar atılmaz yemek yerken çocukların eline tutuşturulurdu. Katı yemekler yufka ekmekle sunak yapılıp yenirdi. Bulaşık deterjanı denilen bir şey yoktu. Ebem kaynar suyla birkaç kez bulaşık sürgücü ile yıkar kaldırırdı kap kaşıkları. Çaydanlıkların dışını külle ovar beyazlatılırdı…
Kış eğlenceliği için alıca gidilir. Toplanan alıçlar saman içine gömülerek muhafaza edilirdi. Kışın yanına mısır patlatılır çekirdek konur, uzun kış gecelerinde eğlencelik olurdu…
Şimdinin elektrikli fırınları daha icat edilmemişti. Ebem bakır tavaya yaptığı çörekleri dizer, altına güzel bir tezek ocağı yakardı. Bildiğimiz ekmek sacının ters çevirir yaktığı ocağın ateşinden sacın içine de koyar, onu da bakır tavanın üstüne oturturdu. İçinde çörek dolu tavanın hem altı, hem üstünde ateş yandığından içindeki çöreklerinde altı ve üstü aynı anda pişerdi. Biz çocuklarda afiyetle yerdik…
Köyümüzde evlerde su yoktu. Bakır bakracını alan bunara suya giderdi. Bütün havadisleri de bunarda duyururlardı. Annelerimiz günlük çamaşırları köy punarında oluğun kenarındaki düz taşlar üstünde tepeleyerek ayakları ile yıkarlardı. Genel çamaşırlar ise köyün dışındaki bunarlarda yıkanırdı. Buna çaya gitmek denirdi. Bunarın kenarına ateş yakılır sular kaynar çamaşırlar tertemiz olurdu.
Sofralarda genelde yufka ekmek olur. Yufka ekmek tandırda saman alevi ile sac üstünde pişer. Bir kadın sadece pişirir ki ekmek çevrici denir adına. Üç beş kadında açmakla meşgul olur.
Süpürge otu dedikleri bitkinin tohumu ekilir ve yetişen bitkiden kışlık süpürge yapılırdı. Süpürge bağlayan birkaç yaşlı amca vardı. Onlar köylünün süpürge ihtiyacını ücretsiz yaparlardı. Evlerde hasır dokunurdu. Hasır otunun dallarından dokunan hasırlar kilim ve sergi ihtiyacını karşılardı. Kadınlar koyunların yünlerinden eleği denilen bir alette yün eğirip iplik yaparlardı. Bu ipler ile yün çoraplar örülürdü. Yatak ve yorganlar hepsi yün idi. Kimsenin ne beli ağrır nede alerjisi azardı…
Köylüler, mutfakta kullandıkları yiyeceklerin hemen hepsini kendileri üretirdi. Evlerde kullanılan ihtiyaç malzemeler ininde çoğu el ve ev yapımı idi.
Yağmurun çisi sinde ortalığı saran toprak kokusun da, Alabildiğince çamurlu yollarında çılgınca koşmak vardı. Saman alevinde pişen ekmeğin tandırdan gelen kokusun da, Son pazıdan yapılan yumurtalı ve peynirliği yoka ekmeğini özledim.
Öğlene doğru Kezban anamın (Top Bekir amcanın eşi) yufka ekmeğin içine serpiştirdiği şekerin üstüne birazda su serperek yaptığı dürüm dü öğle yemeğimiz. Ve ben o dürümü o günkü tadında özledim. Damdaki inekleri Karasiyinin bunarına sulamaya götürmekte ayrı bir zevk olurdu.
Şimdi yılda bir mezarlığına birkaç ta akrabaya uğradığım köyümün hali beni üzmekte. Viran evlerinin çığlığının tınısında sağır olur kulaklarım. Toprak yolların hasret bakışlarında kaybolurum. Ben köyümün otuz yıl öncesi dostluklarını özledim. Sabriye anamın gözyaşımı silmesini… Ebemin ağma olan Hüsnü amcaya verdiği çorbanın kokusunu özledim. Camiye giden büyüklerin, kadınların yollarını kesmedikleri saygıyı özledim. Susmanın saygıdan, konuşmanın bilgelikten geldiği yılları özledim.
ANLAYACAĞINIZ BEN ÇİVİ KÖYÜMÜ ÖZLEDİM…
DUDU BAYRAM/ ANKARA