- 1728 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
Kuş Bakışı
Epeydir balkonuma bir güvercin dadandı. Tek bacağının pençesi yok. Pençe yerinde küçük bir yumruk var. Aralık’tan beri karla kaplı Ankara’da her yer buz kestiği için ona balkonumda bir lokanta açtım. Tabii ki başka müşterileri de var lokantanın ama o tek pençeli güvercinin yeri ayrı. Birbirimizi tanıyoruz artık. Benden kokmuyor, sabah uykusunu biraz uzatırsam, penceremi küçük gagası ile tıklatıyor. Konuşuyorum onunla, sanki beni anlıyor. Bu sabah Ankara’yı, eskiden yaşadığım yerleri gezmek istedi canım. Ama hava soğuk, yol uzun. Gözüm yemedi.
‘’kuşum dedim, gel sen benim yerime pencere önünde otur, seyret Ankara’yı, ben de senin kanatlarını alıp, kuş bakışı seyredeyim’’
‘’olur’’ dedi. Taktım kanatlarını saldım kendimi gökyüzüne.
Oh, ne güzelmiş uçmak. Ne güzelmiş geniş bir çevreyi kuş bakışı seyretmek. Önce çocukken oturduğumuz, ilk ve ortaokulu okuduğum İsmet Paşa Mahallesine uçmaya karar verdim. Çankırı Caddesinin Pazar durağı çevresine geldiğimde, birden pazarın köşesindeki küçük pastane geldi gözümün önüne. Şimdi ise yerinde oto yedek parçacısı var.
Yugoslavya’dan göçmüş bir aile işletiyordu. Küçücük, tertemiz bir pastaneydi. Sarışın mavi gözlü ikiz kızları da çalışıyordu dükkanda. Dışarıya çıkarılmış temiz örtülü masaya oturdum. Piramit Pasta da yiyebilirdim ama onların lezzette eşi olmayan ‘’Prenses Pastasını’’ bir bardak buz gibi su eşliğinde çocukluk iştahımla yedim.
Etrafı seyrederken gözüm pazaryerine kaydı. İşte orada, İsmet Paşa İlkokuluna yürüdüğüm, iki tarafını bakkal, kasap, ciğerci, fırın, ayakkabı tamircisi ve diğer küçük esnaf dükkânlarıyla kaplı ‘’pazar yolu’’ Köşelere yığılmış karpuz, kavun tepecikleri, sepetlerde iğde, keçiboynuzu. Yolun alt tarafında camekan bir tezgah içinde satılan pişmiş kelleler. Kış akşamları manavdan ayva almak için gittiğim pazarın, karpit lambalarının kokusu geldi burnuma.
Hava akımlarına kendimi bırakıp, keyifle uçarken baktım ki ortaokulum ‘’Ulus Ortaokulu’’nun üstündeyim. Bahçesinde oynadığım, gelecek hayalleri kurduğum, Antik Roma Hamamlarına bitişik, basamaklı duvarında satılan can eriklerini yerken, başında defne dalı tacı olan, beyaz elbiseli, deri sandaletli bir Romalının ‘’Selam Ayten’’ diyerek gelmesini beklediğim Ulus Orta Okulu.
Yeterince özen gösterilmeyen ve yaldızla boyanarak katledilen Atatürk Heykeli ve Cumhuriyet döneminde yapılmış, mücevher güzelliğindeki taş binaların üzerinden uçarken lise yıllarımın geçtiği ‘’Ticaret Lisesi’’ sağına ve soluna yapılmış, sıvaları dökük iki çirkin ilavenin arasında yine de eski güzelliğini koruyordu.
Bahçesinin eski güzelliği kalmamış ‘’Dil-Tarih ve Coğrafya’’ Fakültesinin yanındaki Sıhhiye köprüsü ne kadar da çirkin duruyordu. Köprünün hemen altına yapılmış, suyu kurumuş, güzelim ‘’Aliyar Acay’’ hayratı, kırılmış muslukları ve taş oyma sütunların üstüne bırakılan çöplerle tam bir mezbelelikti. Erimiş kar suları, köprünün tavanından insanların üstüne akıyor, eskiden Sıhhiye Parkına giden caddeye hiç benzemiyordu
Mithat Paşa Caddesi ile Necati Bey Caddesini birleştiren, hangi dahi tarafından planladığını bilmediğim, üst OTOYOLUN??? çirkinliğini görmemek için kanadımla gözümü kapatarak çarçabuk geçtim. Çok şükür ki; az ileride ki ‘’Hitit Güneşi’’ ve ‘’Atatürk Heykeli’’ gönlümü aydınlattı. Çocuk iken çok heybetli gördüğüm bu iki güzel yapıt, estetikten uzak yüksek binalar arasında sanki biraz ufalmışlardı.
Hitit Güneşi eski, Atatürk ise yeni Ankara’ya yüzlerini çevirmişlerdi.
Geceleri Arap Meydanları gibi aydınlatılan ‘’Kızılay Meydanı’’na geldiğim zaman uçmaktan eskisi kadar zevk almadığımı fark ettim. Eski Kızılay binasının yerinde neye benzediğini bir türlü çıkaramadığım bir ‘’karabasan’’ duruyordu. Trafik ışıklarının hemen yanında duran, İsviçre özentisi yer saatinin ise bir gün bile gerçek zamanı gösterdiğini görmedim. Eskiden koruluk gibi olan ‘’Güven Park’’ işportacıların ve Ayakkabı boyacılarının istilasına uğramış, Minibüs park yeri yapılarak küçültülmüştü. Meşrutiyet caddesine yapılmış, küflenmiş, kimsenin geçmediği, onlarca, çirkin üst geçitleri görmemek için, başımı o tarafa çevirmeden ‘’Kuğulu Park’’a gitmek üzere Atatürk Bulvarının üstünde uçmaya devam ettim
Atatürk Bulvarı mı? Öyle bir bulvar yok artık. Metro çıkışında bile A.Bulvarı yazıyor. Ağaçlarında serçe kuşlarının türkü söylediği o güzelim bulvar, alt geçitlerle doldurularak ‘’Otoban’’a dönüştürülmüş. Güvercinimin kanatlarını iyi ki takmışım, zira Meclis kavşağından Kuğulu kavşağına kadar yayaların karşıdan karşıya geçmesi imkansız. ’’Çin Setti’ gibi kapatılmış.
Asırlık ağaçları kesilerek ‘’Kaşık Kadar’’ kalmış ‘’Kuğulu Park’’a geldiğim zaman artık çok yorulmuştum. Ne de olsa artık genç değilim ve tek bacağımın da pençesi yok. Hemcinslerimin arasına karışarak bir ağaçta mola verdim. Neşem tamamen yok olmuştu. Parkın Kuşlarının ve Kuğularının da eskisi kadar mutlu olmadığını fark ettim. Buradan öteye uçmaya takatim kalmamıştı. Evime gidip, tekrar ben olup, penceremim önünde, çayımı yudumlayarak eski Ankara’mın hayaliyle avunmak arzusuyla yolculuğuma son verdim
ANKARA’NIN TAŞINA BAK, GÖZLERİMİN YAŞINA BAK.
YORUMLAR
Ankara;
aşkın başkenti...
...
kutlarım bu güzel Ankara yolculuğu için.
haz aldım.
Zaman zaman empatinin bu türünü bende deniyorum,dağ-taş,börtü-böcek ve bazen ulu bir çınarla özdeştiriyorum kendimi,bu bana iyi geliyor.Tebrikler
Ayten Tekin
İlginize teşekkürler. Tek pençesi olmayan kuş gerçek. Halen balkonumun misafiri. Bunaldığım zaman yükseklere uçarım. Dünyanın ne büyük, derdimin ise ne küçük olduğunu görüp rahatlarım. Sağolun..
Zaman geçtikçe estetik anlayışımızda değişiyor ama maalesef olumsuz yönde bir değişim bu. Kapitalizm canavarı değerlerimize, tarihimize, sanata aldırmadan saldııyor. Arap kültürü etkisi altında çirkin çirkin binaları konduruyoruz oraya buraya.
Avrupa'da Roma, Münih, Zürih gibi şehirleri görme şansım oldu. Şehrin merkezindeki tarihi doku öylesine güzel korunmuş ki kendimi zaman tünelinde hissettim.
Ayten Tekin
VarolT
Ne günlere kaldık ey gazi hünkar,
Eşek mühürdar oldu, katır defterdar...