HARRAN OVASI
HARRAN OVASI
Urfa’dan Harran’ın Kalıntısını görmek üzere yola çıkıyoruz. Yol boyunca dümdüz, uçsuz bucaksız buğday tarlaları görüyoruz. Bu büyük ölçekli tarlalar, içi su dolu kanallarla süslenmiş. Atatürk Barajı’nın nimetleri kanal şeklinde, sulanmış tarlalar halinde gözler önüne seriliyor. Ancak yöre çiftçisinin bu olanaklardan yeteri kadar yararlandığı söylenemez. Nitekim daha önce gördüğümüz Malatya ovasındaki ve daha sonra göreceğimiz Maraş Ovasındaki ve Çukurova’daki toprak- ürün barışıklığını buralarda göremiyoruz.
Harran Ovasında toprak, güneş, su var ama bir şey yok. Onun eksikliği derinden hissediliyor. Öyle sanıyorum ki bura insanları, ruhsal yönden çiftçiliğe yeteri kadar hazır değiller. Çünkü tembel desen tembel değil. Çoluk çocuk Karadeniz’e fındık toplamaya gittiklerini gözümle gördüm. Pamuk işçiliği için her yıl Çukurova’ya ailecek taşındıklarını da medyadan okuyor, dinliyoruz. Eey, bu kadar çalışkan insanlar, Harran’da neden istenilen başarıyı sağlayamıyorlar? çünkü bura insanı ya yeterli çiftçilik eğitimi alamamış ya da bunlar, talih oyunu zenginlerinin hiç ummadıkları bir zamanda ellerine geçen bol paraya şaşırdıkları gibi şaşırmış, ve onu hazmedememişler. Daha doğrusu, ne oldum delisi olmuşlar.
Bazı tarlalarda sular taşmış. Tarlayı bataklığa çevirmiş. Bazıları ise yanı başındaki kanallarda dolu dolu sular akarken susuzluktan buğdaylar yanma derecesine gelmiş. Hele – sanıyorum Akçakale’ye giderken gördük.- iki kadın, tarla sulamaya çalışırken suya hakim olamıyor, çırpınıp duruyorlardı. Anlaşılan suyu gereğinden çok almışlar, ona da güçleri yetmiyor. Daha az su alsalar, zorlanmadan sularlardı, tarlalarını. Yani sözün özü: Harran’da Çukur ovadaki gibi verim elde etmek için uzun yıllara ihtiyaç var. Hoca’nın deyişiyle; “yağ var, un var, şeker var helva yapamıyoruz. Gün gelir, onu da öğreniriz inşallah…
Birkaç sene sonra yanlış sulama yüzünden, Harran’da toprağın tuzlanarak verimsizleştiğini okudum, üzülerek. Hatta kerpiç duvarlar bile tuzlanıyormuş. Ziraat mühendislerimiz ne yaparlar bilmem!..
Bir yandan Atatürk Barajı’nın suladığı uçsuz bucaksız Harran Ovansı seyrederken öte yandan aracımız yağ gibi süzülüyordu. Bu arada cep telefonumuz çalıyor. Sevgili Güneş Hanım Tokat’tan arıyor. O zaman cep telefonları bu kadar yaygın değil. Hiç beklemediğimiz anda, memleketten epey uzakta Güneş’in sesini duymak, ne büyük mutluluk. Bir an Tokat’a gidip geliyoruz. Ona ikinci baharı yaşadığımızı söylüyoruz. Konuşma bitince Harran Üniversitesi’nin kalıntılarına doğru devam ettiğimizin farkına varıyoruz.
Tekniğin imkânı, bizi bulunduğumuz yerden alıp bir başka yer taşımış, sonra da geri getirip aynı yere bırakmıştı.
YORUMLAR
Çok gezen mi, çok okuyan mı, çok bilir?
Doğru kalemden okuyorsa, çok okuyan çok gezen kadar bilir bence.
Mesela ben bu yazıyı okumak yerine, kalkıp, -hayal bu ya- aynı zamanda üstelik,
aynı yerleri dolansam gelsem, bu kadar düşünmezdim, adımbaşı.
Yani?
Yani, geniş açıdan görebilen bir yazarın kalemiyle seyahat, hem daha ekonomik,
hem daha faydalı, hem daha dinlendirici :)
Yediğiniz içtiğiniz sizde kalmış, gördüklerinize resmedip aktardığınız tüm birikimleriniz ve fikirleriniz de
biz okurların şimdi.
Teşekkür ve saygımla.
Emeğinize, yüreğinize sağlık, öğretmenim.
rsmcnb
Yorumlarınızla yüreklendiriyorsunuz. Böyle giderse gezi notlarmın tümünü bu siteye aktarmak zorunda kalacağım. Birisi ellerimi tutsun:))
Sevgi ve saygılarımla...
rsmcnb
Uzan zamandan sonra tekrar merhaba dediğim edebiyat defterinde sizden başka yorumuyla hoş geldin diyen çıkmadı.
Hem yorumlarınız, hem de konukseverliğiniz için teşekkür eder saygılar sunarım efendim...