- 767 Okunma
- 6 Yorum
- 0 Beğeni
Abanoz ve Fildişi
John Cornwall piyano taşır. Konuya yabancı kişiler için o sıradan bir hamaldır. John kendisine hamal denmesine alınmaz. Ama ben alınırım. Hem ağır, hem de son derece hassas olan bu çalgının bir mekandan alınıp, diğerine götürülmesi en az onu çalmak kadar ince bir sanattır. John Cornwall bu sanatı icra eder. İşinde iyidir. Deyim yerindeyse bir virtüözdür.
Piyano deyip de geçmemeli. Kızınızın büyük bir icracı olacağı hayaliyle aldığınız, apartman köşelerine tıktığınız, ancak bir sonraki kızınız için akort ettirdiğiniz duvar piyanolarından bahsetmiyorum. Onlar sizin olsun, dilediğiniz hamala taşıtın. Sözünü ettiğim kuyruklu piyanolar, Steinway’ler, Bösendorfer’ler, Zimmermann’lar... Hayatında iki üç kere tuşlara dokunmuş olanların başına oturmaması gereken piyanolar... John Cornwall bunları taşırdı. Kuyruklu piyanolar sokak kapısından giremedikleri için üst katlara dışarından vinç yardımıyla çıkarılırdı. O gün de, Cornwall ve yardımcıları, piyanoyu salon, konan bir kuş zerafetiyle indirmişlerdi. Sanki ben çalacakmışım gibi heyecanlanmıştım. Ama ne ben, ne de başka biri o gün piyanoyu çalmadı. Bir hafta kadar Boston’dan gelecek akort ustasını bekledik.
İlk gençliğimde bir filmde görmüştüm: Piyanist kadın kuyruklu bir piyanonun başına oturuyor, sol eliyle tek bir tuşa dokunuyor. Biraz aradan sonra yine aynı tuşa basıyor, sonra tekrar o tuşa... Su damlaları gibi tek bir nota odada yankılanıyordu. Sonra besteci içeri giriyor, duvar dibindeki bir iskemleye büzülüp kadına bakıyordu. Arka fonda ise bestecinin bu ilhamla yazacağı, kadının bastığı la notası ile başlayan konçerto çalıyordu. O günden beridir piyanoya oturduğunda eli la notasına giden bir kadının hayalini kurdum durdum.
Büyüyü yakın arkadaşlarımdan biri bozdu.
“La, konser notasıdır. Piyanonun akortunu kontrol için ilk basılandır. İşini bilen herkesin eli önce la’ya gider.”
Yani duyar duymaz, “İşte o!” diye haykıracağım tek bir kadın yok muydu? Yoktu. Ya da tüm kadınlar o özel kadındı. Yine de içimden bir ses işaretin bu olduğunu, onun la’sının diğerlerinden farklı çıkacağını söylüyordu.
...
Yvonne farklıydı. Konserin başını kaçırdığım için o ilk notayı duymamıştım ama salona girdiğimde çaldığı mezürü bugün bile hatırlıyorum. Onu ilk öptüğümde de o mezür hala kulaklarımdaydı, ilk kez kavga ettiğimizde de.
Parmaklarıyla iletişim kurmayı severdi. Sabahları alıştırma yapmaya başlamadan konuşmaz, sesini bir şan sanatçısı gibi saklardı. Salondan gelen melodiyle size günaydın derdi. Konser programında Rachmaninoff bile olsa, güne başladığı anki ruh halini yansıtan bir melodiyle giriş yapardı. Benim tercihim Barok bestecelerin sabahlarıydı. Onlar varsa duygusal yalpalamaları olmayan bir gün başlıyor demekti.
O çalarken elimde kahve fincanı, arkasından onu seyrederdim. Topladığı saçlarının altından uzanan boynu parmakları kadar zarifti. Kolsuz, askılı bir bluz giyer, evinin ısısının düşük olmasını dert etmezdi. Nereden edindiğini bilmediğim bir kapri pantolon saplantısı vardı. Genelde beyaz ya da siyah olan bluzların aksine pantolonları rengarenkti. Bir çift babet alıştırma kıyafetini tamamlardı.
Performansını yorumlamamdan hoşlanmazdı. Virtüöziteden anlamadığımı söylerdi. Anlamazdım, doğru. Beni bir kaç kere acımasızca test etmiş, sonrasında “Gördün mü?” bile dememişti. Yine de onun dinlemekten sonsuz bir zevk alıyordum. Ayakta durmaktan yorulunca kapı eşiğine bağdaş kurar, sırtımı yaslayıp öyle devam ederdim. Alıştırma bitene kadar salona girmem yasaktı. Bunu da asla çiğnemedim.
...
Son dönemlerde Yvonne huzursuzdu. Nedenini seziyor ama konuyu onun açmasını bekliyordum. Çok geçmeden o gün de geldi:
“Cuma akşamı resepsiyona davetliyiz.”
“İyi, gidelim o zaman. Ne giyeceğine karar verdin mi?”
“Ne giyeceğim önemli değil. Her zaman birşeyler bulurum.”
Hiç bir zaman giyinmesi kolay olmazdı. Sorun her ne ise, gayet ciddiydi.
“O zaman sorun yok.”
“Aslında var.”
Derdini paylaşmaktan çok, bulaşıcı hastalık gibi bana geçirmek üzereydi.
“Seni Keller Vakfı mütevelli heyetine nasıl tanıştıracağım?”
“Erkek arkadaşım demeni engelleyecek kadar tutucu değiller, değil mi?”
“Onda bir sorun yok. Ama başka yerde bir derdimiz var. Senin için ne iş yapıyor diyeceğim?”
Ev erkeği diye bir şıkkın olmadığını biliyordum.
“Yazardır desene.”
“Yapma lütfen! Neren yazar? Basılı tek bir eserin var mı? Kitabı geçtim, bir tane yayınlanmış öykün var mı? Birileri seni okumak için eline para tutuşturdu mu?”
Okusunlar diye ben para verebilirdim. Cevabımı beklemeden devam etti:
“Seninki küçük bir çocuğun mumboyalarıyla bir şeyler çiziktirip, ressamım diye ortalıklarda dolaşmasına benziyor. Yapma lütfen!”
...
Cuma gecesi... Evdeyim. Elimde mumboyalarım, size bu hikayeyi çiziyorum.
YORUMLAR
Cuma gecesi... Evdeyim. Elimde mumboyalarım, size bu hikayeyi çiziyorum.
Mükemmel bir hikaye ve de final.Siz çok güzel yazıyorsunuz hem de çokkk: )
İlhan Kemal
İlhan Kemal
Sadece bir öyküydü, uykuyla uyanıklık arası gelen. Saygılarımla.
İlhan Kemal
Teşekkür ederim. Saygılarımla.
Bu kez kaleminiz piyano tuşlarına değdi ve cuma akşamı güzel bir öykü yazmayı başardı...
Yazınız beni oğlumun piyana dersi aldığı yılllar götürdü. Okuldan gelir çantasını fırlatır ve piyanonun başına otur tüm gücüyle çalmaya başlardı ta ki hocası tarfik kazası geçirinceye kadar....Sonra bıraktı...
Tebrik ediyorum, yine güne gelmeli ...Sevgilerimle...
canandemirel tarafından 5/31/2012 8:37:28 AM zamanında düzenlenmiştir.
İlhan Kemal
( ""Cuma gecesi... Evdeyim. Elimde mumboyalarım, size bu hikayeyi çiziyorum."""
Bence harika bir öğretmen eşliğinde Ustalaşıyorsunuz....Bu hikaye tam sizden beklenendi ve size başarılar diliyorum..)
Der hikayenin içinde yaşayan bir dostunuz ve bende öyle dedim.
İlhan Kemal
Çok farklı konular seçiyorsunuz bu da her seferinde okuyucu için heyecan uyandırıcı oluyor. John Cornwall'un hamal haliyle gösterdiği duyarlılığı Yvonne sanatçı haliyle gösterememiş ama ben öykünün bir yerinde Cornwall ile tekrar karşılaşacağımızı sanmıştım. Bir de fildişini merak ettim. Fildişi tuşlar olabilir mi? Öyleyse piyano bir servet ediyor demektir. Ve biraz da cana kıyıcılık barındırıyor demektir. Yine internete girip piyano yapımı hakkında bilgi edinmem gerekecek.
Ellerinize sağlık.
İlhan Kemal
Cornwall'ın görevi piyanoyu salona çıkarmak (Bir noktadan sonra da indirmek) idi. Beklentiniz konusunda haksız olmayabilirsiniz ama ben böyle bir yapıyı (L tipi hikaye diye adlandırdığım) tercih ettim. Dün gece uykuya dalmadan önce gelen bir öyküydü; neredeyse o andaki haliyle bırakmak istedim.
Küçük hikayem için yazdığınız güzel yoruma teşekkür ederim. Saygılarımla.