- 988 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
YAĞMURDANDIR
Kalın perdelerin gölgelediği küçük salonda sıkışmıştı anılarım...Duvarda hayretle bakan çocukluk gözleri...Eski ama hala işleyen renkli bir saatin ısrarlı tik takları...Mutfağın yabanıllığından gelen çıtırtılar...Pembe porselen etekleri yelpaze gibi açılmış eski zaman biblosu...Rengi solmuş havı iyiden iyiye dökülmüş olan kanepede oturmuş seyrediyorum her şeyi...En çok da hızla akıp giden zamana kurban giden bebek bakışlarımı...Soluk alışımın bir aşamasında büyümüş ve belki de hiç gerekmediği kadar fazla... Renkleri yitirecek kadar çok gelişmiş göz bebeklerim artık...Kalın perdeleri çekiyorum iyice...İçeri girecek gündüz aydınlığının faydası olmayacağını biliyorum bu salona...Çantamı kapıp başım önünde sessizce çıkıyorum evde ve ayak sesi çıkartmamak için özenli ve ürkek süzülüp gidiyorum apartmandan... İçerde kalan asıl BEN’in, belirsiz bir gölge gibi kaçıp giden BEN’i izlediğini bilmeden...O günden sonra hiç bir şey eskisi gibi olmadı...Hayat kalan ve giden benlerin arasına sıkışıverdi aniden ...Her şey karıştı...Karmakarışık oldu...BEN ve BEN yüzünden.
Sahne 1: Kadın bebeğin altını temizliyor...Mutfağı dolduran karnabahar kokusuna karışan bebek pudrası midesini bulandırıyor bir an. Ama sonra kendini toparlayıp altını bağlıyor ve yatağına bırakıyor bebeği...Kendi de yatağına uzanıyor...İyice hantallaşmış bedenini yavaşça sağından soluna çeviriyor...Geniş kalçalı, sarkık göğüslü ve iri göbekli bir kadın oldu artık ve bundan sonra ne yapsa eski çevikliğine kavuşamaz.
Sahne 2: Kumral uzun boylu bir kadın fotoğraf makinesinin son ayarlarını yaparken modeli de hazırlanıyor. Kıvırcık kızıl saçlı beyaz tenli hüzünlü bir yüzü olan model beyaz saten kumaşlara sardığı bedenini kesif ışıkların karşısında sergiliyor. Fotoğrafçının isteğine göre gülümsüyor, kaşlarını kaldırıyor yada başını sağa sola oynatıyor...Kızıl kıvırcık saçlarını bir omzundan diğerine savuruyor...Fonda Jan Garbarek’in yumuşak ama kararlı müziği...Arka taraflarda bir yerlerde mamasını yiyen bir siyam kedisi...
Sahne 3: Doktor düşünceli bir tavırla camdan dışarıyı yağmur altında iyice silikleşen caddeleri ve koyu bir leke gibi titreşen insanları izliyor. Bölünmenin ne zaman başladığını bilmek istiyor...İnsan beyninin labirentlerinin nereye kadar uzandığını da bilmek istiyor ama..Kendini aciz ve çaresiz hissettiği bir an bu...”Belki yağmurdandır “ diye söyleniyor kendi kendine...
Babam öldüğünde çocuk değildim. Yetişkin ve ne istediğini bilen, ayakları yere basan genç bir kadındım. Yine de bir karabasan gibi üzerime çöktü ölüm korkusu...Hayatın bir gün sonunun geleceğini biliyordum elbet, ama böylesine açık ve çıplak yaşamak bu sonu...Beni alt üst etmişti. Babamın iyice zayıflamış ve hatta yok olmuş bedenini renkli bir battaniyeye sarıp götürdüler geride çok yaşanmış ve çok tüketilmiş 3 hayat bırakarak...Babam, annem ve ben...
Cenazeye gitmedim, çünkü ölümün estetize edildiği bu törensel buluşmalara tahammülüm yoktu...Sonrasında ise her hafta mezarlıkta mermerin soğukluğunu paylaşıyordum babamla...Onunla ölüp giden ve onunla gömülen parçamla konuşuyordum...Mezarlıkta dolaşmayı seviyordum.
- Sonra ? dedi doktor
- Sonra evlendim.
- Nasıl yani birdenbire mi ?
- Evet birdenbire. Bir tanıdığımızın tanıştırdığı benden 6 yaş büyük bir mühendisle kısa bir tanışma anlaşma döneminden sonra hemen, fazla uzatmadan evlendim.
- Neden bu acele? Aşk mı ?
- Aşk mı? ...Hayır.Yüzüne bile tam bakmamıştım ki...Ölüm korkusuydu sebep...Yapayalnız ölüp gitmekten korktum...
- Evlenmek için garip bir sebep değil mi?
- Hiç değil !. Diğer evlilikler nasıl yapılıyor sanıyorsunuz ?...İnsanlar ölüm ve yok oluş korkusundan evlenip çocuk yapıyorlar...
- Ama bütün hayallerinden vazgeçtin bir anda değil mi?
- Her şeyin bir bedeli vardır doktor.
Yağmur öylesine güçlü yağıyordu ki çamur ve sel suları sokaklar boyunca akıp gidiyordu.Paçalarını sıvamış paltolu ve takım elbiseli erkekler, çocuklarını kucaklamış topuklu çizmeli, saçları meçli kadınlar ya da her şeyi boş vermiş bata çıka patır kütür yürüyen varoş gençleri...Soğuk, kirli, ışıksız ve silik bir akşam üzeri saçlarını at kuyruğu yapmış uzun boylu kumral bir kadın Cihangir’de eski bir apartmanın kapısına geldiğinde durakladı. Tam anahtarını çıkaracaktı ki onu gördü. Kıpkızıl saçları omuzlarına özensizce dökülmüş, yünlü çingene deseni bir etek, eski deri bir ceket, ve bordo kalın botlar giymiş bir kadın merdiven basamağına çökmüş, sigara içiyordu...Saçlarının uçlarından yağmur suları sızıyor, ıslak giysilerinden hafif bir nem kokusu geliyordu...
Aynı anda bakıştılar...
- Beni Serdar gönderdi...Fotoğraf çekimleri için...
- İçeri gel ! Islanmışsın.
Sahne 4: Adam dikkatle TV’deki haberleri izleyip çayını içiyor ve kekini yiyor. Üzerinde lacivert bir eşofman...Saçları dağınık gibi biraz...Henüz duş almamış, belki de almayacak bu gece. Yorgun ve biraz da bezgin...Trafik felaketti... Yağmur da hiç durmadı bütün gün. Kayınvalidesinin yaptığı kek de pek lezzetli olmuştu doğrusu...Kalkıp bir dilim daha kesti kendine, bir de çay doldurdu ince belli bardağına...Karısının boş fincanına baktı ve içeriye bağırdı “Çay ister misin ?” diye. Kadın istemedi. “Ne anlar şu kalın seramik kupalardan bu kadın” diye düşündü. Zaten evlenmeden önce de bir tuhaftı, bebek doğduktan sonra eni konu acayipleşmişti..”.Daha normal, daha kadın birini bulabilecekken neden onunla evlendim” diye düşündü. Belki kendine güvenli havası, kültürü, zekası falan çekici gelmişti. Allah için kültürlü kadındı ama, çok kadın değildi. Öyle narin, kocasının yolunu gözleyen, yumuşak, fıkır fıkır bir kadın değildi. Etek bile giymezdi pek. “Hoş bunlar ailecek böyle” diye düşündü. Kayınvalidesi o yaşına rağmen kot mont ve kot pantolonla gezer, saçlarını kısacık kestirirdi. Kayınvalidesi ressamdı. “Severim onun ressamlığını” diye alay etti.
Bebek aynı annesi gibi keskin ve ısrarlı bakıyordu. Belki bu yüzden pek sevememişti onu...Kendinden çizgiler aramış ama bulamamıştı. Sinirlendi birden ve duş almamaya karar verdi.
Tam istediği gibi bir modeldi. Az konuşuyor, çok çalışıyor ve kaslarının tutulmasından dolayı sızlanmıyordu. Duru ama tehditkar bir güzelliği vardı...Her türlü ışıkta, ve birçok dekorda çalıştıktan sonra mola verdiler ve boğazı kuşbakışı seyreden oturma bölümünde kahvelerini yudumladılar. Fotoğrafçı konuşmadı, kadın ise sadece boğazı seyretti.
Sonraki gün Serdar’ın bulduğu asıl kız geldi. Sarışın bir Lolitaydı ve 10 dakikalık konuşmadan sonra üzgün ve kırgın stüdyodan ayrıldı. Fotoğrafçı modele kim olduğunu sormadı ve daha o konuşmadan “Gece istiyorsan burada kalabilirsin” dedi. “Kalırım” dedi kadın, “Kediye de bakarım”.
Sahne 5: Bebek ağlıyor morarırcasına...Kadın elini cama geçirmiş, akan kan yerde minik göller oluşturuyor...Kanlı elini üzerine siliyor ve salona doğru yürüyor sakince...Oradan mutfağa geçiyor ve dolaptan süt şişesini çıkarıyor, bebeğe mama yapması lazım...
Temizlikçi kadın çığlık atıyor.
Neden mi yaptım ? hayatta sorulacak ne gereksiz soru bu doktor...neden yapmadım diye sormalı asıl ..Yapılmış değildir insana koyan, Yapılmamıştır. Elde fırsat varken asla yapmadıklarımızdır.
- Neyi yapmadın peki ?
- Ben varım demenin dışında her şeyi yaptım.
- Ama “Ben varım” demediysen...
- Hepsi boş değil mi doktor?...
- Peki ya bebek ?
- Bebek...O bile kanıtı değil varlığımın...
- Sence varlığın kanıtı nedir ?
- Varım demek ve yolunda yürümektir doktor, hem de hiç arkana bakmadan...Bir kez arkana bakmışsan, bitmişsin demektir. Babam öldüğünde işte ben arkama baktım. Anlıyor musun doktor, durup arkama baktım. Yapılacak en büyük hatayı yaptım.
Sahne 6: Fotoğrafçı modelin ağrıyan sırtına masaj yaparken fark etti elindeki ince izleri...Kesikler iyileşmiş, ancak belirsiz izleri kalmıştı...eli yakaladı ve ışıkta baktı iyice...Model gülümsedi “Eski bir hesaplaşma” dedi ve sonra o sormadan ekledi “Kendimle”.
Kızıl saçlı kadın başını yumuşak koltuktan kaldırıp gülümsedi doktora...
- Demek böyle ?
- Evet...Pişman mısın hala ?
- Evlenmediğim için mi ?
- Evet evlenip bir bebek sahibi olmadığın için.
- Sanırım hayır.
- Evlenseydim böyle bir hayatım mı olacaktı sizce?
- Aşağı yukarı...Unutma bu hayatı sen kurguladın. Ben sadece aradaki geçişleri yaptım.
- Herkesin gittiği yolda bir numara yok o zaman ?
- Yok tabii ki..Herkes gitti diye o yoldan yürüyeceksen bil işte...
Kadın iyice gevşemişti, kahvesinden bir yudum alıp doktora minnetle baktı.
Kalbinin ortasına nicedir çöreklenen o yılandan kurtulmuştu belki de...Emin değildi henüz ama derin bir soluk alabiliyordu artık bu çok önemliydi.
- Karar verdim dedi.
- Modellik yapmaya mı?
- Evet.
- O kadına mı gideceksin ?
- Evet.
- Güzel bir başlangıç.
- Sence geç bir başlangıç mı ?
- Hiçbir başlangıç geç değildir.
Kadın yağmuru yüzünde hissederek yürüdü...Damlacıkların yumuşak okşayışında büyülenmiş gibiydi. Eski apartmanın kapısına gelince durdu ve basamaklara oturup bir sigara yaktı.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.