- 627 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
HUYSUZ KALEMLER
Söz güçlüdür. Ve Edebiyat, gücünü samimiyetle söylenmiş , yazıya dökülmüş sözlerden alır. Toplumlara “Millet” olma bilincini veren ortak kültür, değer ve yaşamı paylaştıkları coğrafya ise eğer, milletlerin ileriye taşınması görevini üstlenen aydınların ödüllendirilmesi beklenir.
Toplum bilinci, Antik Yunan’da en üst düzeye çıkmış, idealizmin atası sayılan Platon’la günümüze dek süren ve tarih boyunca bütün düşünce sistemlerini etkileyen gerçekçi Devletçilik akımının temelleri atılmıştır. Bu öğretiye göre fertlerin eğitimi erdem kazanmak için değil, toplum ve kent yaşamını yükseltmek amacını taşımalıdır. Bireysel gelişimin ve bunun kişiye sağladığı faydanın bir önemi yoktur.
Oysa sanat, bilhassa edebiyat, öncelikle bireysel bir üretimdir. Eser sahibinin hissî ve fikrî dünyasını, şahsi duygularını ortaya koyan yapıtlar, kimi zaman yalnızca zevk için yaratılmışlar, toplumlar da, bu bireysel çabalar sayesinde nesilden nesle geçen sanat eserleriyle zenginleşmiş ve bu zenginlikten en üst derecede faydalanmışlardır.
Düşünceler evrensel olabilir ancak duygular toplumlara özgüdür. Bu içten duyguların, coşkulu ve bilinçli ifadesini en güzel ortaya koyan da Edebiyat olsa gerek.
Kuşkusuz, tarih boyu bu ortaya koyuş, her devride aynı yansımayı görmemiştir. Ödüllendirmenin yanı sıra siyasi iktidarların susturmakla kalmayıp hapsettiği, sürgüne yolladığı ve hatta ortadan kaldırdığı onca fikir işçisi, sanılanın aksine yok olmadılar. Hâlâ isimleriyle, davalarıyla tarihin sayfalarında, unutulmamak üzere, hizmet ettikleri toplumların hafızalarında yaşamlarını sürdürüyorlar.
İktidar sahip olduğu tüm güce rağmen yazılmış bir “söz”den korkuyor. 17. Yüzyılın büyük şairlerinden Nef’i’nin hikayesi hüzünlüdür. Erzurum’un soğuk kışlarında törpülenmiş bu hassas kalem, keskinliğinin yanında huysuzdur da… Etkilendiği İran edebiyatının meşhur şairleri Sadi ve Hafız’ın eserlerinden aldığı ilhamla ortaya koyduğu eserlerle ünlenmiş, Saray’da ustalığı ve zekâsıyla Sultan IV.Murad’ın övgüsüne mazhar olmuş ve himayesine girmiş buna rağmen yergilerindeki dozu bir türlü ayarlayamamış acı akıbetini yine kendisi hazırlamıştır. Yazdığı cüretkâr hicivlerin ölümüne sebep olma ihtimâli kendisini durdurmamış, tutuklu bulunduğu zindanda kendisine son bir şans veren siyahi harem ağasını derisinin rengiyle aşağılayarak, yine bildiğini söylemekten geri durmamıştır.
Oysa takip eden Lale Devri’nde ortaya çıkan Şair Nedim yalnızca güzelliklerden bahsetmiş, Sultanları, Sadrazamları öven kasideler yazarken incelikli üslubuyla zevk ve sefa âlemlerini coşturmuş zavallı Nef’i’ye nasip olmayan taltiflerle sanatının zirvesini gururla yaşama talihi bulmuştur.
Sanatın taltifinin , yalnızca –tâbiri caizse- dalkavuk münevverler şahsında ortaya çıkması tesadüf değildir.
Aksi ile ispatın mümkün olduğu Pir Sultan Abdal, Namık Kemâl, Dünya Edebiyatında Dostoyevski, Oscar Wilde ve adını sayamayacağımız nice yazar ve şairlerin cezaevi hikâyelerinde açıkça görülmektedir.
Ülkemiz aydınlarının özellikle Tanzimat döneminden sonra çağdaş batı medeniyetlerine duyduğu ilgi, oradaki yaşayış ve bilinç düzeyini ülkelerine getirme arzuları dikkat çekicidir. Bu durum elbette iktidarın da gözünden kaçmayacaktır.
Namık Kemâl’in devletine hizmet eden bir memur iken Şinasi ile tanışması hayatının akışını değiştirmiştir. Bab-ı âli tercüme odasından Paris’e, oradan Londra’ya uzanan öyküsünde sosyal haklar, kadınların eğitimi, istibdatla savaşmak üzerine ulaştığı bilinci, döndükten sonra topluma aşılamaya çalışırken zindanlar, sürgünler de onu bekliyordu.
Ve Cemil Meriç. Onu yine en güzel kendi cümleleri tanımlar: “Yeri geldiğinde mahkemede haykıran bir Marksist, yeri geldiğinde Batı’nın gururu ve önyargısı karşısında onurlu bir direnişçi. 200 yıllık bocalamamızın hikâyesi. Hayatını Türk irfanına adayan idrâkimize giydirilmiş deli gömleklerini bir bir parçalayan münzevi ve mütecessis bir fikir işçisi.”
O da huysuz kalemlerin mâkus talihinden nasibini alır. Hatay Hükümetini devirmek suçundan tevkif edilir. Kitaplarına dergilerine el konur. Yıllar sonra fikir dünyası şekillenip olgunlaştıktan sonra bile siyaset arenasına inmez . Cemil Meriç bana göre, yüzyıllardır Batı’nın kıyafeti giydirilmeye çalışılan bir coğrafyada ne tam Doğulu ne de asla tam Batılı olamayacağımızı gösteren bir “kanıt”. Söyledikleriyle rahatsız ettiği sistemlerin ve sözde aydınların şimşeklerini üzerine çekmiş, buna rağmen huysuz kalemiyle yazmaktan, savunduklarını ifade etmekten hiç vazgeçmemiş ,kendini kapattığı fildişi kulesinden memleketi uyandırmaya devam etmiş milli bir değer.
Tıpkı bu coğrafya ve asırlardır barındırdığı kültürler, mlletler , gelenekler gibi. Zevkler heyecanlarıyla Batı , düşünce ve inançlarıyla Doğu.
Ne o, ne öteki. Hem o, hem öteki.
Söz güçlüdür. Edebiyat, gücünü samimi sözden alır.
Şule TEK
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.