- 897 Okunma
- 7 Yorum
- 0 Beğeni
Meçhul Bekleyiş
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Hani gitmenin mecburi olduğu yollar vardır. Mecburiyet ikide bir sürünür aklın kıyılarına. Sen onu kovalarsın aklının en ücra en karanlık köşesine. Mecburiyetin adımları ağır aksak sürüyerek ilerlese de bir mecburiyet olduğunu hiç unutturmaz sana. Ve o her sürüdüğünde adımlarını, sıklaşır hatta hızlanır koşmaya başlar içinde bir korku bir şüphe. Korkunun ecele faydası yoktur der ya atalar. Korkunun önünü kesemez böylesi söylevler. Yüzleşmek gerek korkularla. Öyle diyor psikiyatrlar. Ben söz dinleyen küçük kız, karınca adımlarla tuttum yolu yine. Neden böyle hızlı yürüyorum hep babam gibi. Bu şehirde kaybolmaktan mı korkuyorum. Her sabah ve akşam kaçar gibi evin yolunu tutarken bir koşudur tutturduğum. Geç kalma korkusu mu? Say ki son otobüsü yakalama telaşı. Şehirdir tantanası, kalabalığında sürükleyen beni çoğu zaman.
İzin almadığım içindir belki bu koşu. Bilinsin istemiyorum nereye gittiğim. Yemek molasında tutuyorum yolu bu yüzden. Bir karşılama töreni olmayacak benim için. Taltif takmayacaklar bana. Hoş geldin diyerek buyur etmeyecekler nasılsa. Çay kahve ne içersiniz denmeyecek. Yorgun ve asık suratlar olacak. Gariptir bu hayat onlar yorgun ve bezgin; ben onlardan daha çok yorgun ve koskocaman korkularla doluyum. Karınca adımlarım gayet hızlı ve giderken her zaman ki gibi duaya bulanıyor dilim. Sabırlı olmayı diliyorum en çok. İçimdeki huysuz aksi, huysuz kızın tepesi atmasın diye dua ediyorum Rabbime. Tutmasın istiyorum yine huysuzluğu, basmasınlar yine damarlarına.
Önündeki işi bitirsin diye bekledim sabırla memurun. En çok sabır lazım şimdi bana. Günlerdir meşum bir şüpheye dolanmış aklımın yumaklarından yorulmuştum zaten. Salkım saçak bir söğüt ağacının yere eğilen dalları gibi umudum eğmişti başını yere. Bir kurt kemiriyordu söğüdün bedenini ve benim beynimi. Bir kovuk açmayı başarmıştı sanki içimde. Nihayet bitirdi işini memur ve alıp kimliğimi baktı. Ama benim bir aydır beklediğim raporu o da bulamadı. Yan masaya buyurun dedi en nihayetinde. Yan masa dediğim yanda değil bir alt katta koridorun sonunda. İnilecek merdivenler hep kolay gelir ya insana kolayca indim bende bir kat aşağıya. Sıra yoktu, hemen baktı ilgili memur ve oda bulamadı raporu "görünmüyor" dedi.
Evet dedim görünmüyor. Günlerdir e-sistemden sorguluyorum bende. İçimden söyleniyorum bir yandan "Önce artık her yerde etiket mecburiyeti hissettiren ezber TC Kimlik numaramı soruyor sistem. Yazmıyorum artık tek tek. İlk rakamı tıklayınca buluyor teknoloji harikası PC kalan sıralamayı ezberinden. Sonrasında güvenlik bağlamında "ana adı" yahut "baba adı" olmadı doğum yılımı sorgulamaya devam ediyor. Sistemler bile artık ne kadar güven verici dedirtecek cinsten. Ve her sorunun cevabını girerken iç sesimle kendi kendime iç geçiriyorum. Ahmet’ten olma Ayşe’den doğma diye sorgu hâkimi karşısında cevap verir nidayla tıklaya tıklaya buruk bir tebessümle artık kırk bir kere maşallahlık yaşını devirmiş bir kadın söyleviyle içeri giriyorum."
Sistemde kayıtlı bir rapor görünmüyor. Zaten bu yüzden geldim. "Yoksa uğramazdım kapınıza, rahatsız etmezdim sizi."
Hangi tarihte vermiştiniz bu parçayı diye sordu memur. "Parça ha?... Sizin için sadece adı bu mu? Kazınıp alınan bir parça."
Bu sorunun cevabı bir an tüm aklımı dağıttı. Derine yuvarlandım
//Ayşe Ablanın ölüm haberini aldığım gün diyemezdim ama işte o gündü. Ve ne yazık ki Ayşe ablada bana kastetmeye çalışan bu hastalığın pençesinden kurtulamayan çok yakın bir dost. Tam masaya yatacağım an kız kardeşim aradı cepten, haber vermek için muhtemelen. Apar topar açtım. Hastanede olduğumu bildiğinden ne diyeceğini sormadan, operasyona aldılar şimdi masaya yatacağım dedim. Beni soracağını düşündüğümden belki. Tamam dedi o çıkınca ararsın sen.
Saçma sapan gelir bana bazen düşüncelerim. Hangi acı daha büyük hangisi daha canını yakar ki insanın. Acının ayırımı yapılır mı? Hepsi can yakar. Çoğu zaman ruhsal acıların sarsıntıların daha can yakıcı olduğu kanaatine kapılmanın sebebi belki böyle evrelerden daha hiç geçmemiş olmaktı. Gençsin ve çekebileceğin en büyük sarsıntı saçma sapan bir tek ediliş, giden bir sevgili yahut bir gençlik aşkıdır ve sen sanırsın ki bu büyük bir acıdır. Böyle düşündüğüm cahillik anlarım olmuştu demek ki... Ruhsal acının daha büyük olduğu savı ve sanrısı... Oysaki ben biliyordum ki bunlar çocukça hallerdi; hayatla yüzleşmediğimiz traji komik acılar. En başta büyük acı "ölümdür". Sevdiklerini kaybetmek. Alışamam sandığın ne çok acıya alıştırır bu hayat. Ve unutamam sandığın ne acıları unuttururdu da ruhun duymazdı.
Ama fiziksel acının boyutu hep çok başkadır. Dişin ağrısa tüm düşüncen aklın, afakın bu ağrıya ve onu nasıl gidereceğin konusuna yönelir. Gergindim korkuyordum ve yalnızdım. Ki bu tip operasyonlara alınırken kimseyi yanına almazlar. Kapıda bir kâğıt imzalatılır. Hastanede sana yapılacak operasyonda sorumluğu aldığını mı beyan edersin; nedir hala anlamadım bu imzanın manası. Bana söylendi evet doktorlar benden bir "parça" kazıyıp alacak. Bakacaklar nedir hastalığımın son hali. Beynin kazınması kadar insanı derine iten bir hal bu. Özellikle bu kâğıdın imzalatılması gerilimi artırıyor. Yani ciddi bir durum olduğunu ayrımsayamıyorsun bir kere. Sanki "evet biliyorum ve sorumluluk bana ait" der gibi. Bu ikinci olduğundan belki hazırlıklıydım desem de hazırlanamamıştım demek ki. Garip haldeydim; ilk operasyonda ne kadar canımın yandığını unutmuştum. Sağ olsunlar yeniden hatırlattılar. Acıyla bağırmamak için elimi ağzıma kapatıp, hadi ama geçecek çocuk musun sen diye kendimi azarlasam da. Canım yanıyor demeyi başardım. Az kaldı dedi cerrah. İçimden tekrar edip durdum "az kaldı" sık dişini.
Beynimin bu acıyla nasıl bir çığlık attığını, acıyı her yerimde derinden nasıl hissettiğimi gözlerimden yaşların fışkırdığını hemşirenin bana bakan gözlerinden anladım. Acıyla kavrulan, ağlayan bir kadının hali korkutuyordu demek ki her insanı. Bana ruhsuz gibi görünen donuk gözlü o hemşire durumum karşısında insafa mı gelmişti. Tek anladığım işlerinin sorunsuz bitmesini istediğinden olacak; ilgili hatta yakın davranmaya çalışıyordu sadece. Ve benim en nefret ettiğim bakışla "acıyarak" bakıyordu bana. Gerçekten acıyordu da ondan mı bana öyle bakıyordu yoksa durum karşısında içimdeki kız mı uyduruyordu tüm bunları. Kendimle değil o soğuk gözlü kadınla beynimi meşgul ediyordum tam da bu anda. Bir tür savunma mekanizmasıydı kim bilir. Çok kısa dakikalar içeren bir operasyonda beyin neler düşünüyordu sahi bir an.
Her yerime hücum edip beynimi uyuşturan acı beni kendimle meşgul etmeye o kadar mecbur etmişti ki; bana iyi misiniz diyen sorusuna geç cevap vermem onu da paniğe sevk etmişti bu sefer. İyiyim dedim bir mecburiyetle. Oysaki ölüyorum diye bağırmak geldi içimden. Ne yapıyorsunuz bana demek istedim. İlkinde bu kadar canım yanmadı diyebildim sadece. Ve nihayetinde bitti. Doktor kanlı eldivenleriyle uzaklaşmadan evvel bitti, geçmiş olsun dedi. Bitmiş miydi? Bayılmak üzereydim ama bayılmadım. Hemşire kalkma yat biraz dedi. Kalkamadım... Zaten kalkacak gücüm yoktu. Neden sonra güç buldum kendimde ve kalktım. Ben giyinene kadar hazırlanmıştı her şey. Nereden ne zaman sonucu alacağımı bildiren bir kâğıt ve bugün tekrar işe geri dönmeyeceğimi bildiren rapor tutuşturuldu elime ve çıktım. Kapıda durup dinlendim. Bir taksiye el edip bindim zor zahmet.
Takside aklıma geldi kız kardeşimi aramak. Eve geliyorum perişanım diyecektim belki. Çalan telefonunu açan kız kardeşime daha ben bir şey söyleyemeden. Nasılsın dedi o. Canım yanıyor eve geliyorum dedim ben. Biz evde yok’uz dedi. Ayşe abla vefat etmiş, onun evindeyiz. Demek Ayşe abla ölmüştü. Tutamadım kendimi daha fazla ve hıçkırarak ağlamaya başladım. Kız kardeşim tamam sakin ol Ablam evde söylerim taksiyi karşılar hadi üzülme, bak çok acı çekti biliyorsun, kurtuldu dedi. Ölüm........ Acı çekmek....... Kurtulmak.........
Kapattım telefonu. Taksici elbette ki panikle telefonda ne konuştuğumu bilmediğinden olacak. Ağlamamın şiddetinden ürküp, İyi misiniz hanımefendi dedi. İyiyim dedim ama lütfen hızlı gitmeyin ağrım var. Şuan her türlü acıyı yaşıyorum diyemedim sadece. Pustum köşeye ve sarsıla sarsıla ağlamayı sürdürdüm.//
"Hayatın zor günlerinden biriydi" dedim içimden anımsayarak bir an tüm yaşadıklarımı.
Memura dönüp bir ayı geçti dedim.
Siz dedi, girişte bulunan B polikliniğindeki patoloji laboratuarına gidip oradan soracaksınız.
(Ben A poliklinikteydim B yukarı girişteydi C-D daha doğrusu E şıkkı neredeydi acaba. İçimden girdiğim sınavların bilmem kaçıncısında bir kız çocuğu E hiçbiri şıkkını arıyordu sanki.)
Girişte acilin yanındaki bina B poliklinik 2 katında patoloji oradan baksınlar neden yazılmamış raporunuz bir sorun.
Bu hastanenin en iyi bildiğim yeriydi Acil servis kapısı. Saymaya üşendi aklım anmak istemedim acillik olduğum günleri. Buna da şükür dedim. İyi biliyordum Acil kapısından giriş yapmak ne demekti. Korkuyla alakası yoktu hızımın kesilmesinin yol yokuştu. Hayatta işte hep inişi yoktu merdivenlerin şimdi yokuş çıkma zamanıydı. Bahçenin her yeri sıcak güneşle kavruluyordu bana öyle geldiğinden değil evet hava çok sıcaktı saat 13,30 olmuştu. Ruhum esrik bir hal alırdı hastane bahçelerinde. Bu yüzden yatıştırmak için tüm duygularımı bir banka oturdum. Beklemenin aklı melanetlere saldığı hastane bahçeleri. Annemin "Allah bu kapılarda kimseyi bekletmesin, muhtaç etmesin, eksik etmesin dediği" yer. Ve yine de aklımın şükretmeye bulandığı yerler; hastane bahçeleri. Benden daha hasta daha aciz insanları görüp "Şükür Yarabbi" dediğim bahçeler. Arka bankta iki beyaz önlüklü hastane çalışanın benim gibi öğlen yemeği molasında olduğunu fark ediyorum. Sahi onlar nasıl dayanıyor bu bahçeye. Onlar için ofisin bahçesi burası. Onlar için ben sadece bir "iş" im aslında. Bunu ayrımsamak tuhaflaştırıyor beni. Gözlerinin önünde oturmak istemiyorum. Tüm gün PC ye ya da dosyalara bakan ben. İş merkezinin bahçesinde iş görmekten hoşlanmadığımdan olacak kalkıyorum. Usulca farkına varılmamış bir kaçış planlıyorum kendimce. Benim düşüncelerimden onların aklına sanki bir şeyler yansıyacakmış korkusuyla... Beni bir iş gibi gören bu insanların daha fazla öğlen yemeklerini ihlal etmek istemiyorum kendimce. Elbette ki onların ne düşündüğü meçhul bana.
Çaldığım üçüncü kapının yolu pek yokuş. Hayatımın yokuş yollarının seyrine bile varamadan aklımda korkularla çalıyorum üçüncü kapıyı. İşlerini bitmesini bekliyorum yine. Bir bayan doktor ve bir memur bayan hararetle PC başında bir şeyler arıyorlar fark ediyorum. Ve nihayet bana sıra geliyor. Buyurun diyor kız bana bıkkın bezgin yeşil gözleriyle. Soğuk bir hali var donuk ifadesiz gözlerinin. Kimliğimi uzatıp izah ediyorum. Bakıyor PC den bir numara yazıyor kâğıda ve bir doktor adı. Yan kapıyı kalkıp açmaya giderken "içeri gelin" diyor bana. İçeride ifadem alınacakmış nidasıyla. Bir kapıyı işaretle gösterip kâğıdı veriyor elime. Bunu odada ki doktora verin baksınlar.
Korkudan belki, ortamın sessizliği ürkütüyor. Yan yana odalar ve bomboş koridorlar. Alışılagelmiş hastane koridoru değil. Laboratuar olduğu fazlaca belli olan temiz koridorda korkarak ilerliyorum. Öfkem korkum tarafından bastırılmış, mağlup edilmiş resmen çıt çıkaracak hali kalmamış. Kapıyı tıklatıp giriyorum içeri. İki beyaz önlüklü bayan doktor. Kapıda isimleri zaten yazılı göz ucuyla baktığımdan doğru isim ve doğru kapıyı mı tıklatıyorum düşüncesiyle kapıda yazan doçent dr. ibaresinin farkındayım sadece.
Kurulmuş cümle tekrarından bıkkın ama korkak bir nidayla "bir ay evvel parça alındı patoloji için ama raporu hala çıkmamış hocam size yolladılar diyorum". İsmini zikrettiğimde bana bakan beyaz önlüklü kadına. Kıvırcık saçları ve burnunun ucunda gözlüğü beni dinliyor yaşça benden büyük olduğu belli olan kadın. Bu arada başında bulunduğu mikroskobun başucunda yüksek bir sandalyenin tepesinde hala. Yaklaşıp veriyorum üzerinde bir takım rakamların olduğu kâğıdı kendisine. Bakıyor kâğıda biz bakalım siz dışarıda bekleyin lütfen diyor. Uzun sürer mi hocam diyorum. Yok diyor sadece. Ve dışarı çıkıyorum.
Baktığı mikroskoba takılıyor aklım. Ortaokulda mı diye düşünüyorum. Evet, ortaokulda fen dersinde mikroskopla baktığımız soğan kabuğu zarı geliyor nedense aklıma, rengârenk. Devamında aklıma üşüşen görüntü hızla bölünen hücreler oluyor. Bölüne bölüne çoğalan hücre hücre acılar. Hücrelere yapışıp hızla ilerleyen bir hastalık görüntüsü geçiyor aklımın köşesinden ve gelip göz bebeğime yerleşiyor görüntü. Bir TV ekranında bir doktorun sesi yankılanıyor aklımın içine çarpa çarpa. Bir elma diyor çürümeye başlayınca çürük kısmı kesip atsanız bile çürümesine engel olamazsınız. Çürümeye devam eder. Hatta diyor havayla temas ettiği için çürüme hızı artar. Gözümün önünde kocaman kıpkırmızı bir elma hızla çürüyor dalında. Aklımdan kovuyorum bu düşünceleri. Şükrediyorum yaptığım işe. Böyle bir işi yapmanın bende yaratacağı ruhsal çöküntüye katlanamayacağımı biliyorum. Hasta hücreleri saymak korkunç geliyor o an. Şükür diyorum içimden Rabbim dağına göre kar veriyor. Böyle bir "iş" kavramının ruhumu parçalayacağını düşünüyorum bir an. Yapamazdım diyorum.
Kendi kendime şaşkınım. Neden "hocam" diye hitap ettiğimi düşünüyorum. Bu payeyi hak ediyor demek ki diyorum içimden. Kim bilir benim yapmaya asla cesaret edemeyeceğim bir işi yaptığından susuyorum. Yinede kendimi sorguluyorum niye hocam dedim. Kadının belki beni dinleyen bakışlarının farkındayım. Belki o da benim korkak halimin farkında. Neden diye başlayıp hesap soracak mecalim bile yok korkudan. Oysaki bunu yapmaya fazlasıyla hakkım var. 23 günde çıkması gereken raporun üstünden 36 gün geçmiş durumda. Üstelik her sabah ve akşam internetten binlerce korkuya bulanarak her defasında türlü işkencelerle bu raporu beklemekten ölüp diriliyorken şimdi neden bu kadar korktuğumu anlamıyorum. Kötü bir sonuç mu çıkacak? Tek derdim bu aslında. Ve asıl meselem bana kayboldu alınan parça demeyeceklerini bildiğimden belki de savsakladıkları atladıkları bir "iş" olduğunu düşündüğümden yeterli sonuç alamadık "tekrar parça alınması gerekir" diye bir cümle kuracaklarını düşündüğümden bağırıp çağıramıyorum. Şimdilik işi tartışma boyutuna getirmek istemeyişimin tek sebebi aynı acıyı bir kez daha yaşamamak olduğunda susuyorum.
Öte yandan düşünmekten alıkoyamıyorum kendimi. Sahi ben raporum çıkmadı dediğim de ne düşündü doktor içinden. Aman, atlamışız işte ne yapalım çok yoğunuz. O tarihte tam tatile çıkacaktım demek ki o karışıklıkta unuttum mu diyordu içinden. Benim için hayati önem taşıyan bir rapor ve sonucu onun için sadece basit bir iş. Garip geliyor bu düşünce bana. Yaptığım işin insan hayatıyla bağıntısı olmaması ne kadar isabetli diye düşünüyorum sadece. Benim yapacağım hataların kimsenin hayatına kastetmeyeceğini hata yapsam bile bunların iki tıkla düzelebileceğini biliyorum.
Ayrımsamak. Farkına varıyorum bekleyen tek ben değilim bu sessiz koridorda. Ben yaşlarda bir bay var. Ama çok kilolu. Normal kilosunun iki katı bir durumda. Baktıkça üzüyor beni taşıdığı bu yük. Neden diyorum bu yükü çekmek niye. Biraz zayıflasa keşke. Ve yaşlı, bir yandan bastonuna öte yandan bankoya yaslanmış belli zor ayakta duran amcayı fark ediyorum. Bastonu görmek tebessüme sebep oluyor. Sen geliyorsun aklıma dost. Sana baston savaşlarına kadar yanındayım dediğim anlar. Amcayı takibe alıyor aklım. Yaşlanmanın zorluğuna takılıyorum. Seni düşünüyorum hala. Diyorum ki içimden dostum sakın yaşlanma sen bu halinle asla kaçamazsın benden. Bu düşüncede güldürüyor tabi beni. Sanki diyorum dostun yaşlanacakta sen yaşlanmayacak mısın? Diye kendime söyleniyorum. Amcanın kimseyi kovalayacak takati yok. Ve konuşmak bile istemiyor öyle yorgun bir hali var ki içime dokunuyor. Koridorda oturacak yer yok. Burası bekleme koridoru değil ama bekletilmekteyiz canım daha bir sıkılıyor amcanın hali yüzünden. Kendi yaşlı halimi düşünüyorum. Sen diyorum tak tak bastonu yere çalarak huysuzluk yapardın kesin diyorum kendi kendime. Söylenirsin bir yandan. Oysaki amca susuyor. Kim bilir amca da benimle aynı korkularla cebelleşiyor içinde.
Sıcaktan mı yaşadığım gerilimden mi boğulacak gibiyim. Ter basıyor bir an, sıkılıyorum çekip gitmek istiyorum. Gidemiyorum bir türlü. Elimi yüzümü yıkamam gerek ama çıkarsam ve doktor elinde raporla gelirse... Sabır diyorum kendi kendime. Duaya dolanıyor dilim gözlerimden çaresizliğin yaşları birikiyor. Hayır diyorum hayır; gözyaşı değil, sıcaktan ter bunlar. Ağlama, ağlamayacaksın. Saçmalıyorsun dur bakalım daha bir şey demediler. Çaresizim, kimsesizim avazım çıktığı kadar bağırmak istiyorum. Susuyorum içimden değil, bariz mırıldanarak dua etmeye devam ediyorum sadece. Duamı sesli okumak ve bunu kulaklarımla duymaktan mı yoksa gözyaşlarım duaya karışmasından mı bilmiyorum ferahlıyorum, biraz kendime geliyorum.
İşe geç kaldığımı ayrımsıyorum nedense. Dünyanın en önemsiz haliymiş gibi umursamıyorum bu durumu. Telefonum çalıyor ve açmak istemesem de açıyorum nihayetinde koridor o kadar sessiz ki tüm kapılar açılıp bana bakacakmış tüm çalışanlar sanıyorum. Kes şu sesi diyeceklermiş gibi hissediyorum. Arayan şirket arkadaşıma diyorum çok zamansız aradın. İstediğini yapmam için ofiste olmam gerekiyor ama değilim. Hastanedeyim diyorum hemen. Aciliyeti ne bu işin. Tamam diyor arkadaşım; çok da acil değil bekleyebilir bir kaç saat daha. Tamam diyorum, ben ofise geçince ararım seni ve kapatıyorum telefonu.
Nihayet kapı açılıyor ve doktor geliyor. Hasta siz miydiniz diyor bana. Evet diyorum. Aslında bulduk ve bakıyor arkadaşlar, kusura bakmayın gecikme için. Biraz karmaşık görünüyor iyice bakalım biz. Vaktiniz yok sanırım bekleyecek diyor. Evet diyorum işe geç kalıyorum ama yarında bakabilirim netten acelesi yok baksınlar rahat rahat. Tamam diyor doktor. İlaç kullanmış mıydınız diyor. Evet, ama bırakmıştım bir ay evvel diyorum. Rahatsızlık hala sürüyor mu diye soruyor. Evet diyorum hala devam ediyor. Yarın öğlenden sonra netten alabilirsiniz raporu. Tamam diyorum ve çıkıyorum kapıdan.
Beklenecek bir günüm daha var. Tam 24 saat daha. Ve karınca hızıyla koyuluyorum yola. Aklımın köşesinde kalan tek bir cümle beni eze eze yürüyorum kaldırımlar üstünde. "Biraz karmaşık".... İçimde yankılanıyor defalarca. Ne zaman karmaşık olmadı ki diyorum kendime. Rabbim karıncaya taşımayacağı yük vermez diyorum içimden.
Sesin yankılanıyor dostum kulaklarımda. "Kötüye bir şey olmaz, iyiyi Allah korur" diyen sözlerin takılıyor aklıma. Bilemiyorum şimdi iyi mi kötü müyüm? Ne fark eder diyorum. Tek bildiğim karmaşık olduğum. Karmaşık....
Zeynep Özmen - 17 Eylül 2011
YORUMLAR
Yazılanları hissederek okudum aynı olayları kızkardeşimle yaşadık onun yaşadıkları ameliyatı hepsi çok acıtmıştı içimi daha sonra bende düştüm yollara mecburen ama ben sonuçlandırmadım kaçtım vazgeçtim yazdıklarınızı yaşamaktan korktum ,kararı kendim verdim tepkiler alsamda iyi yada kötü kabulüm dedim :((
Tebrik ederim insanı içine alan güzel bir yazı,sevgilerimle
Dostoyevski'nin suç ve cezayı hatırladım. İnanılmaz güzel bir yazım. Yaşanmışlığınız mı bilmem ama çok kişinin hayatından bir kesit. Dediğiniz gibi Mevla kulunun taşıyamayacağı yük yüklemez kuluna.
Ve söylemek isterim ki, son 1,5 yıldır hastanelerin yollarını arşınlamaktayız. Bütün serzenişlerimi buraya aktarmışsınız. Benim kardeşim oldukça ağır bir vaka ama ben hergün kendime ve kardeşime şunu söylüyorum, Bak Rabbim bize ne diyor. '' Gevşemeyin, üzülmeyin, inanmışsanız üstün gelecek olan sizsiniz.'' Kainatın sahibinden bir söz aldık, Bize düşen gevşemeden inanarak yolumuzu tutmak.
Bu arada neden yazım günün yazısı olmadı diye içimden söylenirken gel görki bir dostoyevski var sayfada hadi diyorum kırk fırın ekmek yemeğe. İkram yokmu derseniz olurmu hadi buyrun bölüşelim derim. Sevgiler güzel yüreğinize, çok keyifliydi dersem acılara ayıp olur mu bilmem, ama bu hayatın yokuşunu çıkarken gülebilmek mesele. Size söylenen ''karmaşık'' bence şöyle algılayın. evet bir dert var ortada zira acısına ve zorluğuna katlandığında mükafatı hak katında. İşte bu yüzden karmaşık. Şer görürsün hayır olur hayır görürsün şer olur. İyi geceler diliyorum. Neticeyi bilmek ve duaya eşlik etmek isterim.
Hadi kovun beni arsızlaştım sayfanızı çokca işgal eyledim.
Yakamozmavisi
bir insan anlık psikolojisini ancak bu denli güzel anlatabilir, paylaşımınıza tşk...
Yakamozmavisi
Denemeyi okumadım
olayı birebir yaşadım sanki.
insanın duygularını kaleme bu denli dökebilmesi aynı zamanda da yaşamışcasına hissettirebilmesi büyük başarı bence .
şerlerin hayra dönmesi dileklerimle kutlarım Zeynep hanım sevgiler.
Yakamozmavisi
hanımefendi,bir doktordan rapor alınacak anı nefis bir anlatımla güzel bir yazıya dökmüşsünüz.
yazmanın hazzı güzelliği bu olmalı.Bana sorarsanız 4 cümle ile anlatırım.ama yazabilen bu anı sayfalara dökmekte.
görmek,hissetmeki yazıya dökmek güzel duygu olmalı.
Kalemi kutlarım.
İlk defa sizin resmizi gördüm ve memnun oldum. sanırım resim size ait.huzur veren bir yüz,Bu yazıların sahibini tanımak güzeldi.
kaleminize sağlık.