- 1625 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Kanadı Kırık Martı
Ayrılık söz konusu olduğunda şair kalemleri kırıklık üzerine yazmaya dolanır. Ayrılık şiirlerinin başkahramanıdır kanadı kırık kuşlar neredeyse her dizede. Hepimiz kanadı kırık kuşların uçamadığına şahit olmuşuzdur. Ayrılığın çaresizliğidir anlatmaya çalıştığımız. Kanadı kırık kuşlar üzerine pek çok yazı yazılabilir. Şairin betimleme dediği bu hal oldukça ağır bir yüktür bana göre bir kuşun kanadına. Aslına bakarsanız kuşların kanadı kırılınca ayrılığa, değil özgürlüğüne öykünür. Onun için hayatta kalma mücadelesi başlar. Uçamamak sadece özgürlük değil, aç kalmak demektir bir kuş için. Her ne kadar bizler de kanadımız kırıldı artık sevdaya uçamıyoruz özgürce diye öykünsek bile. Kanadı kırık bir kuşun gerçek hayatta yaşadığı o halle benzeşmez bizim tasvirimiz desem kızar mısınız bana. Hayır, işte birebir benziyor mudur sorusunun cevabı benzeş noktaların olduğudur sadece, şairi ilgilendiren kısım budur. Elbette ki her yazan, farklı manalar yükler bu küçük kanatlara. Bu bağlamda üzerinde tartışmaya açık bir konu değil bu, bana göre.
Bir kuşun kanadında özgürdüm ben. Bir kuşun kanadında özgürce süzüldüm senin mavi gökyüzünde, sen görmedin. İyi aşk şiirleri yazamıyorum sana, ayrılık şiirleri de yazamayacağım anlaşılan. Kıramıyorum hala kuşların kanadını.
Çöp atmaya çıkmıştım sadece. Çöp konteynırına elimdeki poşeti atmak isterken, hareket fark ettim çöpün içinde, bir tıkırtı, irkildim. Belki kediydi çöpü karıştıran. Elimde poşet bekledim bir an, kedi fark etsin beni de kaçsın diye. Ses durmuştu ama çöpten kaçan kedi yoktu hala. Çok da yaklaşmadan, her an fırlayacak kedinin varlığının hayaliyle, eğilip bakmak ihtiyacı duydum, ne vardı çöpün içinde. Gördüğüm beyaz bir kanattı sadece ilk anda. Mecburdum artık bakmaya ve çaresiz gözleriyle, irkilmiş bana bakan martıydı bu. Acı içinde ve korku dolu bakışları her yanımda hissetmem elbette ki içinde bulunduğum durumun bana verdiği sıkıntıdandı. Martısı bol bu şehirde kim bilir neydi şaşırtıp, onu alçaltan. Bir hatalı uçuşun sonrasında kırılan kanadını saracak biri bulunamamıştı belli ki insan kaynayan koca şehirde. Bir insanın çöpe atılması kadar ağır geldi bana martının çöpe atılması, canlıydı zira. Arabasıyla çarptığı insana bile sahip çıkmayıp, kaçıp giden onca insanın varlığı söz konusuyken, kim düşünecekti bu martıyı. Ama şu an kesişmişti yollarımız şehrin göbeğinde.
Çöpe atılacak ne çok şey bıraktım sana. Resimler, mektuplar, şiirler. Ama kısabilecek misin sen üveyiklerin seslerini ben giderken. Silebilecek misin tebessümle bakan gözlerimi, gözlerinden.
Hangi el olursa olsun, belli ki bir insan eliydi onu bu çöpe atan. Ve bende bir insandım. Ne yapacaktım şimdi ben. Doğrusu karar veremedim bir an. Nasıl çıkaracaktım bu martıyı o çöplerin içinden, ikimizde korkuyorken. Sonrasında ne yapacağımı düşünmedim o an. Tek mesele martıyı çöpten çıkarmaktı. Sadece kanadı kırık olduğundan, başını rahatça oynatıp uzattığım ele, bir kaç gaga hamlesi yaptığında işin zorluğunun farkına varmıştım. Kenara çekilip bir süre motive etmeye çalıştım kendimi, korkmamalıydım evvela ve doğru yerden tutup kanadına fazla hasar vermeden çekip almalıydım onu çöpten. Bana zarar vermemesi için öncelikle boynunu yakalamalıydım ve onu en rahat taşımanın yolu ayaklarıydı. Sakinleşip kendimi hazır hissettiğimde korkarak değil, atak hareketlerle yakaladım boynundan artık gerisi daha kolaydı. Başını yakalayınca hareketleri kısıtlanmıştı, zor olmadı ayaklarını yakalayıp çıkarmam onu çöpten. Martı artık teslim olmuş, direnmese de çığlıklarını sürdürüyordu. Martıların bu kadar büyük olduğunu nasılsa fark edememiş olduğumu anladım tam da bu anda. Kırık kanadı düşmüş, toplayamıyor bense acısını hissederek, en uygun şekilde taşımaya çabalarken bir yandan ne yapacağımı düşünüyordum. Çöpten çıkarma işini halletmiştim halletmesine de. Şimdi ne yapacaktım.
Kırılmış yanlarımı saklamaya çabaladım ben, sen görme diye. Sen üzülme en çok da acıma diye. Senin sabrından taştı bak benim bardağımdan. Kırıklarım öyle yaktı ki canımı uzanan dost ellerini de gagaladım ben acıyla. Ben böyleyim diyordun ya sen. İşte ben de böyleyim.
Zengin semtlerin özelliğidir, siz zengin olmasanız bile köşe başlarında veteriner bulunan pet shoplar. Bir kaç hayvan sever ne olduğunu anlamak için durdurup sorgulamıştı beni. Canım sıkkın, çöpe atmışlar, veterinere gidiyorum diye alel acele yanıtlamıştım sorularını. Geçen yıl yağmurda annesini kaybetmiş iki yavru kediden tecrübeyle evime yakın olan pet shopa ulaşmıştım en sonunda. Bir haftalık hayat mücadelelerinde ne annelerini bulabilmiştim iki yavrunun nede hayata tutunmalarına yetmişti gücüm. Veterinerle ahbap olmuştuk en nihayetinde. Martının kanatlarını kontrol ettikten sonra bir süre bakarsam ki en az on gündü bu bir süre, kırığının iyi olacağını, kanadının eklemine yakın olmadığı için şanslı olduğunu söylerken bir yandan gülerek "hep seni buluyorlar abla, asıl şansları sensin" dedi. İçim burkularak "evet hep beni buluyorlar ama kediler hayata tutunamadı biliyorsun, nasıl bir şanssa artık" dedim. Hala suçlu hissediyordum kendimi, kedilerin hayatını koruyamadığım, annelerini bulamadığım için. Teselli ederek veteriner "yok dedi, korkmayın bu martı ölmeyecek". Ama on gün bakmanız gerekecek.
Sevgi tüm insanların yüreğinde saklı bir rızıktır. Kimi kendine saklar içinde, pay vermez kimseye. Sevgide asıl olan paylaşmaktır, sevgi paylaşırsan çoğalır. Ben sevgimi annesini kaybetmiş kedilere, kanadı kırılmış bir martıya ve yalnız dağlara sundum insanca. Martı yaşadı, kediler öldü, dağlar susuyor.
Asıl sorun bir martıya evde bakmaktı. Karton bir kutuya koymanın doğru olmayacağını söylemişti veteriner. Kutu onu sınırlayacak, kanadını sağa sola çarpacak hasarı çoğalacaktı. Zaten onu koyacak hacimde bir kutu bulmam kolay değildi. Ne yapacağımı bilmeden tekrar zorlanarak alıp martıyı yola düşmüştüm. Balık almalıydım, yere serecek karton bulmalıydım, neyse ki pazar günüydü ve bunları yapacak vaktim vardı. Martıyı yere bırakıp, kapıyı kapatmış ve nihayet rahat bir nefes almıştım. Biraz dinlenip tekrar çıkmıştım, aç martıya balık almak ve karton bulmak gerekiyordu. Beyaz eşya satan bir mağazadan istediğim kartonları bulmuş, balıkçının yolunu tutmuştum. Ne yazık ki balık fiyatları oldukça yüksekti. Balık sezonu olmadığından, her gün balık almanın bütçemi zorlayacağını bilen veterinerin sözleri doğrultusunda, içine ekmek doğranmış hazır çorbalarla da destekleyerek devam etmem gerekecekti bakımına.
Sevmeyi bilen sevgiyi hapsedemeyeceğini, sınırlayamayacağını bilir. Sınırların varlığı daha da incitir kanatları. Hapsetmeye çabaladığın sevgimde sınırsızdı.
Ne yazık ki bahtıma çıkan martı, yeni erginliğe erişen genç irisi ve oldukça iştahlı bir martıydı. Her gün bir kilo balık almam balıkçının dikkatini çekmişti. Balıkçıların sürekli müdavim müşterileri olurdu ve ben onlardan biri değildim zaten. Balıkçının sorması işime gelmiş ve martıya baktığımı anlatmıştım, fiyatlardan dem vurarak. O zaman balıkçı ikinci bir poşet hazırlayıp vermişti bana, martı için. Biraz bayat balıklardı ama idare eder, demişti. Sevinerek gelmiştim kendimce eve. Martının önüne koyarken balıkları içim biraz daha fazla balık olmasından dolayı rahatlamıştı. Onu doyuracak kadar balık alamamak yeterince utandırıyordu beni. Ama bizim nazenin balıkçıl, taze balıkları iştahla yemiş, bayatlara dokunmamış, burun kıvırmıştı resmen. Eğilip kokladığımda haksız bulup, suçlayamamıştım bu davranıştan ötürü kendini, aksine daha çok utanmıştım. Balıklar leş gibi kokuyordu zira. Yavrusuna yemek alamayan anne, babalar gibi bir utanç yaşamıştım martının karşısında.
Ben en son bir martının yüzüne bakamamış, utanmıştım. Senden de utanmalı mıyım şimdi? Sevgi sunduğunda utanmalı mı insan. Sen sevgimi ittin, elinin tersiyle. Ben gözyaşlarımı itiyorum elimin tersiyle, söyle şimdi kim daha güçlü?
Ben nereden bilirdim ki kanadı kırık bir martıya bakmayı. İnsan bir martıdan utanır mıydı? Ben utanıyordum işte. Denizden avlanan martı için, balığa çıkmayı bile düşündüğüm anlar yaşattı bu hal bana. Balıkçıya daha bir kinlendim öte yandan, ne hakkım vardı bilmiyordum ama çok bayattı işte balıkları, ne demeye çoktan çöpe atmamıştı ki onları. Yolumu değiştirip, başka balıkçıya gider oldum. Bu sefer durumu izah edip yardım diledim balıkçıdan. Dilemek miydi, dilenmek mi bu bilmiyorum şimdi. Dilenmek bile umurumda değildi sanırım o an. Neticede martının bir an önce iyileşmesi gerekiyordu yoksa benim bütün hissiyat dünyam çökecekti. İnsan bir martı için dilenebiliyordu yahut işte ben dilenir gibiydim. Tüm bunlardan utanmıştım aslında ve konuşurken sesim bir kaç perde düşmüş, utancın altında kısılmıştı sanki. Allahtan bu seferki balıkçı beni anlayışla karşılamış, üzüntümü ve beni ezen utancı fark etmiş ve ertesi gün ayıklamış olduğu balıkları çöpe atmadan biriktireceğini söyleyerek beni tüm bu zorluklardan kurtarmıştı babacan tavrıyla.
Ben sevgimin mavi denizinde süzül istedim özgürce. Sen sevgi denizimde saltanat kurdun sandın, umursuzca sandal yüzdürmeye kalktın.
Emeklerimin karşılığını, beşinci günün sabahında almıştım. Gagasıyla tek tek tüylerini temizleyip yaralarını yavaş yavaş sarmıştı benim martım ve kanadını artık toplamaya başlamıştı. Belli ki o da benim kadar sevinmiş, henüz başarısız olsa da pike denemeleri yapmaya çabalıyordu. Kuşlar kadar özgür olan ben miydim o mu hatırlamıyorum. Günlerde perşembeydi ve izin almam mümkün değildi, pazar gününe kadar artık keyfiyetle ve mecburiyetle bana refakat etmek zorundaydı. Hem pazar gününe kadar daha iyi olacaktı. Uçmasının mümkün olmadığını o bilmese de ben biliyordum. Biraz daha beklemesi gerekecekti ama kendini koruyacak Marmara’nın akıntısında yüzüp avlanacak kadar iyi olacaktı.
Sevgi kanadım kırılmaz benim. Ben, beni bilenim. Seni de benden bildim. Acıttığın kadar acıttım seni. Bilirsin ben hataları ikiye eşit bölerim. Acıların, acılarım gerçeklerimizdir bilirim. Acıyan, acıtan yanlarımı da severim.
Nihayet pazar günü geldiğinde sabahın erken saatlerinde yola koyulduk. Bir kaç taksiciyle martım yüzünden tartışmış olsam bile en nihayetinde durak olduğu için ve böylesi semtlerde kafadan çatlak olduğu var sayılan bir hayvan sever olduğum zannıyla, mecbur kalmışlardı doğrusu beni ve martımı Beşiktaş sahiline indirmeye. İçimde onu bırakmanın hüznü olsa bile birlikte yaşayamayacağımı biliyordum. İnsan seli içinde en nihayetinde iskele kenarında denize yakın kumsalı olan kısma ulaşmıştık. Pek çok insan kucağında bir martıyla dolaşan bana bakıyor olsa bile; mutluk ve hüzün öylesine karışmıştı ki içimde onlara manasız gelen bir tebessümle ve en çok da gururla yürüyüp gitmiştim. İlk anda bırakmak istemedim kucağımdan ama ayrılığın çaresizliğine katlanacak ve onu ait olduğu maviliklere süzülmeye yollayacaktım. Kendimce son bir kez okşayıp başını setleri aşarak bıraktım kumsala. Bir an şaşkın ve sakar adımlarla ilerledi sonra vazgeçer gibi oldu. Yavrusu yeni yürüyen anne telaşıyla bekliyordum. En nihayetinde suya ulaşmıştı ve yüzmeye başladığında tuttuğum nefesi keyifle bırakıp, evet aferin sana diye içimden desteklemeyi sürdürmüştüm.
Ayrılıklar da hayata dair der şair. Her ayrılığın yeni bir başlangıca yolculuk olduğunu da. Sen ki savaşa savaşa, yenile yenile, yenildiğim, yenilendiğimdin. Bak işte şimdi sende yenilmeden, yenilendin.
Kumsalın hemen üstündeki cafede o gün tam üç saat oturup martımı izlemiş ve alıştığını görmüştüm denize ve suya. O keyifle yüzerek uzaklaşırken ben keyifle kahvaltımı etmiş ve bolca çay içmiştim. İnsan olmak zor muydu diye düşünüp kendimi çokça sorgulamıştım o gün. İnsan olmak zor değildi biliyordum aslında ama emek vermek zordu anlamıştım. Bir kırık kanadı tamir etmek hiç de kolay değildi. Ve insanlar tarafından ne çok kanatlar kırılıyordu bu dünyada. İşin kolayına kaçmayı seviyorduk daha çok. Hepimiz can taşırken bir başka canlının hayatını karartıp onu çöpe atabiliyorduk. Nedense kırdığımız kanatların farkına varamıyorduk sanki söz konusu insan olunca. Acıyan yanlarımızı saracak dostların varlığı nedense eksik artık hayatımızda. Öyle bir dünyada yaşıyoruz ki keyfiyet içinde geçiyor günlerimiz. Farkında değiliz çoğu zaman kırılan kanatların. Kendi hayatımızı yaşayıp, gittikçe bireysel bir yaşama yönleniyoruz. Bana dostunu söyle sana kim olduğunu söyleyeyim diyen bir özlü sözün karşısında susuyorum çoğu zaman. Şu koca dünyada bir ben varım, bana dost olan.
Ben, bana dostum şimdi. Sen, hep sana dosttun. Beni senden sormayacaklar artık. Mutlu musun?
Acılarımız var bu hayatta, acıyan yanlarımız. Sarılmayı bekleyen kırık kanatlarımız. Ne zaman kırık kanatlardan bahsetse bir şair, bir şiir hep martım geliyor aklıma. Acılarda emek vererek sarılıyor, biliyorum. Ve ne zaman hayata pembe bakalım diyen bir yazı okusam bir tuhaf oluyorum. Beni büyüten bunca acı varken, ben bir martı karşısında insanlığımdan utanmışken, hayata fazlaca pembe bakamıyorum. Ben emek vermeyi seviyorum. Bedavadan gelmedik biz bu hayata ve bana göre en çok acılardır hayatın gerçekleri. Acılarımı da seviyorum gerçeklerim kadar.
Sevgi emek vermektir karşılık beklemeden. Sevgi bir ekmeği bölüşür gibi bölüşmektir. Sevgim için emek verdim ben. Biliyorum ki emek heba olmaz asla. Dönecektir bir gün emeklerimin karşılığı bana, bir kuşun özgür kanadında.
YORUMLAR
Günaydınnn dost:
Ruhumun açlıgını sevginle,
Bedenimi istanbul simidiyle doyursam.
Sürüklensem vapurlarla adalara.
Bir parça simit,
Veya bir yudum sevgi için.
MUTLUMUSUN öyleyse bende MUTLUYUM niye mi?. Martı için,yazın için,sevgin için, ve seni tanıdığım, bana bu satırları okutup sevgiyi mutlulugu paylaştıgın için.
Dilerim senin hiç bir zaman kanadın kırılmaz emegin boşa gitmez,yarının çalınmaz dost şaire.
İyi ki varsın ,varım,varız.Çünki biz insanız.
S A Y G I L A R
şairim sabah sabah nefis bir anlatım okudum.konusu belki çok önemli olmasada anlatım insanı yazıya bağlamakta.
hele anlatım içerisinde kişi kendi hayatından yaptığı alıntıların özlü söz gibi sayfaya düşmesi mükemmel.
Yazıda o kadar çok mesaj varki hangisini yazayım.sevgi ve merhametin güzelliği,aşkın büyüklüğü,sabır,koca şehirde vurdum duymaz insanların çokluğu,
okumaktan haz aldığım yazılarınızdan birini daha okudum.
Hanımefendi, aynı duygular ve aynı güzellikte anlatım ışığında bir roman yazar kaleminiz.Çünkü anlatım Fevkalade.Şu kısa yazıyı okumak zevkti.aynı duygularla uzun bir roman insanları derinden etkiler.
Popüler bir kaç yazarın romanlarını okudum.anlatım maalesef zayıf.birileri şişirmiş.
vaktinizi bu yönde değerlendirin.Tavsiye ederim.
kaleminiz daim olsun.sizi tanımak güzeldi.