- 1160 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
Ümmühan I
“İzostatik kafes kirişler dersini size kim anlattı?”
Hatırlamıyordum. Birinci sınıftaki bir dersti. Neyse ki cevap vermem için çok uzun bir süre bırakmadan devam etti.
“Böyle olmaz.” Manikürlü elinin ikinci ve üçüncü parmaklarını kağıdın üstünde gezdirdi. “Burayı düzelt, şuradaki hesaplamayı tekrar yap. Burası da değişecek dolayısıyla” Rakamlardan çok düzgün ve parlak tırnaklarını bakıyordum. En kısa zamanda bu tırnak kemirme huyumu bırakmam lazımdı. Şu adamın eli benimkinden daha çok benziyordu kadın eline. “Peki Barbaros Bey” dedim.
“Yarın saat 10:00 da elimde olsun. 11:00’ da toplantı başlayacak.”
On bir sıfır sıfır demişti. On bir gibi, on bir civarı, on bire doğru değil. “On birde başlayacak” bile değil. Dakik adamdı. Amerika’da alışmış.
Yirmi gündür geceli gündüzlü çalıştığım halde hata çıkmıştı. Kolay düzelecek bir şey de değil gibiydi ama vakit yoktu. Odadan çıktım. Masama geçtim. Seperatörle birbirinden ayrılmış dört masadan en ayakaltı olanı benimdi. Yanımda Eray oturuyordu. Basketbolla yatıp kalkan kolejli bir tip. Yine müziği sonuna kadar açmıştı, kafasındaki kulaklıklardan taşan Megadeth yine benim beynimi tırmalamaya başlamıştı. Karşı masa boştu. Ben işe başladığımda orada Mehmet diye bir çocuk vardı, ertesi gün tüm ofis bilgisayarlarına merkezden gelen bir mesajla, bizlerle aynı anda yani, işten atıldığını öğrenmiş, şaşkın bir halde muhasebeye gidip hesabını kesmişti. Ben de bir çömez olarak ilk dersimi almış oluyordum. Acımak yoktu.
Elimdeki kâğıda baktım. Parmakları olmayan düzgün ve parlak tırnaklar hala oradaydı. Grafik 13’ü işaret ediyorlardı. y ekseni üzerine çıt çıt vurdular. “Böyle olmaz”.
İlk günden beri benimle uğraşıyordu. İzostatik kafes kirişleri kim anlattı, öngerilmeli beton kabloları kim anlattı, mukavemet dersine kim girdi, bilmem ne! Başta taşralılara has bir alınganlık yüzünden böyle düşündüğümü sanıyordum. Ama sonra, bir gün bana açıkça “okuldan dereceyle mezun olmuş olabilirsin ama bu şirket için bu yeterli değil” dendiğinde, haklı olduğuma büsbütün inandım. Yüzüme söylemesi şart değildi. Zaten sürekli bunu ima etmiyor muydu? Dört aydır buradaydım ve daha bir defa bile olumlu bir söz duymamıştım. Diğerlerine bazı zamanlarda “iyi iş çıkardın”, “harikasın” ya da “budur işte!” dediğine şahit olmasaydım, patronun huysuzluğu diyecektim ama değildi. Deli gibi de çalışıyordum aslında. Sürekli ek işlerim vardı. Nerede pürüz çıksa kendimi orada buluyordum. Eray’ın akşama çeyrek final maçı vardır izin alır, ben fazla mesaiye kalırım. Damla’nın çocuğu kusmuştur eve gitmesi gerekir, ben onun dosyasını da yetiştiririm. Ama yine yeterli değildim. Mobbing mi arıyorsun aha sana mobbing! Yanaklarımı iyice şişirip dudaklarımdan gürültülü bir nefes püskürttüm. Çocukken de sıkılınca böyle yapardım. Nenem görse kızardı şimdi, “zurnacı gibi şişirip durma yanaklarını, of denmez şükür denir kızım” derdi. Ekranda hala açık duran projenin son sayfasına tıklayıp çalışmaya başladım.
***
“Yemeğe geliyor musun Ümmiş?”
Geliyor muydum? Damla başımda dikiliyordu. Kendine bakmayı beceremeyen paspal kız olarak onun annelik güdülerini cezbediyordum. Evde çocuğuna baktığı gibi burada da bana bakıyordu. Aç olmadığımı söylesem öğün atlamanın zararları hakkında bir ders dinlerdim. Başak kapının yanında yeni aldığı türkuaz ceketi giymekle meşguldü. İşim çoktu ama bir nefes almaya da ihtiyacım vardı. “ Geleyim ama erken dönerim herhalde. Çok işim var.” dedim. Gözlüklerimi masaya bıraktım. Tokadan kurtulup gözümün önünde püskül gibi sallanmaya başlamış olan saçları tekrar toplayıp arkada bağladım. Kâkül kestirmek benim neyimeydi acaba! Peşlerinden yürüdüm.
Mühendislik firmalarında çalışan bayan sayısı çok değildir. Birkaç sene süren şantiye macerasında yıprandıktan sonra üniversitedeki hocamın aracığıyla bu çok uluslu şirketin İstanbul ofisinde iş bulduğumda sevinçten havalara uçmuştum. Ustalarla maç muhabbetlerine daha ne kadar devam edecek, dondurucu sabah ayazlarına, yakıcı yaz güneşlerine, çıplak arazilere toza ve tere daha ne kadar katlanacaktım ki! Okul arkadaşlarım duyunca çok havam olacaktı. “Tuttuğunu koparan Ümmühan, delikanlı kız Ümmühan filan şirkette işe başlamış.”
Ama öyle olmadı. Birincisi, okul arkadaşlarımın hiç biri aramadı. İkincisi, iş ortamına ısınamamıştım. Metalik ofis mobilyalarını, mantar panolara tutturulmuş sarı kağıtları, geniş pencereleri ve onları dilim dilim kesen, adının jaluzi olduğunu sonradan öğrendiğim o bej rengi şeyleri sevmemiştim. Onuncu katı sevmemiştim. Terastan aşağı bakınca başım dönüyordu.
Damla tatlı biriydi. Baharatlı parfümünü ve müzik zevkini saymazsak Eray da iyi çocuktu. Başak’la aramız pek iyi değildi. Benim açımdan yani. Onun açısından iyi olmayan bir şey yoktu çünkü zaten ben yokmuşum gibi davranmayı tercih ediyordu.
Barbaros Bey beni sevmemişti. İlk iş günümde dosyamı eline almış, göz ucuyla incelemiş, yüzüme hiç bakmadan, porselen dişlerinin arasından fısıltıyla “Bu CV’yi ben okusam buraya kabulünüz bu kadar da kolay olmazdı. Personel müdürümüz hocanın hatırını kıramamış demek. Her neyse, hayırlı olsun” demişti. O gün akşam çok ağlamış, bu adamı haksız çıkaracağıma, kendimi göstereceğime yemin etmiştim. Belki de yemin etmemeliydim. Belki de hayat bu kadar ısrarcı olmaya değmiyordu.
***
“Üzülme” demişti.
“Üzülmüyorum” demiştim.
Ağlamamak için kendimi zor tutuyordum. Bir yandan “tövbe de Ümmühan” diyordum kendime. Bu ne hırs! Köyden çıktın geldin, bak neler başardın. Sana bunu lütfedene şükredeceğin yerde… Ama öte yanda bir ses, kulağımın içini pisi pisi otu gibi kaşındırıyor “Nenene söz verdin, tutamadın. Yurt odalarında, kütüphanelerde gece yarılarına kadar çalıştın da ne oldu? Dört sene kıyasıya rekabet ettin ama kaybettin. Birinci olacağım dedin, olamadın.” diyordu.
Yarım saat sonra mezuniyet töreni provasının yapılacağı alanda toplanacaktık. Okul birincisinin konuşma metni hazırlaması lazımdı, bu nedenle hoca gelmiş ve dereceye girenleri açıklamıştı. Alp birinciydi. Buna ondan daha çok sevinenler vardı. Kız arkadaşı boynuna atlamış, dudağından öpmüş, yancıları omuzlara almaya kalkışmışlardı. Alp onların ortasında upuzun boyuyla gülümsüyor, alçakgönüllü davranışlar sergilemeye çalışıyordu. Çok başarılı ama asla şımarık olmayan bir genç ve onun sevincini içtenlikle paylaşan arkadaşları. Güzel fotoğraftı doğrusu.
İkinci olmuştum. Tezahürat yatışınca grup dağılmaya başlamıştı. Bir iki kişi bana seslenip “ seni de tebrik ederiz Ümmühan” demiş, birkaçı da kapıdan el sallayıp gülümsemekle yetinmişti. “Seni de tebrik ederiz.”…Herkes gidince tek başıma bahçeye çıkmıştım. Yılmaz oradaydı.
Bahçedeki tuhaf granit heykelin dibinde, güneşten yandığı için boş kalmış bir banka oturmuştuk.
“Alp’in birinci olacağı baştan belliydi. Hocalar açıkça kayırıyordu çocuğu.”
“Öyle deme, günaha giriyorsun.”
Başka zaman olsa bu sözüme gülerdi. Günaha inanmıyordu. O gün gülmemişti.
“ O çocuğun babası hem öğretim üyesi hem de rotaryen”
“Rotaryen ne?”
“Sen ne biçim kızsın, dünyadan haberin yok.”
“Notlar bilgisayarda hesaplanıyor. Haksızlık olması mümkün değil” dedim.
Hâlbuki bütün notlarımı ben de kaydediyordum ve sınav sonuçlarım onunkinden daha iyiydi. Kimseye söylememiştim ama birinciliğimden emindim.
“Kızım ne safsın. Proje ödevleri var, quizler var, bunların notunu da bilgisayar mı verdi sence?”
Kafam karışmıştı.
“Amerika’ya gidiyormuş zaten. Dönünce de hoca olur burada.”
Bundan haberim vardı. Massachusetts Teknoloji Enstitüsüne kabul edilmişti. Orası benim de gönlümden geçmişti ama başvurmak kısmet olmamıştı.
Bir süre öyle oturmuştuk. O, haklı çıktığı için gururlanmakla haksızlığa uğrayışıma içerlemek arasında bir yerde gözlerini kısmış, granit heykele doğru bakıyordu. Ben, tüm eğitim hayatım boyunca inandığım “”çalışan kazanır” ilkesinin koca bir yalan olması ihtimali karşısında afallamış kalmıştım. Her okulun bir birincisi olacaktı, demek o benden daha iyiydi. Sınav notları her şey değildi. Hocaların da bir bildiği vardı. Ama ya notlarım daha yüksek olduğu halde ikinci oluşumun nedeni, sadece Ümmühan olmam ise?
Mezuniyeti bile unuttum ama o prova gününü unutmadım.
YORUMLAR
cizgilikagit
Selamlar.
Hayat böyle bir yarış, işte... Bazılarının "bir şekilde" daha birinci olduğu, oldurulduğu... Çalışanın her zaman birinci olamadığı. Üst düzey bir üniversite görevlisinin alınmasını istediği kişi alınmayınca kazandığı sınav iptal edilen bir tanıdığımı hatırlattı hikâyeniz. gerçi o da hakimlik sınavını kazanmıştı, fakülte olmayınca, ama önemli olan bir hakkın yenilmesi. Hem de hak- hukuk denilen bir fakültede.
İçine alıveren bir anlatımınız var. Hani filmlerdeki karakterin yerine koyarız ya kendimizi, aynen öyle. İnşallah bu kadar güzel devam eder.
Tebrik ve teşekkür ediyorum, güzel çalışmanız için.
Selâm ile...
cizgilikagit
Karakterin yerine kendinizi koyuyorsanız bu benim için çok önemli çünkü tam da bunu hissettirmek istemiştim. Çevremde Ümmühan'lar o kadar çok ki.
Ziyaretiniz için, güzel yorumlarınız için çok çok teşekkürler.
Çok şükür sevgili yazarım:) Klişe gibi olacak ama söylemek istiyorum: Nefes almadan okudum. Girişteki "tırnak" olayından sonuna kadar orjinal ve etkileyici buldum.
Çok canlı bir anlatım. Sizin anlatımınız bu. Cümle yapılarına hayran kaldım. Kuralla kuralsızlığı ne güzel sentezlemişsiniz. Öykü heyecanlı olacak şimdiden belli. Umarım uzun soluklu olur.İlk bölüm için bunları söyleyebilirim. Elbette ilerleyen bölümlerle öykü hakkındaki fikrimiz de genişleyecek.
Size teşekkürü borç bilirim.
Gönülden kutluyorum sevgili kalem.
Aynur Engindeniz tarafından 5/10/2012 4:23:07 PM zamanında düzenlenmiştir.
cizgilikagit
Sağolun var olun.