- 925 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
TEKERLEKLİ SANDALYE
Gülçin, sınıfın en tatlı öğrencisi… Sınıfa girer girmez pozitif bir enerji yayıyor etrafına. Neşe dolu, hayat dolu bir arkadaş… Ah Gülçin, sen ne iyisin! Herkese karşı saygılı, çalışkan, doğru, dürüst ve yardım sever. Neyi varsa bölüşmek ister bizimle. Ah Gülçin, ah Gülçin…
Her teneffüs bütün sınıflar boşalmaz mı? Bizim sınıf öyle değil! Gülçin’den ayrılmamak için teneffüse bile çıkamıyoruz. Daha doğrusu çıkmak istemiyoruz. Çünkü biz çıkınca Gülçin’in de yüreği yerinden çıkar diye korkuyoruz. Ah Gülçin!
Hem güzel şeylerden bahsedip hem de sık sık ah çekmem garibinize gitmiştir. Haklısınız. Her yönüyle mükemmel ama Gülçin yürüyemiyor. Gülçin engelli bir arkadaşımız. Bu hâliyle hepimizi eğitiyor ve bize sorumluluklarımızı hatırlatıyor.
Geçen gün din dersi öğretmenimiz zekâtı anlatıyor. Bir cümlesi yüreğime işliyor sanki:
- Arkadaşlar! Her şeyin zekâtı vardır ve her şeyin zekâtı kendi cinsinden verilir. Paranın zekâtı parayla, mutluluğun zekâtı onu başkalarıyla bölüşerek verilir.
Öğretmenimiz şöyle durup sınıfa duygusal bir bakış gönderiyor, sonra devam ediyor:
- Sağlığın zekâtı da…
- Evet öğretmenim, diyorum heyecanla. Sağlığın zekâtı?
- Sağlığın zekâtı sevgili Ceren, engellilere yardımcı olmakla ödenir.
Gözümün önüne Gülçin geliyor. Tekerlekli sandalyesiyle okula gelişi… Okul yolundaki yokuşu çıkarken annesinin kan ter içinde kalışı. Ah Gülçin diyorum ah! Tekerlekli sandalye elektrikli olsa ne kadar rahat edeceksin!
Teneffüste Emine’yle dışarıya çıkıyoruz. Emine, yardımsever, proje üreten bir arkadaş… Daha önce tekerlekli sandalye konusunu çok konuştuk Emine’yle ama bir çözüm bulamadık.
- Emine, sağlığımızın zekâtını verelim mi?
- Verelim Ceren kardeş verelim de nasıl?
- Nasılını sen bileceksin Emine, hani bu meseleye çözüm yolu bulacaktın?
Biraz tedirgin cevap veriyor:
- Buldum bulmasına da zor be Ceren!
- Sen söyle bakalım canım arkadaşım. Denemeden zor olduğunu nereden bileceğiz?
Kaşlarını çatıp ciddileşiyor, alt dudağını ısırıp düşünüyor ve başlıyor anlatmaya:
- Şimdi bak, hastaneler bir kampanya başlatmış. 50 bin pet şişe kapağı getirene bir elektrikli sandalye veriyorlar.
Bu sefer ben kaygılanıyorum:
- Üff! 50 bin plastik kapak…
- Ne oldu, gözün mü korktu?
Bu söz üzerine hırslanıyorum:
- Neden gözüm korkacak kardeşim, daha doğrusu gözümüz korkacak? İkimiz el ele verirsek bu işi başarırız alimallah.
Göz göze gelip birbirimize söz veriyoruz. Her zamanki gibi ellerimizi birbirine vurup çak yapıyoruz. Emine heyecanla devam ediyor:
- Cerenciğim! Atalarımız, “Bir elin nesi var, iki elin sesi var.” demişler ama bu işe sınıfı hatta okulu da katmalıyız.
Gidip Kızılay kolu sorumlusu öğretmenimizle görüşüyoruz. Öğretmenimiz memnuniyetle destekliyor bizi. O da hemen idareyle görüşüyor. Böylece bir kampanya başlamış oluyor. Okul panolarına ilanlar asıyoruz. Her teneffüs onlarca kapak gelmeye başlıyor. Ben sevinçle soruyorum:
- İyi gidiyoruz değil mi Emine?
- İyi gidiyoruz ama bir haftada 3 bin kapak toplayabildik. Daha 47 bin var…
Baktım Emine biraz ümitsiz. Onu gayrete getirmem lazım. Bu iş Eminesiz olmaz çünkü.
- Sevgili kardeşim! Her şeye rağmen 3 bin kapak toplamamız başarı bir kere. Ayrıca önemli olan güzel bir işe niyet etmek. Bu işin sonu güzel olacak sen merak etme.
- Yaptığımızın güzel olduğuna ben de inanıyorum ama 47 bini düşününce…
- Canım sen de topladığımız 3 bini düşün o zaman!
Biz böyle konuşurken müstahdem amca geliyor elinde poşetle:
- Emine, Ceren! Çöp kutularındaki pet şişelerden sizin için topladım, diyor ve uzatıyor kapakları.
Bu davranış bizim için yeni bir umut oluyor. Kalkıp sınıfları geziyoruz bir daha. Arkadaşları heyecanlandırıcı konuşmalar yapıyoruz. Bütün bunları yapıyoruz ama başarmak gerçekten zor gibi geliyor bana da. Ninemin sözleri yetişiyor imdadıma:
- Güzel Cerenim! Bir insan iyi bir işe başlarsa Allah zorlukları kolaylaştırır. Zorda kalınca şöyle söyle: “Mevlâ görelim neyler? Neylerse güzel eyler.”
Bir hafta sonra:
- 10 bini bulduk, diyor Emine heyecanla. Ama daha 40 bin var, derken heyecanı sönüveriyor.
Emine haklı. Bu iş gerçekten zormuş. Ninemden duyduğum sözlerle cevap veriyorum Emine’ye. Aslında sadece ona değil kendime de:
- “Hangi güzel iş kolaylıkla yapılır ki?”
Artık pes etmek üzereyiz ama Gülçin gözümüzün önünden gitmiyor ki. Ah Gülçin, sen ne kadar tatlısın! Gözündeki ışıltıları biraz olsun çoğaltabilsek. Yanağındaki gamzelerin daha çok görünse ne güzel olacak.
Aradan bir ay geçmiş, 20 bine ulaşmıştık. Ama geride 30 bin kapak vardı toplanacak. Yine ümitsizliğin yüreğimizde dolaştığı bir sırada Kızılay kolu sorumlusu öğretmenimiz hızla geldi sınıfa:
- Ceren, Emine çabuk olun, müdür bey sizi istiyor, dedi.
Üstümüzü başımızı düzeltip düştük öğretmenimizin peşine. Ben merakla Emine’ye bakıyorum, Emine bana. İkimiz de birbirimize dudaklarımızı bükerek cevap veriyoruz.
Müdür beyin odasına girince bir kişi daha görüyoruz. Müdür bey:
- Ali İhsan Bey, kampanyayı başlatan iki öğrencimiz, diyerek takdim ediyor bizi.
Ali İhsan Bey, sevgi ve hayranlıkla bakıyor bize.
- Sevgili çocuklar! Benim oğlum da bu okulda okuyor. Yaptığınız çalışmaları anlattı bize, hatta biraz zorlandığınızı da…
- Şey efendim! Zorlanmadan güzel işler yapılmıyor, diyorum yüzüm kızararak.
- Doğru söylüyorsun evladım, diyor Ali İhsan Bey. Büyüklerin görevi de zorlanan küçüklere yardımcı olmaktır.
- Teşekkür ederim efendim, diyor Emine.
Müdür bey, sabırsızlanıyor ve giriyor söze:
- Arkadaşlar! Anlayacağınız, beyefendi kampanyanızdan etkilenmiş ve Gülçin kardeşinize elektrikli bir tekerlekli sandalye almaya karar vermiş.
Bu sözleri duyar duymaz “Yaşasın!” diye haykırıyor ve Emine’yle birbirimize sarılıyoruz. Heyecanımız yatıştıktan sonra soruyoruz müdür beye:
- Peki, topladığımız plastik kapaklar ne olacak?
Müdür bey gülümseyerek cevap veriyor:
- Yoo, kampanyaya devam ediyorsunuz arkadaşlar. Çevremizde başka engelli çocuklarımız da var. Siz de onları sevindirebilirsiniz.
Müdür beye, öğretmenimize ve Ali İhsan Bey’e teşekkür edip koşuyoruz Gülçin’in yanına…
Bestami YAZGAN