- 4034 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
ÇOBANIN ÇEŞMESİ
ÇOBANIN ÇEŞMESİ
Doğu da, Aladağlar’ ın eteklerinde, tertemiz dağ suyunu ,buz gibi akıtan, bir çeşme vardır. Suyu on beş santimetrelik kalın bir borudan, gece gündüz, durmadan akar, önündeki yirmi metrelik yalağı doldurduktan sonra , süzülerek araziye yayılırdı. Epey gür bir suydu bu ,geniş bir alan, onun bonkör dağıttığı kutsal nimet sayesinde , yemyeşildi.
Koyunlar, bu suyu içtikten sonra birbirine sokularak yatıp,bazen kuzularını emzirir, bazen de ,onların bir birini, neşe ile kovalamalarını seyre dalarlardı. Sürünün bir de, sadece Erciş Dağ Köylerinde , özel yetiştirilmiş çoban köpeği, Cemo ‘ su vardı. Tek başına birkaç kurt ile dövüştüğünü, sürüyü koruduğunu anlatırdı övünerek çoban Hüseyin . Cemo alaca gri renkte , sırım gibi adale fışkıran , sürüsü ve çobanını canı saymış bir hayvandı.
Çoban Hüseyin, sevimli bir gençti. Açık renkli dümdüz yüzünde ,yeni yeni sakallar çıkmaya, ona saf ve tatlı bir görünüm vermeye başlamıştı. Askerler ona, Hüso derlerdi. Henüz, askere gitmemişti. Bu yüzden hep meraklı sorular sorarak güldürürdü onları.
Bir saatlik mesafedeki kayalıklarda çok yorucu bir eğitim alan Komandolar, bu çeşmenin soğuk suyunu içmek için sabırsız lanırdı. O da, çeşmenin hemen önünde kalan 50x100 ebatlarındaki, süt beyaz mermer blok üzerine( Urartu’ lardan kalma sütun başı) anacığının yaptığı, haşlanmış yumurta, haşlanmış patates gibi kumanyasını koyar, askerleri, yemeğe davet ederdi. Askerler de, çeşme başında yemeklerini yerken onu ve Cemo’ sunu, mutlaka misafir ederlerdi.
Küçük kasabanın ,karşılıklı iki benzinliği vardı. O zamanlar, henüz elektrik olmadığı için ,pompaları elle çevrilen bir makara ile çalışırdı. İki istasyonun arasından, kasabaya giren yol geçerdi. Yolun ,gidiş geliş diye ayrılmadığı zamanda,neden iki istasyonun karşılıklı olduğu, ilgi çekerdi. Derlerdi ki; aynı zengin, iki oğlu için iki tane benzinlik yaptırmış.
O sene ,Ramazan Ayı, bahar zamanına denk gelmiş, Hüso, seçtiği otuz kadar Koç’u, kasabaya götürerek satmak istemişti. Bütün gün kasabada kaldı. Civar köylerden de, gelen kurbanlıklar, fiyatı çok kırıyor, ona kazanma imkânı vermiyordu. Yine de ,iki koç satmış ve anacığına aldığı tencere , tava takımı elinde, yolda satılmayıp kalan koçları güderek geliyordu.
Tam iki benzinliğin ortasından geçerken, bir traktörün, sürat le üzerine geldiğini görerek, kendini yolun kenarına fırlattı. Heybesine koyduğu, tencere ve kapağı ,yere düşmüş, koçtar ürkerek, sağa sola kaçmışlardı. Kaçan koçlar, iki benzinliğin içine de, dağılmışlardı.
Dört pompacı, önce koçlara tekme atarak, onları yola kovaladılar, sonra da boynuzundan yakaladıkları birkaç koçu zapt etmeye çalıştılar. Hüso, çok sinirlendi.
‘‘Bırakın lan koçları ‘’diye bağırdı. Çoban köpeği Cemo, onları dağın vahşi kurtlarına kaptırmamıştı da, şimdi bu pompacılara mı verecekti.
Koçu tutan birine ,önce hırladı sonra da ,kolundan ısırarak, koçu bıraktırdı. Artık ,bela gelmiş, olay değişmişti. Hüso da, elindeki çoban sopası ile dört kişinin üzerine yürüdü. Adamlar yangın söndürme yerindeki, kürek ve çengelli uzun sopaları kapmışlardı.
Sadece koçlarını kurtarmak isteyen Hüso, iyi bir dayak yemeğe başlamıştı. Kavgaya, birden benzinliğin sahibi de katıldı. Şimdi, beş kişi Hüso ve köpeğine olabildiğince vuruyorlardı. İlk darbeyi, Cemo aldı.
Hayvanın kafatası, tek bir kürek vuruşuyla ,ikiye ayrılmıştı. Hüso, onun üzerine eğildiği sırada, aynı kürek sağ dizinin altından ,bacak kemiğini kırdı. Acı ile Cemo’nun yanına yıkılan Hüso, tekmelerden de nasibini alıyordu. Adamlar ,bütün güçleriyle Hüso’yu tekmelediler. Cemo ölmüştü. Hüso’yu kaldıracakları, ne hastane ,ne sağlık ocağı ,ne de bir doktor vardı. Sürüsü dağılmış, köpeği ölmüş ve bir bacağı kırılmıştı. İki inzibat erinin yetişmesiyle ,Hüso, daha kötü olmaktan kurtuldu. On iki koç kayıptı. Sürü sahibine ,bu koçların hesabını da verecekti Hüso. Kaçınılmaz bela , bir saniyede gelmiş ve bu mazlum çocuğu bulmuştu.
Bu haliyle, çoban da olamazdı. Köyün koca karıları ,kırık bacağı ,tahtalarla destekleyerek sardılar. Ancak,dizden hemen aşağıdan kırılan çift kemik,yanlış kaynayacak ve Hüso, sakat kalacaktı. Askerler olayı öğrendikleri zaman, çok üzüldüler. Yüzbaşı, benzinliklere gidip konuştu. İki koç derisini buldu. Belki ki,benzinliğin arkasında,iki koçu kesip paylaşmışlardı.
Koçların kalanlarını, benzinlik sakinlerinden zorlayarak alıp,kamyona doldurarak, köye Hüso’nun evine getirdiler. Hüso, yataktan çıkamıyordu. Askeriye doktoruna gösterdiler, koçları kaybolan köylülerle konuştular. Hepsi, Hüsoyu çok seviyordu. Koçlarını,bağışladıklarını söylediler.
Doktor ,röntgen çektirmek için,Hüso’ nun, Ağrı Askeri Hastanesine gitmesi gerektiğini, söylemişti. Onun Ağrı’ya giden, bir erzak Reo’sunun arkasında götürdüler. Ağrı Askeri Hastanesinin doktoru onunla çok ilgilenmiş , yanlış alçıya alınan bacağı epey düzeltmişti.
Dönüşte yeni koltuk değnekleri ile, anasının yanına bıraktılar. Köyde çobanlık yapabilecek çok insan vardı. Sürüyü sahipleri ,başka birine vermişlerdi bu işi. Bir ay kadar, Hüso yataktan çıkamadı.
Çeşme ,Hüso’suz askerlere bomboş geliyordu. Gözleri ,hep Hüso’yu arıyordu. Onun, sadece bir kişiyi doyurabilecek çoban sofrasına, ziyafet varmış gibi oturup, yufka ekmeğinin ucundan kırarak pekmezin tadına bakmayı, bir testi ayrandan, bir kaşık kadar içmeyi, onun tertemiz kalbini, cömertliğini özlemişlerdi.
Hüso ve Cemo, bu çeşmenin simgeleri olmuştu onların gözünde. Kavalı ile çaldığı ezgileri, koyunları toplamak için çıkarttığı sesleri , hatta ıslıkla Cemo’ ya komut vererek sürüyü çevirmesini unutamıyorlardı.
Her hafta, köyüne gidip, onu ziyaret ettiler. Giderlerken ,hiç eli boş gitmediler. Ona güç verecek vitaminleri bile götürdüler. Anası da, sürekli paça çorbası içiriyordu. Biraz yüzüne renk gelmişti. Ama artık ,eskisi gibi gülmüyordu.
Yüzbaşı, kendi köpeğinin yavrularından ,altı aylık erkek bir Alman Kurdu’ nu, Hüso ’ya götürdü. Hüso, bu yavruyu kabul etmek istemiyordu. Bunu bekleyen Yüzbaşı, elindeki kavrulmuş et paketini ,Hüso’ya vererek, ‘Bari ,onu biraz besle’ dedi. Etleri eline alan Hüso, ilk lokmayı ,daha havadayken kapan, bu oyuncu yavruya ısınmıştı bile. Kalkıp gitmelerine yakın,tasmasını elinden bırakmayan Hüso ,’Belki bunu sevebilirim. Hele biraz kalsın ‘ deyince, onun bu yavruyu da, Cemo gibi sevebileceğini ve ona çok iyi bakacağını anladılar. Köylüler ,koyunlarının Hüso tarafından güdülmesini istiyorlardı.
Ama bu bacaklar ,dağda, ovada nasıl kovalayacaktı koyunları? Hüso’ya, bir yolunun olup olmadığını sorulunca , ‘Bir eşek olsa, korkmam güderim’ diye cevap verdi. Askerler, bu çok sevdikleri çobana paralarını birleştirip, iyi bir eşek ve semer satın aldılar.
Ertesi gün, Çoban Çeşmesi yeniden canlanmıştı. Etrafı temizlenmiş, yalak suyu boşaltılmış ve yeniden doldurularak pırıl pırıl olmuştu. Hüso, kırık bacağı tam iyileşmemiş olmasına rağmen, askerler etrafına rahat otursun diye ,taşlardan masalar yapmış, alçısı henüz yeni açılmış bacağına, pek yüklenmemek için koltuk değneğini bırakmadan, onların önü sıra koşuyor, her erin, ter damlayan yanaklarından ,kardeşleriy mişçesine öpüyordu.
Askerler ,onun yeni semeri ve tımar edilmiş haliyle, diğer köy eşeklerine benzemeyen eşeğinin boynuna ,kalın bir nazarlık örmüşler ve takmışlardı. Bu eşeğe ne isim verdiğini sorduklarında, eşeğin isimsiz olduğunu öğrenince, ona ‘Sakız’ ismini koydular.
Kendilerine önceden alışmış olan ,kurt yavrusunun ismini de ,‘Tertip’ koyarak, isim sorununu aştılar. Tertip, dağılan koyunları toplayıp getirdikçe mutlu olan, onu seven Hüso’ya, çok güzel hizmet ediyordu. Tek sorun ,Cemo gibi yal yememe siydi. Ona da ,mecburen alışacaktı. Şimdilik asker yemeği yiyebilirdi.
Ağustos ortalarında ,sıcak bir gün ortasında, serbest koşu ile su doldurma sırası kapmaya koşan askerler, çeşmeye geldiklerinde ,ne Hüso’yu, ne çeşmenin suyunu, ne de dağdan alıp yalağa döken, 50cm’lik borusunu göremediler. Boru olmayınca ,sular çeşme duvarını oluşturan, taş duvarlara sızıyor ve içimi imkansız hale getiriyordu.
Bu boruyu, kim sökmüş olabilidi ki? Borunun yerine, bir şey uydurmak gerekecekti. Haritaları kapladıkları, kalın asetat ile o günü idare ettiler. Ertesi gün gelirken ,bir soba borusu getirmişler ve sorun çözülmüştü. Ama Hüso, Tertip ve Sakız yoktu.
Birkaç gün geçip de yine Hüso’yu bulamayınca Yüzbaşı, eğitim kayalıklarına yakın olan ,Hüso’nun köyüne gitti. Aklından, çocuğun eşekten düşerek, yeniden bacağını kırabileceği, ihtimali geçiyordu. Bu yüzden biraz telaşlıydı.
Hüso’yu bahçede , Tertip ile oynarken gördü.
’ Neredesin Hüso, bizi korkuttun. Neden çeşmeye gelmiyorsun? Bir şey mi oldu’ diye sordu .Genç Hüso, bir şeyler saklıyor, konuşamıyordu. ‘Artık başka biri çoban oldu. Ben çalışamayacağım’ diyebildi. Arkasında duran anasının da, gözleri parlıyordu .
Yüzbaşı sinirlendi. Bu çoban ,neler çeviriyordu. Sağ eli ile Hüso’nun sol kolunu pazusundan yakalamış sıkıyordu. ‘Neden gerçeği anlatmıyorsun? Bana yalan söyleme. Sen on gündür yoksun ve biz sana bir şey oldu diye çok korktuk. Bu yüzden buradayım’.
Hüso kaçamayacağını anlamıştı.’ Sen bir ağabeysin benim için, sana on gün sonra anlatabilirim’ diyebildi. ‘Peki, çeşmenin borusunu , biz su içmeyelim diye mi söktün? Bana doğru cevap ver Hüso’ sol pazusu, Yüzbaşının mengene gibi sıkan parmaklarının arasında eziliyordu. Canının çok yandığı belliydi.
Annesi araya girerek’ Kumandan, oğlum seni ve askerlerini çok sever .Ne olur ,ona on gün müsaade ediver. Daha önce söylemez. Üçtaş attı, Ona kızma ‘diyebildi.
Üç taş atmanın, ne büyük bir yemin olduğunu Yüzbaşı çok iyi bilirdi. Üç taşı ,güneyden kuzeye doğru, sağ omuz, sol omuz ve başından, geriye atıp yemin eden kişinin ,ömrü billah ,nikahı olmazdı. Yani, bu yemini tutmazsa, Hüso’ya kız vermezler veya karısını nikahlı kabul etmezlerdi.
Yüzbaşı ,çok düşündü ama Çeşmenin Borusuyla, Hüso’nun çobanlığı bırakmasıyla ,onda gördüğü, gözlerinden fışkıran mutluluğa, hiçbir bağlantı kuramadı. Mecburen, on gün bekleyecekti. ‘Bir yanlış yapmıyorsun değil mi? " O sıralar para ile kandırılan gençler dağa çıkıyor ve geri dönmüyorlardı. Hüso, cevaben Yüzbaşının elini öptü. Bu, bir kardeşlik ve dostluk belirtisiydi. Yüzbaşı on gün beklerim diyerek, çayını içip köyden ayrıldı.
On gün sonra, askerler yine eğitim dönüşü çeşmeye doğru koşarak gelirlerken, çeşme başını çok kalabalık gördüler. Çeşmeye 100 metre kala yavaşladılar. Belli ki köylüler orada düğün yemeği veriyordu. Rahatsız etmemek için durdular. Ama Hüso onlara ‘Gelin gelin. Yaklaşın’ diye bağırıyor, eli ile işaret ediyordu.
Yüzbaşıyı görünce, iki elinin parmaklarını göstererek,
‘Bu gün, tam on gün oldu. Sözümü tutup bir tek sana anlatacağım’ dedi. Sonra Yüzbaşının yanında yavaş adımlarla ,çevrilen ateşte kızaran kuzulara doğru yürüdüler.
‘Bu ne iştir Hüso? Düğün mü var ?’ diye soran Yüzbaşıya ,
’Asker için kuzu kestirdim, pilav yaptırdım. Bana hep iyilik ettiniz. Bu yüzden Komutanım ‘dedi .
Bir şeyler oluyor, yaşlı Başçavuş, Yüzbaşıya soran gözlerle bakıp ,’Hadi, bir iki kuzunun, cevabı var. Ama bu köylülere ziyafet , ne demek oluyor. Hüso’nun elbiseleri bile yepyeni, anası da ,yeni fistan diktirmiş. Bu çocuğa miras mı kaldı acaba, Komutanım?’ diye konuşuyordu. Yüzbaşı ise, bu sırrı öğreneceği için mutluydu.
Yemekler, neşe içinde yendi. Köyden epey insan gelmişti. Askere ikram, izzet büyüktü. Tertip’e bile, yeni bir tasma alınmıştı. Sakız ise, ortalıkta yoktu. Ama güzel bir kısrak ,süslü eyeri ile onun yerini almıştı. Yemek bitip ,asker kışlasına gitmek üzere, yola koyulmaya hazırlanırken,
‘Komutanım, ben size bir sır söyleyecektim. Ama önce bugün bir alışverişte, benim yanımda olmanızı rica ediyorum. Buna gerek var. Beni kırmazsınız değil mi? ‘ Yüzbaşı ,çocuğun kandırılmaktan korktuğunu düşünerek ,köyden birkaç kişinin katılacağını düşünerek hakem heyetinde bulunmayı kabul etti.
Hep beraber, gelen bir minibüse doluştular. Gittikleri yer, kazanın karşılıklı iki benzinliği idi. Duran araçtan, herkes inerken, önde oturan Yüzbaşı benzin alacaklarını sanıp yerinden kıpırdamamıştı. Köylülerden biri kapıyı açıp ‘ Buraya kadar komutanım’ deyince O da, şaşkın gözlerle aşağı indi.
Muhtar, önceden konuştuğu kaparo verdiği benzinciye, sözleşmeyi uzatarak imzalattı. Alıcı hanesine ise , imzayı en arkada duran ve pompacıların ’ Bu bizim dövdüğümüz çobana ne kadar benziyor’ diye bakıştıkları Hüso, masaya yaklaşarak imzayı attı.
Resmen Hüso ,iki benzinliği de, epey para ödeyerek, satın almıştı. Getirdikleri parayı elliyle teker teker sayan benzinlik sahibi, asıl kürek ile Cemo’yu öldüren,Hüso’yu sakat bırakan adam, onu tanıyamamıştı. Muhtar, paranın sayımı bitince pompacıları da içeri çağırdı.
‘Ula bu genci tanıdınız mı?’ İlk defa gördüklerini söylediler. Muhtar, Hüso’nun sağ paçasını sıyırarak, kürek darbesi ile kırılan bacağını gösterdi. O zaman hepsi ,o garip çobanı tanımıştı. Yeni sahibinin yanında, çalışabilecekleri ümidi taşıyan işçiler, hemen küreği vuranın ,patron olduğunu, suçsuz olduklarını söylemeye çalıştılar. O sırada, ikinci bir minibüs ,benzinliğe girince, durumun onlar için ne olduğu daha da ,ortaya çıktı.
On beş köy delikanlısı, ellerinde kürek saplarıyla araçtan indiler. Yüzbaşı ,müdahale etmek zorunda kaldı. ‘Kimse en ufak bir şekilde hareket etmesin. Olay çıkartanı hemen tutuklarım’ diye bağırdı. Gelenler zaten bir olay çıkartmak için değil, iyi bir ders vermek için gelmişlerdi.
Yaşlı Muhtar, " Paranızı aldınız mı? He defolun Loo. Kalanın kafasını kıraram "diye bağırınca , çalışanlar koşarak benzinlikten çıktılar. Benzincinin odasında namaz kılmak için ,seccade yerine kullanılan bir post vardı. Ve bu postun, tam baş konularak, secde edilen yerinde, Hüso’nun kendi eli ile ,koçlar diğer kurbanlıklarla karışmasın diye, kına ile işaretlediği ‘H’ harfi görünüyordu.
Yüzbaşının yanında, onlara eli kalmamıştı ama o postu görünce, bir de utanmadan seccade yapıldığını anlayınca, dayanamayıp ,verdiği paraları torbaya doldurmaya çalışan, benzinlik sahibinin yüzüne doğru buruşturarak fırlattı.
Post, yüzüne çarpıp yere düşerken paraları almanın mutluluğu ile koşarak uzaklaşan benzinci, arkaya bakarak o kötü günü hatırladı.
Cemo’ya küreğin kenarı ile vurarak zavallıyı nasıl da öldürmüştü. Onu kurtarmak isterken, kendisini beş kişi birden, nasılda utanmadan dövmüşlerdi. Çaresizlik içinde, yanlış kaynayan bacağını acaba düzelttirebilir miydi? Ya çalınan on iki koç? Onların yüzünden, Yüzbaşı araya girmese, çobanlıktan bile atılacak, anası ile köy yerinde aç kalacaklardı.
Benzinliğin birini , geçici olarak kapattılar. Diğerinde ise, muhtarın oğlu ve köy öğretmeni, yeni işçiler bulununcaya kadar çalıştı. Bazı değişiklikler yapılmış, benzinlikler güzelleşmiş lerdi. Eski büronun bütün malzemesi atılıp, Hüso’ya yeni bir makam odası yaptılar.
Hüso, biraz toparlıyordu , muhtarın küçük kızı ile nişanlanmıştı ve çok mutluydu. Sabah, köyün minibüsü ile gelip ,akşam yine minibüs ile dönüyor, bir yandan da köyde yeni bir ev yaptırıyordu.
Yüzbaşı ve komandolar kış gelince kayakla, asayiş ile uğraştığı için, Çoban Çeşmesine uğramaz olmuşlardı. Yüzbaşı, bir pazar günü ,kendi aracına benzin almak üzere, Hüso’nun yerine gitti. Onu gören Hüso sevinçle koşarak gelip boynuna sarıldı, çay içmek için ısrarla bürosuna davet etti.
Büroda, büyük bir resim asılıydı. Siyah beyaz fotoğraf, gürül gürül akan çeşmeyi ve oradan su içmek için gelen askerleri, ortada ise Yüzbaşının omzuna kolunu atmış, Hüso’yu gösteriyordu. Yüzbaşı, onun birden bu kadar nasıl zengin olduğunu çok merak etmesine rağmen ,bu sırrın Hüso tarafından söylemesini bekliyor ve tek kelime sormuyordu.
Ama bu resim neyin nesiydi? Bir erin kendisi için çektiği fotoğrafından büyütüldüğü belliydi. Nerede ise bütün duvarı kaplayan, bu resim belli ki epey pahalıya mal olmuştu. Ama buna ne gerek vardı?
‘Komutanım, size söz verdiğim için anlatmam gereken bir şey var. Dinlemeye ve kızmamaya hazır mısınız?’
Yüzbaşı oturduğu yerde, sakın olmaya çalışıp oturuş pozisyonunu düzelterek ,başı ile evet diyebildi.
‘Hani bir gün ,benim çeşmede olmadığım, borunun yok olduğu, sizin kızdığınız bir gün var ya… İşte o sabah ,ben sürüm ile çeşmeye yaklaşırken, borunun üzerine, bir Doğan Kuşu konmuştu. Kuş ,su içmekteydi. Tertip, bunu görünce, koşarak üzerine varıp kuşu kaçırdı. Ama borunun üzerinde, kaymamak için sıkıca tutunan kuş, jilet gibi keskin pençeleri ile boruyu çizerek, pençe izlerini bırakarak gitmişti. Onun kazıdığı yerlerde ,sarı bir şey parlıyordu. Bıçağım ile bu sarı yerleri kazıyınca ,daha parlak bir hal aldı. Ben de ,her şeyi göze alıp, bu boruyu sökerek eve götürdüm. Anam, leğene çamaşır suyu koydu ve boruyu yosunların dan temizledik.
Ortaya pırıl pırıl altın bir boru çıktı. Bunu Van’a götürüp, akraba bir kuyumcuya gösterdik. Som altınmış. Tartımızda, dört buçuk kilo geldi. Hemen İstanbul’ a göndererek satıp , işte bu benzinlikleri aldım. O gün, garip bir çobanken, dayak yerken, öldürülen Cemo’nun ayağından ,bir gazete ile tutulup çöplüğe sürüklerlerken, seyredip, yemin etmiştim. Dua etmiştim. Çok şükür Allah bana bu günü gösterdi’.
Çoban; Çeşmesine demir bir boru yaptırmıştı. Su, yine eskisi gibi akıyordu. Ama, eski tadı yoktu çeşmenin. Yine de, Kazanın en görgülü, en insaflı, en yardımsever zengini, O oldu. Kendisi okuyamamıştı ,öğrencilere, okullara çok yardım etti.
Yıllar sonra olan, ilk erkek evladına, Yüzbaşının ismini vermişti. O benzinciden benzin alanlar ,hep o koca resmi merak ederler. O ise, gülerek ‘ Kraliçe sağ olsun ‘ der.
Not: Herkes, o Urartu Kraliçesi’nin Sarayındaki bütün su borularının altından olduğunu söylerdi de inanmazdık. İnsan, yaşamalı ve görmeliymiş demek ki.
E. YAŞAR OVALI
04.05.2012
YORUMLAR
Bana geçmişimden kareler yaşattınız adeta (çeşme, çoban, benzinlik ve en etkili olan ise üçtaş yemini) edilen yeminler ve o sözlere sadık kalmalar.. Sizin yazılarınızı okumak beni mutlu ediyor. Çoban Çeşmelerinin gizi ve sırrı vardır hep o çeşme başlarında dilekler tutulur..:))
Hürmetler ve selamlar Eyüp Bey.
kukurikuu
Hayat bazen nasıl da tersine dönebiliyor değil mi? Daha bir gün önce dağdan inemeyen basit bir çobanken ,bugün,zengin biri olabiliyorsun. Gerçi Çoban Hüso, kalben hep zengin di . Ben onun zengin olmasına en çok sevinenlerdenim. Hele ,yediği dayaktan sonra ,sakat hali gerçekten çok kötüydü.Benzinliği satan adamın oğlu, telefonla arayıp, babasının ölmüş olduğunu ve asla anlatılan gibi biri olmadığını, çok iyi bir baba olduğunu, köpeğe vurayım derken ,Hüso'ya denk geldiğini falan anlattı. Oysa o garip,ölen köpeğinin üzerine eğildiğinde yemişti küreği. Koçları da ısırılan pompacıya vermek için alıkoymuş muş. Kesilen iki koç ise , sonradan parası ödenmek üzere, ödünç alınmış mış.
Diyecek hiç bir şey bulamadım. ''Senin baban , hakiki ve süzme bir orospu çocuğuydu '' diyerek kapattım telefonu. Kazanın ,eskileri okuyup aradılar ve kendilerine nasıl kazık atıp, kaçak mazot satıldığını da anlattılar.
Sevgilerimle.
Değerli Arkadaşım.
Uzun bir yazıydı evet ama yazı sizin olunca okunuyor. Büyük bir merakla okudum. Bana olay hiç de kurgu gibi gelmedi. Bu olay yaşanmış bir olay sanırım. Anlatımı ise mükemmel. Tebrik ederim sizi.
Bu hikayeleri bir kitapta görmeyi çok isterim. Gerçekten de çok güzel ve her biri diğerinden farrklı hikayeler.
Selam ve saygılarımla.
kukurikuu
Beni çok gururlandıran , güzel yorumunuz için teşekkür ederim.
Bu olay , gerçekten yaşandı. Tanrı bazen garipleri de görüyor.
Birinci İbrahim'in dramını hazırladım. Ancak hata yapmamak adına tekrar
tekrar gözden geçiriyorum. Çok dikkatli yazabilmek adına işim uzadı.
Ne de olsa ,
kukurikuu
değerli Hocamın ,kabul etmediği bir şekille karşınıza çıkmak istemem.
Saygılarımla Hocam.
sami biberoğulları
Yazınızı merakla bekliyorum. Otuz üç senedir tarih öğretmenliği gibi bir mesleğin içinde olduğum halde ben bile o kadar çok hata yapıyorum ki zaman zaman...O bakımdan hata yapmaktan korkmayın. Ama hata yaptığınız zaman da açık yüreklilikle okuyucunuzla paylaşın yaptığınız hatayı. İşte o zaman çok daha inanılan ve güvenilen bir yazar olursunuz.
Konuyla ilgili olarak ''Ali Osman'dan Âl-i Osman'a '' dizimin 27. Bölümünü okursanız benim nasıl bir hata ettiğimi ama bunu okuyucularımla nasıl paylaştığımı görürsünüz.
Neticede: Hatasız kul olmaz...Biz seni hatalarınla sevmeye ve okumaya hazırız..Yeter ki sen de kendini hazır hisset.
Selam ve sevgilerimle.
kukurikuu
Birinci İbrahim ile ilgili yorumunuzu ,saygı ile bekliyorum.
Hürmetlerimle.
Saygıdeğer Yaşar Hocam,
Uzunda olsa okunmaya fazlasıyla değer güzel bir öykü.
Okudukça ne oldu şimdi ne olacak diyerek sonunu getirdim.Kurgumuydu gerçekmiydi bilmiyorum ama harika yazınızı kutlarım.Elinize sağlık....
Saygılarımla...
kukurikuu
Kurgu değil gerçekti.Geçtiği yeri yazamadım.Hüso' ya söz verdiğim için
Yorumunuza çok teşekkür ederim.
çok güzel bir yazı hikaye çok uzun ama keyifle okudum nerede bu urartu şehri bende gideyim yüreğnize sağlık
saygılar
kukurikuu
Sayfalarımda, sizin yorumlarınızı görmek ne kadar güzel. Urartuların
başkenti Ağrı İlimizdir. Bu görülesi tarih, Ermeni izleri taşıdığı için midir
bilinmez, pek iyi tanıtılmıyor. Ben, üç yıl onların tarihini ve zenginliğini
inceledim. İnanılmaz dı.
Teşekkür ederim Eray Hanım.
kukurikuu
Hakkı yenen bir garibin Tanrı eliyle , gaddarlara attığı ,gerçek bir
hikayedir bu. Yaşadığım ve şahit olduğum için çok mutluyum.
Hüso 'nun ricası ile şehir ismini yazamadım.
Saygılarımla.