- 833 Okunma
- 7 Yorum
- 0 Beğeni
ALİ OSMAN’DAN ÂL-İ OSMANA -27 –
DELİ-BÜYÜK PETRO’NUN VASİYETİ
Serasker Ahmed Paşa Nadir Han’a karşı gerekli hazırlıkları yaparken Padişah Kırım Han’ından da bölgeye hareket etmesini istedi. Yine İki Türk Devleri, Yine İki Türk Komutanı Türk ve Müslüman kanı akıtacaktı.
Molla Ali Osman içinde büyük bir hüzünle elindeki bir kağıdı usulca açtı. Onu okumadan önce talebelerine bir soru sordu?
-Nur-u aynım talebelerim. Bilir misiniz Türk, Türk’e, Müslüman müslümana niçin kılıç çalmaktadır asırlar boyu?
Cevap verdi öğrenciler.
-Bilmeyiz hocam. Sadece fitne der geçeriz. Ama bunun nasıl bir fitne olduğunu bilemeyiz.
-O zaman bunun nasıl bir fitne olduğu ben size açıklayayım. Bu elimde gördüğünüz kağıt nedir bilir misiniz.? Bu kağıt bizlerin Deli Petro, Rusların ise Büyük Petro dediği Rus Çarı’nın vasiyetidir. Ölmeden öce 1725te yazmıştır bunu.
-Hocam Hani şu 1711de Sadrazam Müeezin Baltacı Mehmet Paşa karşısında perişan olan ve daha sonra Prut Antlaşması ile canını ve ülkesini kurtaran Deli Petro’nun mu?
-Evet onun…O mağlubiyetten on dört sene sonra bakın neler yazmış Petro.
Molla Ali Osman okumaya başladı Deli( Büyük ) Petro’nun vasiyetini [*]
Bütün evlatlarım, birer birer, Avrupa ülkelerinde hükümran olacaktır. Zira Avrupa’nın bütün devlet kuruluşları köhnemiş ve ihtiyarlamıştır. Fakat Rus Saltanatı inkişaf halindedir, biz bu inkişafı aklımızla bulmuşuz.
Gelecek nesillerimizin elinde bir “talimat” niteliğinde olsun diye, ben “Vasiyetnamemi” aşağıdaki vasiyet şeklinde yazdım.
1- Rus devleti daima dengeli savaş şartları hazırlamalı ve bu hazırlığın Rusya’nın gelişimine sebep olması için çalışılmalıdır.
2- Savaş dönemlerinde Avrupa’dan mümkün olduğu kadar harp elebaşlarını, sulh zamanında ise, ilim adamlarını Rusya’ya çekebiliriz.
3- Avrupa ülkeleri arasında fitne-fesat türetmek, aralarında zıddiyet yaratmak ve bu işte onlardan biri ile işbirliği içinde olmak lazımdır. Özellikle Alman halkı arasındaki kaynaşma ve kargaşalıklarda faal bir yer tutmaya çalışmalı. Zira onlar bizimle sınır komşusudur.
4- Polonya’da kargaşalık çıkarmalı, onların ileri gelenlerine cimrilik etmeden rüşvet verip güçlerini bozmalı, devlet işlerine darbe vurmalı, Moskova’dan asker götürüp orada yerleştirmeli. Eğer başka devletler bizim bu tedbirlerimize itiraz ederlerse “sus payı” olsun diye Polonya’ dan bir parça koparıp onlara da vermeli, iş tamam olduktan sonra ise, o parçayı da geri almalı. Rus saltanatını muhkemleştirmeli.
5- İsveç ve Norveç ülkelerinde mümkün olduğu kadar bir dayanak mıntıkası elde etmeli. Çünkü onların Valileri elimizde olurlarsa, İsveç ve Norveç’in Danimarka’ya düşmanlık tohumu serpmelerini temin etmek daha kolay olacaktır.
6- Rusya asilzadeleri daima Alman asilzadelerinden, nüfuslu şahsiyetlerinden, valilerden, rütbe sahiplerinden kız almayı unutmamalıdırlar. Zira onların bu şekildeki akrabalığı bize daima fayda sağlar.
7- İngiliz hükümeti ile birlik olup temasları sıklaştırın. Çünkü ticarette ve devlet idaresinde bu bize faydalı olur. Gemi inşaatı için gerekli bütün malzeme onlardan alınacaktır. Bu temas hem silah, hem de gemicilik için çok faydalıdır.
8- Rusya devletinin hududu Avrupa’nın kuzeyinden Baltık denizine, güneyde ise Karadeniz’e kadar olmalıdır. Bu durumu korumak ve Rus sınırlarını genişletmek evlatlarımın vazifeleridir.
9- Rusya devletini, dünya devleti yapabilmek için, onun başkentinin, Asya ve Avrupa hazinelerinin anahtarı olan İstanbul olması lazımdır.
Acele ve noksansız olarak çalışıp, İstanbul’un batı topraklarına sahip olmak gerekir. Şüphesiz ki İstanbul’a sahip olan hükümdar, dünyada ilâhi hükümdar olacaktır.
Bu maksadın hedefine ulaşabilmesi için, daima Türkiye ile İran arasına fitne-fesat tohumları ekmeli, kavga ve savaş çıkarılmalıdır.
Bu iş için Sünni ve Şii mezhepleri arasındaki ihtilaflar en keskin silah ve yenilmez ordudur.
Rusya’nın nüfuzunu Asya’da yaymak için Sünni ve Şii ihtilafları en iyi vasıtadır. Türkiye ile İran arasındaki dengeyi öyle bozmak lazımdır ki (fitne-fesatla) onlar birbirleri ile hiçbir zaman anlaşamasınlar.
Hem İran, hem de Türkiye’nin Avrupa halkları ile temas etmesine imkân vermemeli. Eğer bu ülkelerin Müslümanları gözlerini açıp hukuklarını anlayacak olurlarsa, o bize büyük bela olacaktır.
Hem Türkiye’nin hem de İran’ın din adamlarını elde etmek ve onlar vasıtası ile Sünni-Şii ihtilaflarını kızıştırmak lazımdır.
İslam’ı Asya’dan uzaklaştırmak, Hıristiyan dinini ve medeniyetini oralarda ciddi bir şekilde tebliğ etmek ve yaymak zaruridir.
Bizim din âlimlerimizin bugüne kadar devlet işlerine müdahale etmesi, Rusya devletinin ilerlemesine mani olmuştur.
Ben, 1. Petro olarak, kendi yetkilerimi ve istiklalimi kullanarak, din adamlarını devlet işlerinden uzaklaştırdım. Ruhanilerin devlet işlerine müdahale etmelerini reddettim, şimdi onlar sıradan birileri gibi elleri ve kolları bağlı kalmıştır. Ben bunu çok büyük bir riski göze alarak yaptım.
Ruhanilerin devlet ve millet işlerinden ellerini çekip, yetkilerini kiliselerde yalnız dini görev yapmakla sınırlandırdım.
Bunlara ilaveten, çeşitli tedbirler de almak lazımdır ki, İran ülkesi her geçen gün biraz daha parasız pulsuz ve ticaretsiz kalsın. Hülasa İran’ı daima gerilemeye sevk etmeli, bağlı durumda tutmalı ki Rusya devleti onu istediği zaman zahmetsiz bir şekilde öldürmeğe kadir olsun.
Ama Türkiye devleti mahvolmadan İran’ın canını almanız tavsiye edilmez. Gürcistan ülkesi, Kafkasya hattının yani İran’ın şah damarıdır. Eğer Rusya’nın teslim aldığım neşteri o damara yetişecek olursa, o zaman kalbinden zayıf kanı akacak ve onu öyle halsiz edecektir ki bin Eflatun dirilip gelse dahi onu ıslah edip sağlığına kavuşturamaz.
Gürcistan ve Kafkaslar alınırsa. O zaman İran ülkesi Rusya çarlarına deve gibi itaat edecektir. Ve Türkiye’nin son alevi de sönecektir.
Maddi ihtiyaçlar bölgesi olan Türkiye’nin işini bitirdikten sonra, İran’ı zorluk çekmeden mahvetmek ve başını kesmek mümkündür.
Bunun için de siz, zaman kayıp etmeden Gürcistan’ı ve Kafkasya’yı zapt edip, İran’ın içte hakem durumda olan şahsiyetlerini kendinize hizmet ve itaat ettireceksiniz.
Ondan sonra Hindistan’ı hedef almalı. O memleket çok büyük ve geniş bir ticaret bölgesidir. Orayı ele geçirdiğiniz taktirde, İngiltere vasıtası ile elde edilen gelir evvelkinden çok, Hindistan’dan ihraç olunacaktır. Hindistan’ın anahtarı Türkiye’nin başkentidir.( İstanbul )
Gidebildiğiniz kadar Kırgız, Hive ve Buhara sahraları tarafından ilerleyin ki hedefiniz size yaklaşmış olsun. Zaman kayıp etmeyin, aynı zamanda telaş ve acele etmekten kaçının.
Avusturya devleti ile görünüşe göre dost olmalı. Fakat öyle bir tedbir almalı ki Alman ve Avusturya gitgide güçlerini kaybetsinler.
Türkiye’yi Avrupa’dan ayırmalı (uzaklaştırmalı) ve bu işbirliğinden Avusturya’ da fayda temin etmeli. Bu işte iki yol var: Biri Avusturya’yı başka bir yerde meşgul etmek, biri de Avusturya’ya Türkiye topraklarından öyle bir parça vermeli ki bilahare onun Avusturya’dan geri alınması kolay olsun.( Bosna ve Hersek’i kastediyor )
10- Yunanlılara sulh ve dostlukla muamele etmeli, savaş zamanı onlar size yardım ederler, zira Yunanlılar Türkiye’den daima zarar görmüşlerdir.
11- İsveç, Norveç, Türkiye, İran ve Polonya’yı istila ettikten sonra İtalya ve Fransa ile müttefik olup temas kurun. Eğer onlardan hiç birisi dostluğumuzu kabul etmezse, o zaman bir fırsatını bularak, o yer ve ülkeleri mahvediniz. Bu yerleri ele geçirdikten sonra dünya hâkimi olursunuz.
12- Eğer yukarıda belirtilen ülkelerden herhangi birisi muharebeyi kabul etmezse, öyle bir tedbir almak gerekir ki bu iki hükümetin (İtalya ve Fransa) arasında fitne-fesat yaratabilsin.
Bu suretle zamanla onlardan biri ortadan kalkarak harap olacaktır. Geri kalan hükümetleri talan edip zahmet çekmeden bütün Avrupa üzerinde hükümranlık kurarsınız.
İşin sonunda diğer ülkelerin hepsini kendi memleketinize ilhak edip bütün dünyaya sahip olursunuz
Molla Ali Osman’ın okuduğu bu vasiyeti uygulama sırası yeğeni Çariçe Anna İvanovna’ya geldiğinde o aşığı Ernst Johann Biron ile Petersburg Sarayında zevk-u safaya, eğlenceye dalmıştı. Ama memleket işleri de yürüyüp gidiyordu. Dışişleri sorumlusu Andrey Osterman ve ordu başkomutanı Burkhard Münnich’in de içinde bulunuğu Almanlardan oluşan küçük bir danışmanlar grubu Rusya adına işleri tıkır tıkır yürütmekteydiler.
Rusya 1733- 1735 yılları arasında Lehistan( Polonya ) Veraset Savaşlarına katılmış ve Polonya’nın başına kendi istediği adayı kral olarak getirtmişti. Bu durum Osmanlı Devleti için kabul edilecek bir durum değildi. Ancak Rusya’nın hedefi daha da büyüktü.O Çar Deli Petro’nun vasiyetinin dokuzuncu maddesi mucibince gözünü direkt Osmanlı Devletine dikmişti. Hesap doğruydu. Akıllı ve planlıcaydı. Osmanlı Devleti İran ile savaş halindeyken saldırıya geçmek, bu saldırıyı Avusturya ile birlikte yapmak çok dahiyane bir plandı. Tek hesap edilemeyen Osmanlı Tahtında kimin oturduğuydu.
Osmanlı-Rus ilişkilerinin bozulması üzerine İran ile barış yapılmasına karar verildi ve Gence Muhafızı Ali Paşa bu antlaşma için murahhas tayin edildi. Anlaşma görüşmeleri sırasında Nadir Han’ın ağır şartlar ileri sürmesi üzerine İran seraskeri bunu kabul etmedi. Türk heyeti, Kasr-ı Şirin Antlaşması esaslarına göre sınır çizilmesini teklif etti. Fakat Nadir Han’ın bazı maddeler daha ileri sürmesi üzerine, görüşmeler uzadı. Müzakerelere İstanbul’da devam edildi.
Osmanlı Payitahtında barış görüşmeleri devam ederken Nadir Han bir nabız yoklaması çekmeye karar verdi . Eyalet valilerini ve diğer ileri gelenleri Mugan’da topladı. Onlarla arasında şöyle bir konuşma geçti.
-Hanlarım, Mirzalarım, komutanlarım !
Osmanlı ile yapılan savaşlarda istediğimizi elde ettik. Benim bu devlete olan hizmetlerim artık bitmiştir. Tekrar Horasan’a çekilip hayatımın kalan kısmını burada huzur içinde sürdürmek isterim. Haklarınızı helal edin.
Bu beklenmedik çıkış karşısında valiler ve tüm ileri gelenler şaşkına döndüler. Osmanlı ile bir barış anlaşması yapılmadan Nadir Han’ın Horasan’a çekilmesi İarn için felaket olurdu. Hep bir ağızdan cevap verdiler
-Sen gidersen bizim halimiz nice olur? Bir taraftan Osmanlı, öte taraftan Rus perişan eyler bizi
-Şahımız vardır başımızda. Şah Abbas sizlere gideceğiniz yolu gösterir.
-Şah Abbas kendi gideceği yolu bilmez ki bize yol göstersin.
-Benden ne istersiniz?
-Şahımız sen ol. Bizi başsız bırakma.
Nadir Han’ın isteği de buydu. İran’da artık Safevi hanedanına son verilip yerine Afşar Türk hanedanı kurulmalıydı. Kurulmalıydı ki cihan görmeliydi Türk’ün cihan hakimiyetini. Ancak çok önemli bir sorun vardı: İran çoğunlukla şii, kendisi ise Sünni bir müslümandı. Ne iranın Şiilerini Sünni yapması, ne de kendisinin ve mensubu olduğu Afşarların şii olması mümkün değildi. İran’da tam bir birlik ve beraberlik kurulmadan II. İskender olmak mümkün değildi. Şiilik ve Sünnilik arasında bir orta yol bulması gerekiyordu. Cevap verdi.
-Şahı devirip onun yerine şah olmak kıldan ince, kılıçtan keskin bir iştir. Öncelikle herkesin yanımda olması gerekir. Bunun için de bana bağlılığınızın bir göstergesi olarak Şiilerin bundan böyle Hz. Ayşe, Hz. Ebubekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman’a sövmeyeceklerine dair söz vermelerini isterim.
Kafalar karmakarışık odu. Homurdananlar, o meclisi terk etmek isteyenler, terk etmek isteyenleri ikna etmeye çalışanlar derken ortak bir karara varıldı:
-Hanımız. Ortak kararımız şu dur ki: Bundan sonra Sünni-alevi kavgasına son vermek üzere tüm İran halkıCafer-i Sadık’a ( Sünni İslam inancında Hanefi Mezhebinin kurucusu Ebu Hanife’nin hocası ) bağlanacaktır. Caferi Mezhebini kabul edecektir. Caferilik, hem Aleviliğe hem de Sünniliğe en yakın olanıdır. Bu mezhepte Ayşe, Ebubekir, Ömer ve Osman’a küfretme yoktur.
Sonuç olarak Caferiliğin İran’ın resmi inancı ve Nadir han’ın İran Şah’ı olmasına karar verildi. 8 Mart 1736 da Nadir Han’ın Şahlık töreni yapıldı ve sonrasında Şah III. Abbas tahtından indirildi. Böylece İran’da Safevi hanedanı sona erdi ve Afşar hakimiyeti başladı.
Barış görüşmelerinin uzaması üzerine Osmanlı ordusu harekete geçerken Kırım Hanı da Kabartaylar üzerinden İran’a hareket etti. Ancak Ruslar da herekete geçmişler ve Kırım-Osmanlı ordusuna Kabartaylardan geçiş izni vermemişlerdi. Bu bir savaş sebebiydi.Ancak İran’la da savaş halindeydi devlet.
Nadir Şah da Rus tehlikesini sezmişti. Dolayısıyla tahtı yeni ele geçirdiği bu sıralarda hem Rus, hem Osmanlı tehlikesi onun için de fazla riskliydi
1736da Osmanlı Devleti ve İran arasında Gence Antlaşması imzalandı. Her iki devlet de 1639 da IV. Murat zamanında imzalan Kasr-ı Şirin Antlaşmasındaki sınırlara çekildiler. [**]
***************************************************************************
[*] 1725te yazılmış olan bu vasiyet aslında çok uzun zaman gizli kalmıştır. Onun Sultan I. Mahmut döneminde biliniyor olması mümkün değildir. Okuyucularıma olan saygım dolayısıyla bu açıklamayı zaruri gördüm. Yani böyle bir vasiyet kesinlikle var ama I. Mahmut döneminde henüz kimse bundan haberdar değil.
[**] Bu Anlaşma Osmanlı- İran Savaşlarını tamamen bitiren Antlaşma değildir. Tarihi bilgisi olan arkadaşlarımın kafası karışmasın…Osmanlı Devleti ile İran arasındaki savaşları ebediyen bitiren antlaşma 1746 da yani on yıl sonra olacak ve şartlar yine aynı olacaktır.
NOT: Sitemizin değerli yazarlarından Kemnur ( Kemal Paracıkoğlu ) Kardeşimin uyarısıyla 1746 da yapılan Antlaşmanın İran ile yapılan son antlaşma olmadığımnı öğrenmiş bulunuyorum. Bu konudaki bilgiyi buraya eklemek bir tarih öğretmeni olarak boynumun borcudur.
Erzurum Antlaşması, Osmanlı Devleti ile İran’daki Kaçar Hanedanı arasında imzalanan ve 1821-1823 Osmanlı-İran Savaşını sona erdiren barış antlaşmasıdır. 1813 yılındaki Gülistan Antlaşması ile Kuzey Azerbaycan ve Kafkaslar’da Ruslara büyük ölçüde toprak kaptıran İran’daki Kaçar Hanedanı, bu toprak kayıplarını Osmanlılar’dan toprak alarak telafi etmek istediği için, Avrupalıların da kışkırtmalarıyla Bağdat ve Şehrizor bölgelerine saldırılar düzenledi. Sınır olaylarının ve saldırıların yoğunlaşması üzerine II. Mahmut, İran’a savaş ilan etti (1820).
İran orduları, Osmanlı idaresinden memnun olmayan, Doğu Anadolu’daki bazı İran (Kaçar) yanlısı aşiretlerin de yardımıyla Doğu Beyazıt ve Bitlis’i aldılar. Erzurum ve Diyarbakır’a doğru iki koldan ilerlediler. Osmanlı Ordularının gücünün yok olduğu bir sırada İran Ordusunda büyük bir kolera salgını başladı. İran Ordusu’nun ağır kayıplar vermesi üzerine Kaçar hükümdarı Feth Ali Şah barış istedi. 1 Haziran 1823 (16 Cemaziyelâhir 1263) tarihinde Erzurum Antlaşması imzalanarak savaşa son verildi. Bu antlaşmayla İran ele geçirdiği yerleri geri vererek eski sınırlarına çekilmeyi kabul etti. Antlaşma 25 Haziran’da Padişah II. Mahmut tarafından onaylandıktan sonra 1639’daki Kasrı Şirin ve 1746’daki ve Karden Antlaşması ile belirlenen sınırlar yeniden yürürlüğe girdi
YORUMLAR
hocam diğer yazılarınızı okumdığım için bence büyük bir kayıp olduğunu belirtmek isterim anlaşılıyorki çok derin bilglerin var olduğu bundan sonra okumaya çalışacağım vaktim oldukça tarihi konular hep ilgimi çekmiştir kısacası okumayı seviyorum ve bu sayfada ulaşabildiklerimizin yazılarını okumaya gayret sarfediyorum emeğinize sağlık saygılarımla selamlar
sami biberoğulları
Benim açımdan bu yazı dizisi yazdığım diğerlerinden çok daha önemlidir. O bakımdan bu yazımın okunmasına ve yaptığınız yoruma çok sevindim. Çok sağ olun var olun
Selam ve sevgilerimle.
bekir odaci
Bir deli kuyuya taş atar tüm osmanlı onu çıkaramaz,tebrik ederim saygılarımla.
sami biberoğulları
O delinin attığı taş hala kafasını kanatıyor Türk milletinin.
Selam ve sevgilerimle.
Selamlar Hocam
Yine ilgiyle okuduğumu tahmin ediyorsunuzdur. Deli Petro değil bence akıllı ve kurnaz Petro her şeyin başı kargaşa ve fitne fesat bunu görmeyenler de akıl yok aslı Osmanlı ve İran gibi. Adam Hindistan'ı bile gözüne kestirmiş.
İran'a gelince meshep konusunda orta yolu bulmuşlar ve inşallah kan dökmekte bitmiştir.
Yazık çok yazık din ve ırk kardeşi olup da birbirini kırmak çok yazık biraz kişisel çıkar yerine birlikteki daha büyük çıkarları görebilsek
Yine çok güzel bir tarih yazısı okudum bu günkü bölüm tarih kitabı gibiydi
Teşekkürler ve tebrikler
Selamlar sevgiler
sami biberoğulları
Ben de hiç bir zaman Çar I. Petro'yu Deli Petro olarak anlatmam öğrencilerime...O Bence de Büyük Petro'dur...En azından kendi ülkesi için çok büyük bir adamdır.
Hindistan'a gelince: İleride bu toprağa taaa İngiltere'nin göz koyduğu, yüz yıllarca sömürgesi yaptığı göz önünde bulundurulurursa Rusa'nın oraya göz dikmesi hiç de şaşılacak bir şey olmaz.
Şaşılacak tek şey Hindistan'a kadar uzanan Osmanlı'nın buraların önemini anlayamamış olmasıdır. Süveyş Kanalını açmamış olmasıdır.
Selam ve sevgiler.
sami biberoğulları
Çok sağ olun. Var olun
Selam ve saygılarımla.