Zihnin Giremediği Şimdiki An...!
Zihin öyle bir şeydir ki hep geçmiş ve gelecekle meşguldür. Şimdiki an’da olduğu halde bu ana giremeyen tek şeydir. Acıların, kaygıların, korkuların yegane sebebi zihindir. bir anlık yaşanan bir acıyı yıllarca taşıyarak sahibine eziyet eden yine bu zihindir.
Hz. Ali’nin; "Affetmek erdemdir ama unutmak ahmaklıktır" sözünü insanda geçersiz kılan yine bu zihindir. Cüzi aklın sermayesi, savunucusu ve aynı zamanda da vazgeçilmezi olan bu zihin gerçekte hayatın neşesini kaçıran bir şeydir. "Ölmeden önce ölünüz" sözünün idrake girememesinin nedenidir.
Zihinden bir an bile kurtulduğumuzda bütün kaygılarımız kaybolur, yüzümüz gülmeye başlar, hayatın neşesi içimize dolmaya başlar. "İçe dolmak" belki bir anlatım için söylenebilir, gerçekte ise yegane mutluluk güneşi insanın kendi içindedir ve bunun açığa çıkmasına engel olan bu zihindir.
AN, kelimesi bilinçte iki farklı anlama sahiptir ama daima tek anlam düşünüldüğünden dolayı farklında olmadan "ibnül vakt" ve "ebül vakt" terimlerinin ifade ettiği sonsuzluğun idrakine kendimizi kapatmış oluruz. Bu şekilde anı düşünürken bile andan uzaklaşırız.
AN; zaman dilimlerinin en küçük parçası olarak algılandığında oraya hiçbir zıtlık sığmaz ve böyle bir idrak küçük idrak olarak kalır. Akıl düşünce gücünü zaman ve mekan özelliğinden aldığından zamanın en küçük birimi olan anı kendiselliğinden idrak edebilir. ANCAK, zaman dışı bir an kavramı nasıl düşünülebilir?
Geçmiş ve geleceğin aynılaştığı bir AN kavramı nasıl idrak edilebilir. İki zıddın aynı yerde buluştuğu bir an ne demektir?
"Zıt zıttın aynıdır" ve "Allah iki zıttı biraraya getirendir" sözleri zamanın en küçük birimi olan anda mı, yoksa geçmiş ve geleceğin hepsini kendisinde toplamış ve zamanın kendisinden doğduğu, zaman olarak ifadeye kalkıldığında da sonsuzluk olarak karşımıza çıkan bir an da mı yerini bulabilir?
Bilinç sıçraması adı da verilen algı yükselmesi ve farkındalıkların insanı sürüklediği son nokta olsa olsa böyle bir şeydir ve burada TEŞBİH ile TENZİH aynılaşır. İşte bu noktaya gelende artık hiçbir karar kalamaz. Hiçbir mutlaklık olamaz. Her işaret edilen hem O hem de değil olarak aynı yerdedir. Bu yer AKLIN KUŞATTIĞI değil, kuşatılan ve kuşatanın aynılığındaki bir yerdir.
Artık ne söylenirse söylensin hem doğru, hem de yanlış olarak bir kelimede yerini bulur. Burası "cebrailin yandığı" olarak ifade edilen yerdir. "Perde kaldırılsa bile yakınlığın artmadığı" ifadesi burada yerini bulur. Burası yakın ötesi olarak da bilinen aynılıktır, bilincin bittiği yerdir....! Bilinmelidir ki yakınlık da bir mesafedir ve ne kadar yakın olunursa olunsun yakınlık ayrılığın kendisi haline gelmektedir.
Zihne göre imkansız hep vardır ama imkansızın bittiği yer zihnin yani bilincin bittiği yerdir. Bu nedenle bilenler "hiç kimse vahdete kendisiyle beraber gidemez" demişlerdir. İnsanın kendinde oluşu anda iken onu andan ayıran ve ikiliği oluşturan yegane durumdur.
Kısaca iki denizi biraraya getirilememesi böyle birşeydir. Çünkü zaten iki deniz yok, tek deniz var ama bilincimizin varlığı yegane TEK olan biri iki haline getirir....!
Almuti
YORUMLAR
"Çünkü zaten iki deniz yok, tek deniz var ama bilincimizin varlığı yegane TEK olan biri iki haline getirir....!"
Zaten bütün mesele de; bunu müşahede etmekte değil midir, Sayın Hocam ?
Almuti
Doğru söylüyorsun. İnce bir nokta daha var ki; müşahede eden oldukça edilen de vardır ve yine ikilik kaosuna düşülmektedir. galiba müşahede sonrası basiret adıyla izah edilen kendinden gayrının kalmadığı nokta bilinç ötesi olarak yerini alıyor. Kısaca artık kelimede yer almayan "miraç ötesi" bir durum oluşuyor ki bu ancak kendiliğinden olur. Bu ifade edilemez, anlatılamaz, anlatan veya ifadeye kalkan olduğunda ancak ikilikten söylenebilir. kısaca burada ikilik vahdetin kendisi haline döner..