- 806 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Kaygılı Bir Yokluktu Aşkına Tutunuşum
Kaygılı Bir Yokluktu Aşkına Tutunuşum
Ölümsüzlük iksirleri biriktirmişsin bana, gövdemde sevda dövmesi
Coşkular sürdüm bedenime yar, mutluluğa götürür seni her zerresi
Yıllar geçirdim ben yokluğunla ah, her karesi cennetin bir köşesi
Hayat sana olan ibadetimin asası, yokluğun yaşamın hazin sahnesi
Karanlığın yankısına düşünce gölgenin dokusu, dolardı odaya teninin kokusu. Tüketilmiş saatlerin gerilimi yürürdü yatağa, sözlerinin kapılarından bir alev gibi süzülürdün. Damarlarındaki tüm birikintilerin kıpırtısıyla kapanırdın gövdenle pembe düşlere. Dünleri savar, yeni bir güne çizik atardın, yaşanmamış anların hatırına. Takvim yaprakları birikirdi oysa benim odamda, kırık bir sarılışla kendi bağımın eskimiş korukları gibi toprağa düşerdim.
Yoksul düşünüşlerin kriz sarmalında titrerken sen, dudağında doyumsuz bir dişin izi kalırdı, sıçrardın yatağında, doğrulurdun öfkenin ve çaresizliğin hıncıyla. Boşa sardığımız sevgi yumaklarının damarına kadın elleri dokunurdu sevdanın, karmaşık düşlerin dalgalarının durulmasını beklerken bir adam. Yollara vururdu kendini, sonuçsuz bir çabanın acıtan yaralarını sürekli kanatırken zaman, sessiz yalvarışlar dökülürdü aşkın o an dudaklarından ve peş peşe yazılan kırılmışlıkların hazin sahnesi olurdu o yoklukla geçen an.
Sen içimin raylarından geçerken, ben öfkemin sarsıntısıyla örselenen yüreğimi tıktım bir sandalın kirli kamarasına. Yasak dağılmışlıkların küreklerince çürümüştü içim, sensizlik kanyonları geçti sularımdan hissetmedin, sargılı bedenimin alabora dalgalarıyla geçti günüm, her dalga sendin oysa gülüm, bilmedin. Sevdanın tuzuyla ovarken özlemli bileklerimi, an sensiz dolaşan bir martıydı, çığlıklarını duymak istemezdin. Bir fısıltıyla döndüm kendime, neredesin diyemedin.
Ölgün duvarların arka yüzünde mevsimler beklerdi her kırılmışlıkta bizi, avuçlarımızdaki sevda kınalarını öfkeyle kınından çıkardığımızda. Uçsuz bucaksız yürüyüşlerin ufuk çizgilerinde sevdalı gemilereydi yolumuz, kanardık birbirimize düşsel gerçeklerin nidalarını yüreğimizden kopardığımızda. Her aşk kaygılı fırtınasını dökerdi sulara ve kırardı dümenini yelkensiz yolculukların kentlerindeki efsanevi buluşmalara.
Yol tutunuşlarımızla örselendiğimiz anlarda bir yanık zaman türküsü dolardık dilimize, adımızın ezberini usunda tutan sevgiliyle çoğalmak için. Geceler kırık bir plakça dönerdi kendi ekseninde, yol, üzgün bir bekleyiş zemherisine açardı şafakla kollarını. Vurulurdu adımlarımız, titretirken hicranımız o yolların tozlarını. Gün dökülürdü parmaklarımızdan ve aşkın ışıltıları sızardı gün yanığı saçlarımızdan. Umut, yaralı bir avuç içi gibi kurşun arardı sancısını dindirecek, sevdanın karanlık zindanından bir kol uzanırken sevginin mezarlarına.
Oysa içimizdeki yıkıntılarda suskulu bir zamanın düşlerine sarılarak ölümsüzlüğü yaşamaktı işimiz. Kendi gökyüzümüzü, kendi imparatorluğumuzu yaratarak yüreğimiz büyüsün diye bekleyişi sarardık aşkın kirmenine. Gönül mataramızdaki tutkuyu yudumlayarak yitirilmiş bir savaşın sevda alanlarında yangınlarımızı yazardık ağaçlara. Sargısı çözülünce anıların yaşanmışlıkların balesi başlardı, yaşamın en keskin dönemecinde. Hayat bacamızdan umutlar yükselirken umudun menevişleri açardı yorgun tenimizde. Yalnızlığın ibrişim telli düğümleri çözülür ve dilimiz de birbirimize yazdığımız şiirlerle öğünürdü.
Sözün bütün dağılmış tabakalarında kanımızı tutuşturan akşamlar yaşardık, aşkın kapıları aralanır uçurum uykularından ve bizler kuşların gagalarından şiirler biriktiririz, yaşama dair deryalara sığmayan yalnızlığımızı anlatmak için. Biliriz ve biliyoruz ki, evrenin yasası içimizdeki ören yerlerinde yaşar. Dudaklarımızın kana yatırılmış imgelerinde duygularımız durgun, yüreğimiz aşka vurgundur. Gönlümüzdeki çiçek kokularına esintidir yaşam. Kırılan yerlerimizi de mutlaka onaran olur zaman.
Göğsümüze çarparken aşeren sevgiler, yirmi dört saatin yörüngesinde kendi doğrultumuza yürürüz aşkla. Yüreğimizin bordasına şiirler uğrar ve gölgemizin sularında şavkımızı ararız. Çilemizin yalnız dizelerinde kimi yiter, kimi biteriz. Dirençle yaşar, aynalara sevdalı bakarız. İçimizden geçenlerin yemyeşil ağaçlarına her gün adak şiirleri asarız. Yakamoz danslarına sevgi kadehini kaldırırken yürek, bitimsiz ve ağrılı bir sancının özlemiyle sarsılır. Düş, hazan mevsimlerinin en doyumsuz içkisidir. Kelimelerin uç iklimlerinde uzun gecelerin şerefine kalkar, kalktıkça dudaktan kalbe akar.
Sevgi ve nefretin yan yana poz verdiği bir sahnede tepkisiz, ölü duruşlarla gözyaşımızı çocuk gülüşlerimizde biriktiririz hiç bilmeden. Bizi hiç ilgilendirmeyen korku ve karamsarlık resimlerine yorumlar türetirken buz keser ellerimiz, üşür yüreğimiz ve bu değişik rüyadan yine de uyanmak istemeyiz. Gözbebeğimizde lacivert bir umut büyür her dem. Sulara şiirler serperiz ve bu kara büyülü atlasta biz yeşil düşlerle gezeriz.
Selahattin Yetgin