- 646 Okunma
- 9 Yorum
- 0 Beğeni
HUZUR EVİ 15
Herkes ne olduğunu anlayamamıştı. Hatice koltuğa yığılıverdi. Arkadaşları bileklerini kolonya ile ovdular. Hatice kendine geldi. Herkes merakla ‘’Ne oldu, iyi misin? Neyin var, seni hastaneye doktora götürelim mi’’, diye sordular? Hatice konuşmak istemiyordu. Arkadaşlarına çok teşekkür etti ve odasına gitmek istediğini söyledi. Arkadaşlarının yardımıyla odasına gitti.
Televizyonda haberler devam ediyordu. Başka bir habere geçmişti.Aşık Ali televizyonda kendilerini gördü. Arkadaşlarına ‘’Arkadaşlar bakın yine bizi gösteriyor. Ey Rıdvan bak sen çıktın, şimdi. Sadık bak bu da sensin. Aaa hepimizi gösteriyor’’, dedi. Ayşe televizyona baktı, arkadaşlarına sesledi. Bakın,’’Arif’i gösteriyor, ortağını öldürmüş onu anlatıyor, bakın haftaya mahkemesi başlıyormuş’’. Hasibe’’ Rıdvan Bey sizi çağırdı, anlatacaklarım var demişti. Acaba size ne anlatacak’’, dedi. Rıdvan ise’’Bilmiyorum yarından sonraki gün gideceğim ‘’, dedi.
Salonda arkadaşları haberleri neşeyle izlerken, Hatice odasında geçmişe gitmişti. Çok eskide kalmıştı her şey, geçmişini unutamamıştı ama zaman üstünü tozlandırmıştı. Sanki puslu bir camın arkasında kalmıştı geçmişi, sanki yağmurun sisi gibi görünmez olmuştu neredeyse.
Çok gençti, yaşı daha on yediydi. Hayalleri pembe, umutları maviydi ama Zonguldak’ın denizi karaydı. Buralarda kömür çıkarılmadan önce acaba deniz mavimiydi. Buldukları kömür mü denizi kara yapmıştı. Deniz mi daha karaydı, kömür mü, yoksa kaderlerimi daha kara bilemiyordu. Zonguldak’ın kaderini, alınyazısını kara yazan yüzyıllar önce kömür bulunduğunda yazılmıştı. Oranın halkının alnına kömür ile kara yazan kömürü bulan Uzun Hasandı.
Hatice gençti, güzeldi, ayın on dördü gibiydi. Hatice aşıktı. İbrahim, ah İbrahim nasılda güzel gözleri vardı. Bulutsuz gökyüzü gibi masmaviydi gözleri. Nasıl da güzel bakıyordu Hatice’sine nasılda aşıktılar birbirilerine. Evleneceklerdi evleri olacaktı ve kocası İbrahim madene inecekti. Tıpkı babası, ağabeyi gibi ve İbrahim’in babası, ağabeyleri gibi madenci olacaktı. Hatice in kaderi de tıpkı annesinin kaderi gibiydi ve burada ki bütün kadınların kaderi, kara kömüre bağlıydı. Kara kömür yaşamalarına izin verirse erkekleri yaşayacaktı vermezse ya izin vermezse ne olacak diye düşündü Hatice.
Hatice evlendi, daha yeni on sekizine basmıştı. Köstebek yuvalarına benzeyen kara Zonguldak’ın tepelerinde tek katlı bir evde yaşamaktaydılar. Kaderi gibi Zonguldak’ın altı da boşalmıştı. Kör köstebeklere benzeyen madenciler Zonguldak’ın altındaki toprağı almışlardı ve caddeleri çatlamıştı.
Kocası yakışıklı İbrahim de bu köstebek yuvalarının ağzına benzeyen bir madende çalışıyordu. Tıpkı bir köstebek gibi yerin yüzlerce metre altında kömür çıkartıyordu. Kömürün tozundan gözleri görmez oluyordu. Tıpkı bir köstebek gibi kömürün kokusuna gidiyor ve toprağı hiç durmadan kazıyordu.
Hatice bütün gün özlemle İbrahim’ini beklerdi. Yakışıklı beyaz tenli İbrahim’i evine simsiyaz suratla gelirdi. Hatice ye gülümsediğinde beyaz dişleri sanki daha da beyazlamış olarak gülümserdi. Hatice bazen kocasını masmavi gözlerinden tanırdı. Madende çalışan bütün erkekler madenden çıktıklarında birbirine benzerdi. Hepsinin yüzleri elleri çıkardıkları kömür kadar kara olurdu.
Hatice’nin otomatik çamaşır makinesi yoktu. İbrahim’inin çamaşırlarını elinde yıkardı. Ne kadar yıkarsa yıkasın hep kömür karası su çıkardı. Çamaşırlar hiçbir zaman sevdaları gibi, vicdanları gibi, yürekleri gibi beyazlamaz ağarmazdı. Hatice kocasına öğle yemeyi hazırlar azık yapardı.
Öğlen, madenciler yemek yemeğe hazırlanırdı ama ellerini yıkayacak temiz su bile bulamazlardı. İbrahim gibi bütün madenciler çıkınlarını açıp da karılarının ellerinle hazırladıkları yemekleri serdikleri gazetenin üzerine yerleştirdiler. Hanımları üzerlerini kapatsa da beyaz yoğurdun üzeri kömür karası olurdu. Domatesin, yumurtanın ekmeğin üzerleri simsiyah kömür olurdu. Kara kömürlü ellerinle iştahla ve neşeyle azıklarını yediler, namuslarıyla para kazanmanın huzuru içerisinde karınlarını doyurdular.
Hatice’nin iki oğlu oldu, ikisi de aslan parçasıydı. İsimlerini, Musa ile İsa koydular. Memleketin her yerinde tüm ana babalar oğlan olunca sevinirken Hatice oğlu olduğu için üzülüyordu. Kaderleri babası, amcası, dayısı, dedeleri gibi olacaktı. Kömürle yazılmış kömürle başlamış bir kader ve alın yazıları olacaktı. Buralarda bu değişmezdi, kader yüzyıllardır aynıydı, sadece insanlar değişiyor, yazılar değişmiyordu.
Oğulları kucağından inmiş, eteğine yapışmış yaşa geldiler. İbrahim akşam olup da güvenli yuvasına geldiğinde, ne kadar yorgun olursa olsun oğullarıyla güreşir onlarla oynardı. Hatice ye sevgi ve aşkla bakar göz kırpıp onu da oyunlarına katardı. Mutlu hem de çok mutlulardı.
İbrahim çocukları yatırdı. Hatice’sinin yanına oturdu, Hatice ise kocasının koltuğunun altına kedi gibi sokulmuştu. İbrahim,’’Bu gün ne oldu biliyor musun?’’ dedi. Hatice, kocasına baktı’’Ne sevgilim’’, dedi. ‘’Madende kazarken tepemizde gemilerin çapalarının seslerini duyduk. Çabaların tırrr diye sürüklenme sesleri geliyordu. Deniz altını kazmaya başladık, Tepemiz bir çökse Kara Deniz bizi yutacak’’, dedi. Hatice korkuyla kocasına baktı. Onun ve bütün madenciler için Allaha dua etti.
Kış iyice bastırmış, her tarafı kar kaplamıştı. O sene kış çok sert geçiyordu. Kışın sert ve soğuk olması madencilerin madenlere inmemesi demek değildi. Onlar her ne olursa olsun canlı canlı yerin dibine inmeye mahkumdular. Ekmek parasıydı tek dertleri, üstelik kıt kanaat geçinecek kadar bir maaş için çalışıyorlardı. Zonguldak’ın kaderi buydu ölümüne, çok zor şartlarda az para kazanmaktı.
Hatice, kocasının madende giydiği kıyafetleri yıkıyordu. Komşusu acı acı bağırıyordu. Hatice dışarıya çıktı, herkes yangın çıkmamışçasına bağırıyor koşuyordu. Hatice, komşusu Ayşe’yi durdurdu. Ne oluyor diye sorduğunda İbrahim’in ve birçok komşusunun çalıştığı madende göçük olduğunu öğrendi. Ocağına ateş düştü, ciğeri yandı. Elindekileri atıp o da koşmaya başladı. Oğulları Musa ile İsa okuldaydılar. Hatice ayaklarında ateş varmışçasına koştu. Sanki İbrahim’i onu kurtarması için bekliyordu. Hatice madene vardığında, ortası yangın yeri gibiydi.
Maden ocağının başına herkesler toplanmıştılar, mahşer yerine dönmüştü. Ağıtlar, ağlamalar yeri gövü inletiyordu. Hatice neler oluyor diye soracak birilerini aradı. Ortalık da koşuşturan bir adamın koluna yapıştı. ‘’Ne oldu, kocam burada çalışıyor madende ne oldu. Allah aşkına söyleyin’’,dedi. Adam,’’Grizyu patlaması, ocakta gaz sıkışması olmuş patlamış’’, dedi. ‘’Kocam, madenciler onlar’’, dedi. Adam da,’’Madencilere ulaşmaya çalışıyoruz, inşallah kurtaracağız’’, dedi.
Herkes oradaydı. Annesi, yengesi, eltisi, kayınvalidesi herkes gelmişti. Göçük altında kalan sadece İbrahim değildi. Babası, ağabeyi, kayınları, kayınpederi ailedeki bütün erkekler göçük altındaydı. Herkesin içinde korku vardı, endişe içindeydiler.
Akşam olmuş, yetkililer gelmişti. Herkes madende mahsur kalanları kurtarmaya çalışıyorlardı. Her kafadan sesler çıkıyordu. Herkes başka bir şey söylüyordu. Sabaha karşı, madenin ağzında hareketlenme oldu. Sedyelerde birkaç madenci çıkarmışlardı.
Hatice de herkes gibi o tarafa doğru koştu. Bir yandan da İbrahim dedi, çocuklar da annesinin peşinden koştular. Sedyede ki madencilerin suratları kapkaraydı. Hatice tanıyamadı, kimse bu halde kocasını tanıyamazdı. Hemen yüzleri silindi, yüzleri ortaya çıkmıştı. İçlerinde kocası yoktu, bütün umutları yıkıldı. Madende ki madencilerin yaşadıklarını düşünüyorlardı. Kurtarma çalışmaları devam ediyordu. İbrahim’lerin bulunduğu bölgeye ulaşamamışlardı. Çalışmalar devam ediyordu.
Çocukların karınları acıkmış üşümüşlerdi. Hatice oğlanları aldı, eve götürdü, ev soğuktu. Çocuklar ısınsın diye soba yakması gerekirdi ama yakamadı. Eli sobaya, kömüre gitmedi. Sobayı yakarsa kömür yandıkça sanki kocasını yakacakmış gibi hissetti. Her attığı kömür parçasında sanki kocasının bir parçasını yakacakmış gibi hissetti. Çocuklarıyla birlikte soğuk evde, yorganın alında oturdular. Üç gün boyunca soba yakmadılar. Gündüzleri madenin başında bekliyor, gece ise çocuklarıyla soğuk evde yorganın altında oturuyorlardı. Hatice üç gündür ne uyumuş ne de bir lokma ekmek.
Üç günün sonunda İbrahimlerin bulunduğu bölgeye ulaşmışlardı. Yine madenin ağzı kalabalıklaştı, madencileri çıkarıyorlardı. Hatice hemen koştu, Hatice sedyelere yaklaştı, ‘’İbrahim’’ diye bağırdı. Önündeki sedyede yatan adam gözlerini açtı, kapkara olmuş bir suratta mavi bir çift göz Hatice’ye bakıyordu. Bu İbrahim di, Hatice’nin gözlerinden mutluluk gözyaşları boşaldı, kocasına sarıldı.
O gün kocası kurtulmuştu, üç gün göçük altında kalmış içeride su birikintisindeki suyu içerek sağ kalmışlardı. Aradan yirmi yıl geçmişti. Bir başka maden göçüğünde kocası İbrahim’i, oğulları İsa ve Musa’yı diri diri toprak yutmuştu. Oralarda artık kalamazdı artık, kömür kocasını ve evlatlarını almıştı.
Oraları terk etmiş ve bu huzurevine sığınmıştı. Geçmişinden kaçmıştı. Geçmişini kocasını evlatlarını ve kömürü hatırlatacak hiçbir şey istemiyordu. Kocasıyla evlatlarını hiç unutmamış, hiç aklından çıkmıyordu. Gözlerinden akan yaşlar yastığını ıslatmıştı ve Hatice uyuya kaldı.
ERAY ÖZGÖR SARIKAYA
24.4.2012
YORUMLAR
ERAY ÖZGÖR SARIKAYA
Tam bir romana dönüştü Eray Hanım...
Bu arada bugünkü konunun bana anımsattığı olayı paylaşmak isterim;
Zonguldak'ta Grizo patlaması olmasından sonra gazeteler kazazedeler için yardım kampanyaları başlatmışlardı.
Çalıştığım şirkette yalnızca kendi departmanımızda para toplamıştım. Personel departmanına telefon ederek, şirket olarak böyle bir düşünce varsa topladığım paranın şirket kampanyasıyla birleştirmek istediğimi söylemiştim.
Aldığım yanıt şuydu;
"Bize resmi bir devlet başvurusu olmadı. Bizler gazetelerin açtığı kampanyalara katılmıyoruz."
Bunun üzerine ben bir gazetenin kampanyasına göndermiştim yardım paralarını.
Gazetede yardımlar açıklandığında bunu görmüşler ve Genel Müdürlükteki toplantıda özetle şu açıklama yapılmıştı;
"Kalite bizi utandırdı!"
Bu olaya çok yakın Erzincan depremi olmuştu. O felaketzedeler için de para toplamıştım.
Ancak bu defa şirke olarak yardım kampanyası açılmıştı. Hem de bir gazetenin kampanyası aracılığıyla...
ERAY ÖZGÖR SARIKAYA
okuduğunuz için çok teşekkürler
saygılar
Oraları terk etmiş ve bu huzurevine sığınmıştı. Geçmişinden kaçmıştı. Geçmişini kocasını evlatlarını ve kömürü hatırlatacak hiçbir şey istemiyordu. Kocasıyla evlatlarını hiç unutmamış, hiç aklından çıkmıyordu. Gözlerinden akan yaşlar yastığını ıslatmıştı ve Hatice uyuya kaldı.
tebrikler saygıalr
ERAY ÖZGÖR SARIKAYA
saygılar
duygulu bir hikaye yazılmış bu kısımda.elinize sağlık.
okumaya devam.başarılar.
ERAY ÖZGÖR SARIKAYA
saygılar
ERAY ÖZGÖR SARIKAYA
sevgiler selamlar
ERAY ÖZGÖR SARIKAYA
sevgilerimle
ERAY ÖZGÖR SARIKAYA
saygılar sevgiler
ah ah yine nereden nereye götürdünüz içim burkuldu ilk defasında kocası kurtuldu ama o kurtuluşa karşılık iki evlat ve bir koca gitti çok üzücü durum bakalım bundan sonra neler olacak emeğinize yüreğinize sağlık kolay gelsin saygılarımla selamlar
ERAY ÖZGÖR SARIKAYA
saygılar