- 1040 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Işığın Değdiği Yer
Her yer karanlıktı. Toprak yolda usulca yürüyordum. Üstümde siyah parkam vardı. Parkamın yakalarını kaldrmış ve kafamı yakaların arasına saklamıştım. Çok korkunç bir ortamın içindeydim. Dallarında yaprak olmayan kuru ağaçların o çıplak dalları sanki bana bakmak için yola eğilmişlerdi. Uzaktan gelen kurt ulumaları ve baykuş sesleri daha da korkunç yapıyordu her şeyi. Yolun sonunu göremiyordum. Aslında hiç bir şey göremiyordum yol ve dallardan başka. Kapkaranlık, korkunç, azaplı bir yolun tam orta noktasında gibiydim. Geriye dönmekte aynıydı, ileri gitmekte. Ben arkama bakmadan hızlıca ileri gitmeyi tercih ediyordum. Çünkü ağaçların arasında olduklarını düşündüğüm hayaletler, canavarlar, zebaniler ve şeytanlar ileri doğru bu sabit hareketimden dolayı artık beni farketmiyorlardı. Yani ben öyle düşünüyordum. Kendimi öyle avutuyor ve aydınlığa ulaşacağımı düşünüyordum. O yüzden geriye yapacağım bir dönüş farklı bir hareket olacağından hayaletlerin, canavarların dikkatini çekip, saldırmalarına neden olabilirdi. O yüzden sakin olmaya çalışıyor ve sadece yürüyordum.
O yolda daha ne kadar yürüdüm bilmiyorum. Sadece ileri bakarak yürüyordum. Ama değişen hiç bir şey yoktu. Yol ne sağa ne sola dönüyordu. Ben ise etrafa bakmadan sadece ileri bakarak yürüyordum. Korkuyordum...
Kurt ulumaları daha da çoğalmıştı. Ve git gide daha da yakınlaşıyordu sesler. Artık hemen yanı başımda çıtırtılar duymuya başlamıştım. Korkuyordum daha önce hiç korkmadığım kadar. Ama yürümeye devam ediyordum. Durmak, ölüm olacaktı benim için. Kurtuluşumun tek anahtarı durmadan yürümekti. Buna inanıyordum. Adımlarımı daha da hızlandırmıştım. Çıtırtılar sanki beni takip ediyordu. Koşmam an meselesiydi. Birden yola bir kurt atladı. Daha doğrusu kurt görünümlü bir canavar. Normal bir kurttan çok daha iriydi. Ve gözleri kıpkızıldı. Ve arkamda da bir hareketlenme oldu. Ama arkama bakamıyordum. Arkamda da bu canavardan olduğuna emindim. Durmuştum. Canavar kıpkızıl gözlerle bana bakıyordu. Gözlerimi kapamak istiyordum ama olmuyordu. Sanki biri göz kapaklarımı tutuyordu. Nefes de alamıyordum. Canavarın burnundan çıkan yoğun dumanı gördükçe korkum katlanıyordu. Yavaş yavaş yaklaştı canavar. Arkamda olan canavarda önüme doğru gelmişti. Canavar o kadar yaklaşmıştı ki anca o zaman anlamıştım iriliğini. Dört ayağı da yere değmesine rağmen kafası benim suratımla aynı seviyedeydi. Devasa bir canavardı bu. Artık yüzüme doğru soluyordu canavar. Burnundan çıkan dumandan dolayı hiç bir şey göremez olmuştum. Duman geçtiğinde ise karşımda canavarın kıpkızıl gözleri vardı. Alev alev yanıyordu gözleri. Konuştu canavar :
-- Ne işin var burda ? Burası neresi bilir misin?
Hem korkuyor hem de şaşırıyordum. Bu heybetli canavar davudi bir sesle konuşuyordu. Sesim soluğum çıkmıyordu benimse. ’Hiç bir şey bilmiyorum’ anlamında başımı salladım hafifçe. Titriyordum... Canavar kafasını yüzümden çevirdi. Bir kaç adım ilerledi. Tekrar bana dönerek :
-- Etrafına bak bakalım ne görüyorsun?
Korkarak, titreyerek, ağaçlara doğru baktım. Yüzlerce hatta binlerce kıpkızıl göz bana bakıyordu. Neler olduğunu anlayamıyordum. Canavar konuşmaya devam etti :
-- Burda olduğuna göre ruhun sıkıntı içinde senin. Evet... aslına burda olan senin bedenin değil ruhun. Ruhun azap içinde ey insan!!
Canavar bu lafları ederken ben, ağaçların arasıdaki gözlere takılmıştım. Birden bağırdı canavar :
-- KENDİNE BİR BAK...
İrkildim. Birkaç saniye gögsüme doğru baktım. Yoktum... Siyah parkemde yoktu. Toprağı görüyordum. Biraz daha eğilince arkamda yürüdüğüm onca yolu net bir şekilde görüyordum. Orda yoktum. Ama onlar beni görüyor, ben de onları görüyordum. Canavar tekrar konuşmaya başladı :
-- Sen kendine, yani ruhuna böyle bir dünya kurdun. Azaplı, çetin. Senin iki hayatın var. Biri bedeninin olduğu, diğeri de bu. Ama sakın sorma hangisi gerçek diye. Düşün önce, ’ hangisi daha fazla etkiliyor beni’ diye. O bedeninin olduğu hayat mı yoksa bu ruhunun olduğu hayat mı? Gerçeğe ulaşırsın düşününce. Ve ulaştığında gerçeğe, anlarsın bedene mi yatırım yapmalı yoksa ruha mı?
Anlam kazanmaya başlıyordu her şey yavaş yavaş. Ağaçların ötesinden bir ışık gelmeye başlamıştı. Işığın değdiği her dal çiçeklerle, yapraklarla, meyvelerle bezeniyordu. Işığın vurduğu yerdeki o kızıl gözler, güzel yüzlü hurilere dönüşüyordu. Canavarlarsa meleklere... Ve melek baktı yüzüme :
-- Bir daha bizi canavar eyleme.. Yapma bunu kendine.
Aniden uyandım. Etrafa biraz baktıktan sonra yavaşça doğruldum. Saat 5’i çeyrek geçiyordu. Sağ elimi anlıma götürdüm. Gördüğüm rüyayı düşünüyordum. Rüya mıydı gerçekten ? Ya da gerçek miydi şimdiki an ? Anlamsızlıklar içindeydim.
Bir hafta önce kardeşim gibi sevdiğim bir arkadaşım trafik kazası geçirmiş ve vefat etmişti. Bir haftadır acılar içindeydim. Her gün içiyor ve sızıyordum. Evet haklıydı canavar. Haklıydı melek. Ben ruhuma böyle korkunç bir dünya kurmuştum. Aydınlatmam gerekiyordu o dünyayı. Sonra düşündüm. Bu dünya mı rüya olan diye? Ölen de cevap vermiyor ki. Yoksa onlar rüyadan mı uyanıyor bizim ölüm dediğimiz anlarda. Sonra bir kanıya vardım. Her rüyadan uyanışımızda ölüyorduk aslında. Ve gerçek ölüşümüz de bu dünyadaki rüyamızdan uyanmak olacaktı. Yanılıyor muydum yoksa?
Ahmet BAYRAM