- 807 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Umut Burcu Burcu, Bahar Bir Kucak
Zehir zemberek bir tat gibi dilini kamaştırdı ekşi limonlu su. Bir yudum aldı bıraktı. Sigara paketini aldı eline, üç dört tane kalmıştı ancak içinde. Uzaktan o yaz moda olan şarkılardan birisi geliyordu bir uğultu halinde gelen, herhangi bir kelime anlaşılmayan sesler arasında. Nargile kokularına ve dumanlarına karışmış sıcak bir yaz öğleden sonrasında bazen şen kahkahalar çınlatıyordu kulakları. İlçenin merkezinde kalabalık bir kafede kafasında binbir düşüncenin yoğunluğu ile biraz sersemlemiş, biraz uyuşuk oturuyordu genç kız. Masada okunmuş ve babasının her vakit kızdığı gibi yeterince iyi katlanmamış gazeteler, sandalyenin birinde yarısından fazlası okunmuş ve ucu kıvrılarak kalınan yer sabitlenmiş bir Halit Ziya Uşaklıgil romanı duruyordu.
Üç katlı bir kafe, ahşap ve camdan arta kalan duvarları pastel yeşil bir renge boyalı, güneşten canlı bordo renkten daha sıcak ve soluk bir kırmızıya dönen ön yüz ve sırtı haki yeşilden uçuk yeşile dönmüş geniş ahşap sandalyelerin minderleri. Enine küçük parça ahşaptan yapılmış kare masalar, yaş ortalaması en fazla yirmi beş olan müdavimleri ile son günlerde her kafede moda olan plazma televizyonların sesi kısık, müzik setinden gelen müziğe karışıyordu.
Dalgalı kestane rengi gür saçlar, kocaman kahverengi gözler, tez canlı, güler yüzlü, mantıklı, güçlü ve bir o kadar da hassas bir kızdı Irmak. Utangaçtı biraz, birisine bir şey anlatırken yanakları pembe pembe kızarır, iri gözleri parlardı heyecanla. Soluk lacivert kolsuza yakın bir penye tişört, ince müslin kumaştan siyah uçuşan bir etek ve topuksuz hafif ayakkabılar giymişti. Kulağında küçük taşlı gümüş küpeler, uçuk pembe bir ruj dışında makyaja hiç ihtiyaç duymadığı duru güzelliğini ortaya çıkaran tatlı bir yüz ifadesi ile her şeye çocuksu bir merakla ve çok iyi bakan gözler, orta boylu, ince, biçimli bir vücutlu, yirmidört yaşında olmasına rağmen, yaramaz bir çocuk havasında görünürdü.
Yeni bitirmişti üniversiteyi, Yüksek lisans için başvurmuştu ve masraflarını karşılayabilmek için çalışması gerekiyordu. İş ilanlarına başvurdu. Aslında dünyayı gezmek her yerde biraz çalışmak, bir süre kaldıktan sonra diğer bir yere geçmek istiyordu. Göçebe ruhu bir yerde uzun süre konaklamak istemiyordu. Üç aydır da bir şirkette çalışmaya başlamıştı.
Yan tarafındaki bölümde büyükçe bir masada oturan yirmi altı yaşında, kısa saçlı, ince, uzun boylu, ciddi, çok zeki olduğu yüzünden ve yaptığı esprilerden belli olan, çok çalışkan, şefkatli ve bir o kadar da mesafeli bir kişiliğe sahip ki tanıdıkça görmüştü bunu Mehmet Bey oturuyordu. Gün boyunca telefonları bir türlü susmak bilmezdi. Ara sıra sohbet etme fırsatı bulurlar ve hep sizli bizli konuşurlardı. Gencecik bir mühendis, ağzı da iyi laf yapıyordu hani. daha o yaşta çevresinde oldukça saygın bir yer yaratan, nükteli, kendi tanımı ile biraz bıçkın, çok gururlu ve kelimeleri oldukça iyi kullanan biri idi.
Sabahları Irmak pür neşe ofisten içeri girer ahenkli bir sesle herkese günaydın der sonra yerine geçerdi.
Mehmet üniversiteyi bitirdikten sonra master yapmış, sonra askere gitmiş ve yirmi dört yaşında evlenmişti. Bir yaşında Selin adında bir kızı vardı ve deli oluyordu onun için. Eşi Hülya’yı da seviyordu. Mutlu ve huzurlu bir yaşamı vardı ve en büyük zevki de çalışmaktı. Her gece mesai saati bitiminden en erken bir saat sonra, evde eşinin özenle hazırladığı akşam yemeğine yetişmek için çıkardı. Bazen işleri yetişmediğinde akşam mesaiye kalan Irmak da ona katılır, yolda sürekli işlerle ilgili sohbet ederlerdi.
Gün geldi ki Irmak onu sevdiğini anladı. Ben onu seviyorum dedi, kabul edemedi önce yok yok dedi öyle bir sevgi değil, başka bir şey bu, dostluk, yakınlık, saygı, hayranlık, bağlılık her şeyden vardı. Öyle çok benziyordu ki ona, sanki Irmak için ona uygun olarak yaratılmış, o kadar uygundu ki düşünceleri ona. Hani birisini sevince insan kendisiyle aynılaştırır ve benzerlikler bulur çokça öyle bir şey değildi.
Filmlerde kız veya erkek, karşısındaki kişiyi kendisine aşık etmek için onun bütün zevklerini özellikle öğrenir ve bir araya gelince ilk defa keşfediyormuş gibi önce kendisi aynısını söyler, inanılmayacak şekilde öyle bir taktiğe girmeden bir sürü şey tutuyordu. Irmak en çok Fellini’nin Amarcord filmini severdi bir gün yolda giderken onun da en sevdiği filmlerden olduğundan bahsetti Mehmet, karşısındakinin de öyle düşündüğünü bilmeden. Çikolatada bitter seviyordu ki nadir severdi insanlar onu, çay seviyordu hem de çok, insanlara oldukça fazla önem veriyordu, nazik ve dikkatli idi ilişkilerinde ve oldukça özenli. Dünya görüşleri bile aynıydı. Okumayı seviyordu en önemlisi, çalışmayı seviyordu gece gündüz demeden. Derinleşebiliyordu her konuda, takıntılıydılar her ikisi de bir şeyi takınca takardı Irmak, Mehmet ondan beter, ancak ne yazık dedi Irmak karşıma neden çıkmadın daha önce, oysa tesadüfen aynı zamanlarda aynı semtlerde bilmeden yaşamışlar, birbirlerini görmemişler, aynı oyunlara belki de aynı matinede gitmişler, aynı yürüyüşlere katılmışlar, Mehmet evlenmiş daha sonra sevdiği eşini bulmuş, mutlu olsunlar dedi Irmak, çok mutlu olsun o, her şeyin en iyisini hak ediyor.
Okulda iken birisini sevmişti Irmak, çok da sevdi ama uygun bulmadı kendisine, Sekiz ay sonra ayrıldılar. Sonra bir başkası girdi hayatına onu da sevdiğini sandı ancak bir şey vardı olmuyordu hep bir şey eksik kalıyordu. Bıraktı gitti Irmak.
Irmak bu duygular içinde iken Mehmet onu seviyor muydu hayır tabiki. Hiçbir şekilde ona karşı seviyeli davranışını bozmuyor, mesafeli ve incelikle davranıyordu. Bir şey söylemedi ona Irmak sadece ona küçük notlar, büyük notlar yazıp veriyordu eline, bazen okuyup gülüyor, bazen hiç tepki vermiyor yazıyı alıyor büyük bir ciddiyetle okuyor sonra katlıyor ona çok yakışan açık mavi gömleğinin cebine koyuyordu.
Hiçbir beklentim yok dedi Irmak, farklı temelde bir şey de beklemiyorum, bir kez ona yanlış anlama seni çok seviyorum ama aşık değilim ama öyle seviyorum ki seni sımsıkı sarılmak istiyorum sana diyebilmişti.
Böyle coşkun sözlerinden sonra bir süre uzaklaşıyordu Mehmet ondan, hoşuna gitmiyordu besbelli, o zaman kızıyordu kendisine Irmak neden böyle davranıyorsun ki bak en sevdiğin insanı uzaklaştırıyorsun kendinden delisin sen delisin.
Aslında kendisi de bilmiyordu ona duyduğu yakınlığın niteliğini, bilmek de istemiyordu biliyordu ki kimseye zarar gelmezdi kendisinden, kimsenin mutluluğunu bozmaz, hayatını yanlış bir şeyler üzerine kurmazdı. Hem bunu istese bile sert bir tavırla cezalandırırdı Mehmet onu, bütün yakınlığını keserdi biliyordu çünkü bir çok defalar hiçbir şey söylemediği halde haddini bilmesi tarzında ona öyle bir soğuk davranmıştı ki Irmak için için kahrolmuştu.
Zevkler aynı, hayata bakış aynı, renkler aynı, yaşam felsefesi aynı ama iki ayrı yaşamda kesişmişti yolları.
Sabahları uyanmak ve bir an önce ofise ulaşmak sihir gibiydi Irmak için, onsuz bir yer düşünemiyordu orda olmadığında öyle bir boşluk dolardı ki içine o yerinde iken onun orda olduğunu bilirken tamamlanıyordu her şey, tüm düşüncelerini paylaşmak istiyordu onunla sabahlara kadar sohbet etmek, ince ve güzel kolundan tutmak, ince uzun parmaklı güzel ellerini ve özellikle bir şey anlatırken ki el kol hareketlerini hayranlıkla seyrederdi araba kullanırken yolda.
Onu çok seviyordu her gün dolan, taşan, bir türlü boşalmayan dolu bir kap gibi, güvenle, kafasının içindeki tüm gizleri hiç sakınmadan bir bir ona açarak,
Bir ömür boyu ve sonsuza kadar sevecekti onu bu kesin ve netti. Hep dualar etti hayatımdan çıkmasın Allah’ım ne olur ben gerçekten bu hayatta diğer yarımı buldum o kendisini diğer yarım saymasa da ve hiç saymayacak olsa da o benim dünyada gerçekten sevmemi hak eden çok yüksek standartlarım olduğu halde kalbime hiç farkında olmadan kolayca giren dünyalar kadar sevdiğim güzel, ince delikanlı. Bir gül yaprağının üstündeki su damlası kadar temiz, yağmurdan sonraki temiz toprak kokusu kadar katıksız, bir gökkuşağı gibi sıkmayan, canı, kanı, hayatı olmuştu onun.
Burnundan soluyordu yine Irmak, akşam tam çıkarken pazar günü kahvaltıya gitmeyi kararlaştırmışlardı. Tamam gelirim demişti Mehmet, baldızımı alır gelirim. Üç randevusunu iptal etti Irmak hele birisi çok sevdiği uzun süredir görüşmediği arkadaşı Arda, diğeri kuzeni, diğeri sevgili babası olsun en önemlisi Mehmet’ti şu ara onsuz hiçbir anı düşünemiyordu ancak çıkarken öyle bir tarzda ’bilmem ki baldızıma bağlı’ demez mi ona Irmak göçtü birden ona bir şey belli etmedi ama kırmak dökmek geliyordu her yeri. Merdivenlerde bir yumruk atmak istedi duvara hak ettin dedi hak ettin yazarsan ne olduğu kuşkulu notları alırsın böyle cevabını işte gelmeyecekti biliyordu. Gelme dedi gelme ne yapayım ben bunun altından da kalkarım.
Neden böyle, neden birine el atsam elim havada kalıyor , neden çok seviyorum da ne kadar çok seversem o kadar az karşılık görüyorum eksiklik bende mi, neden çok fazla değer veriyorum her şeye ve herkese, neden neden neden?
Küskünüm, kızgınım, şimdi burada olsa, neden desem neden bu kadar çok sevgiyle dolu yüreğim neden sevgiyi bu kadar baş tacı yapmaya programlandım. Ama sen beni anlamadın çok mu zor bir kez de olsa ben de seni seviyorum demek hani sevgi paylaştıkça büyüyordu tüm paylaşımları hep ben kendi başıma yapıyorum karşımdakinin yerine de gereken miktarı ben koyuyor sonra kocaman bir sevgi elde ediyorum, sevgiye de aç değilim ki sevenler ve sevdiklerim de çok etrafımda ama nedense benim çok sevdiklerim istediğim oranda ve yoğunluktaki sevgiyi çok görüyorlar bana neden...
Canım ya canım seni kırmayı istemem kızgınım ama geçer normale dönerim yine ve sana karşı dikkatli ve saygılı iş arkadaşlığını senin istediğin oranda ölçülü ve küçük küçük damlalarla hiç belli etmeden veririm veya istersen sevmem de seni kendi içimde kor olur yanar ve elbet sönerim bir gün.
Yazık oldu bize, çok yazık oldu diyerek sonra yine bir depresyona girerim elimi eteğimi çekerim her şeyden, çevreden kendimi soyutlar insanlara garip ve anlaşılmaz gelen coşkunluk ve tutumlarımı gizlerim yedi kat yerin altına, atarım kör kuyulara kalbimin anahtarını yine geçmişte attığım gibi, alır başımı giderim.
İşte kendi kendisini tedavi etme yöntemiydi bu Irmak’ın. Yaralarını iyice kanatır, deşer, sonra pansumanı yapar kapatırdı. kalın bir kabuk geçer, iyileşirdi sonra derin bir sızı kalırdı bazen ara ara derinden sızlayan.
Sevgiye umudunu yitirir miydi peki? Nerde huylu huyundan vazgeçer miydi hiç.
İş yerinde bu tür duygularla geçiyordu günler, bir adım bile ilerleyemiyordu ilişkileri, var olan güzel bir arkadaşlıktı aslında ama yetmiyordu Irmak için az geliyordu.
İçi yanıyordu şu an, patlamış volkan olmuş akıyordu dağlayarak en hayati yerlere doğru, Offf of dedi, Tanrı’m daha ne kadar acı kaldı çekilecek, Ah Irmak ah, hep oyuncakları kırarsın, düzgün giden bir oyunu bozarsın sen seversin çok seversin istediğini göremezsin ve sen vazgeçtiğinde karşı taraf da sevmeye başlar ama iş işten geçmiştir artık. Sonra başlar kendini kandırmaca ben onu hala çok seviyorum diye inandırman kendine. Dağılır gidersin topla toplayabilirsen.
Hiç anlayamıyordu bu tür acılar dıştan sapasağlam olduğun halde nasıl sarsıyordu insanı, belki de yaşamayı hissetmekti bu en azından hiçbir şey hissetmemekten iyi idi. Acı, okulu muydu yaşamın, bilgelik acıdan mı doğardı. Öz acıdan mı beslenirdi.
Bir kez canım demişti ile ilgili konuşurken tamam canım demişti. Ona ama o zaman başlamıştı onu çok sevdiğini söylemelere Irmak, öyle mutlu olmuştu ki ama bir kez daha demedi. Hiç demedi.
Bir kere de sevdiğimiz insanlara takılırız dedi geçen hafta da telefonda sizi yakın bulduğum içinle başlayan bir cümle,
Ama işte kendisi suçluydu bu kadar açmamalıydı insanlara içini temkinli gitmeliydi. Hiç belli etmemeliydi hatta.
Aramıyordu işte aramıyordu mesaj yazmıştı ona ırmak, cevap yazmazdı zaten hiç ama üzgün olduğunu yazmıştı arar belki diyordu ama aramıyordu. Serviste yol bir türlü geçmek bilmedi. Kafede sigaraları üst üste içti. Sipariş verdiği yemeği savaşır gibi yedi. Canı da hiç istemiyordu, kendine kızdı, oysa oyalanmak için yedi. Kızdı, İsyan etti.
Kızgınlığı geçti, sakinleşti, duruldu şöyle bir yokladı kendini hayır hayır ona olan sevgisinden bir damla bile eksilmemişti. Seni seviyorum dedi kocaman bir gülümseme ile seni çok seviyorum hep seveceğim. Sen beni yanlış anlasan da kendinden beni mahrum bıraksan da ölçülülüğünden hiçbir taviz vermesen de seni sevmeye devam edeceğim canım Mehmet.
Ne yapsam acaba Hıdırellez’de bir dilek mi dilesem acaba o dilekler hep olurmuş ama öyle bir dilek dilemedim ki işte şimdi diliyorum Allah’ım Mehmet beni sevsin hem de çok sevsin en az benim sevdiğim kadar, nasıl bir sevgiyle severse sevsin yeter ki sevsin kana kana bir çeşmeden su içer gibi ferahlayayım, ona olan sevgi ve dostluğumun huzurlu ortamında biraz soluklanayım çelişkilerle düşündüğüm böyle anları unutup biraz huzur bulayım ne olur.
Sanki gelecekmiş gibi yeni birisi geldiğinde heyecan ve umutla doluyordu oysa burayı bilmezdi ki o, geçen gece uğrayın demişti Irmak iş çıkışı onun en yakın arkadaşına, gelmemişlerdi Mehmet hayır demişti kesin adı gibi biliyordu mesafe koyacak ya haddini bildirecek ya, hep yaptığı gibi.
Akşam oluyordu alaca karanlık çökmüştü ortalığa, sıcak bir yaz akşamı, fonda aşk şarkıları oturanların neşeli gürültüleri ağlamak istiyordu sinirden ağlamak.
Oysa eski sevgilerinden Korhan görmek istemiş onu erken çık görüşelim demişti istemedi Irmak çok işim var çıkamam dedi çok akıllı bir çocuktu Korhan sohbeti güzeldi. Biraz züppeydi severdi onu Irmak dostluğunu severdi.
Bu arada bir de Mehmet’in tarafına bakalım neler oluyor orada.
Ne anormal kız bu böyle, ne yapmak istiyor anlamıyorum çocuk gibi davranıyor seni dost gibi seviyorum diyor yazdığı yazılar aşk ilan eder gibi ben kızımı çok seviyorum ben eşimi çok seviyorum, mutluyum. Tamam çok beğendiğim yönleri var ama o şekilde değil hem bir kere ben sarışınlardan hoşlanırdım. Artık kimseden hoşlanmam benim yuvam her şeyin üstünde kimse hiç kimse giremez buraya. Ancak arkadaşım olarak yer alabilir hayatımda bu çelişkili duygular neyin nesi, bu coşkunluk niye. Haddini bilecek herkes bu kadar kolay mı benin sınırlarımı geçmek dur dediğim yerde durmalı tamam çok sevimli ama her şeyin de bir haddi hududu var.
Delirmiş bu kız aklı başında değil çok da dengesiz vur deyince öldürüyor iyi tanıyor kendisini deli kız o deli. Benden de deli.
Karşıma alıp adam akıllı konuşmak istemiyorum çünkü kırılgan. Benden uzaklaşmasını istemiyorum. Sonuç olarak güvenebileceğim birisi kolay bulunmuyor bu memlekette dostluklar. Emek vereceğim bu ilişkiye, kaybetmek istemiyorum onu belki başka bir zamanda başka bir yerde başka şartlar altında kesişseydi yollarımız farklı olabilirdi her şey ama benim hayatım en büyük aşkım kızım Selin, onu üzecek hiçbir şey yapmam ben yapamam. Eşime de kıyamam çok kahrımı çekti her sıkıntımda yanımda oldu ve duramam karşısında böyle bir olayla utanırım çökerim savunamam kendimi parçalanır giderim.
Ne olmuş çok benziyorsak birbirimize. Bu dost olmak ve dost kalmak için iyi bir şey hem. Tanrım onu seviyor muyum yoksa, ben de seviyorum galiba bu çok kötü bin kat uzak durmalıyım artık belki de.
Zaten insanlar çok meraklı öğlen yemeğinde beni görünce hemen masama oturuyor bu deli kız. Tamam sohbeti çok keyifli, iki kelimesinden birinde de egom tavan yapıyor hiç sevgi sözcüklerini bu kadar bir arada ve sık sık duymadım ki ben. Allışık da değilim hani ne kadar çok sevse de çevremdekiler beni ben dinginlik ve ölçü isterim. Hayatımda fırtınalara yer yok. Söyleyeceğim aklına başına alsın. Akıllı olmak lazım kızım diyeceğim. Ne yapmak istiyorsun, amacın ne, bul kendi denginde birini de evlen. Evlen mi! Aman Tanrım içi acıdı birden kendisini bu kadar çok seven birisi başkasının kollarında, yanına birisi gitse ve konuşsalar eziliyordu içi birden. Kendisine bile itiraf etmemişti bunu şimdiye kadar.
Seviyordu evet o da onu seviyordu ama bir şey yapamazdı baştan çıkmazdı yok. Örselenirdi zaten zaman içinde yıpranırdı yıpratırlardı . Olmazdı olamazdı.
Çok bekledi Irmak o sabah bir şey olacak arayacak gelecek pazar sabahı saat sekizde kalktı oyalandı biraz. Bekledi bekledi arayan yok. Gazeteleri aldı saat dokuz buçuğa gelirken evin yakınındaki güzel deniz manzaralı kır lokantasına gitti. Garsonlar yeni yeni geliyorlardı. Kahvaltı hazırlanmamıştı henüz.
-Geç kaldık biz bugün dedi gelecek var mı yalnız mısınız.
-Ya iki kişi gelecek de kesin değil.
Gazetelere daldı Irmak ne kadar zaman geçti unuttu ama acıktığını hissetti Biraz sonra termosta koca bir çay ve özenle hazırlanmış güzel bir kahvaltı tabağı geldi. Yemeye başladı Irmak ve birden Mehmet geldi aklına. Nerdesin nerde? Gözyaşları süzülmeye başladı yanaklarından. Allah’tan pazar sabahı kimse onun kadar erken kalkmamış bir yandan ağlıyor bir yandan yiyordu işte dedi hep böyle enteresan şeyler yaparsın. Ağladı yedi, yedi ağladı sonra durdu gözyaşları, düzeldi.
Acaba sabah aramamı mı bekledi ne yapsam ki sinemaya gitmiştir o yarın da yaş günü caddeye çıkayım kitapçıları dolaşayım ona kitap seçeyim.
Atladı dolmuşa hava da bir hayli sıcak Caddebostan’a geldi tüm kitaplara baktı bir deneme, bir de şiir kitabı aldı Ömer Hayyam Rubailer sever sanırım. Onu seviyorum
Akşam üzeri arkadaşları aradı onlarla buluştu bir kaç kitap kendine iki kitap işyerinde çok sevdiği Özkan Sabri ye aldı ve eve döndü.
Özkan Sabri Gorki romanlarından çıkmış bir koca adam Tatar asıllı, nevi şahsına münhasır alıngan doğrucu çok dürüst, inisiyatifli ve sert.
- Beni kimse sevmez demişti bir gün
- Olur mu ben sizi seviyorum demişti Irmak, gerçekten de seviyordu gerçi küsmüştü ona Özkan Sabri konuşmuyordu bir süredir
Sabah serviste kitap paketini uzattı Irmak.
- Bu ne dedi Özkan Sabri
- Kitap dedi sana aldım
- Yok sağol teşekkür ederim dedi geri uzattı paketi içindekilere bile bakmaya gerek duymadan. Dondu kaldı Irmak dondu kaldı ve geri aldı paketi.
Nasıl yapmıştı bunu. Düşünceler dansediyordu kafasında dur dedi dur, kendine gel olabilir almayabilir dur bozulma sorma bir şey almaz almaz belki beğenmiyor seçtiğin kitapları almak istemiyor, sevmiyor işte seni konuşmak istemiyor, daha neyi dayatıyorsun ki. Hiç başıma gelmedi ben olsam aynı şeyi yapar mıydım hayır yapamazdım ama bu o zaten kendine özel yapar almama özgürlüğü yok mu
Ah Özkan Sabri ah nasıl da elinle itiverdin beni bir çırpıda fırlattın yerin dibine, al dedin sen benim sınırlarımdan içeri giremezsin sen kimsin...
Özkan Sabri Şen. Patronunun çok sevdiği güvendiği karakterli, sözünü sakınmayan dimdik, dosdoğru bir adam.
Hayat boyu çalışmış bir ev almış kendine çocukları büyümüş emekli maaşı kartını eşine vermiş bir gurur bir azametle hayatına devam ediyor .
Üzüldü Irmak çok üzüldü toparladı kendini. Yine şen şakrak girdi ofise günaydın diyerek. Gülerek baktılar ona. Ne oluyordu da bunca sıkıntı arasında şen şakrak oluyor böyle deli mi ne der gibi.
Masasında oturuyordu Mehmet şöyle bir cevap verdi günaydına nazik ve uzaklıkla. Ah dedi Irmak evet yine mesafeleri koymuş belli kolay kolay da aşılmaz bu uzaklar.
Hediyesini verdi Irmak, nezaketle aldı Mehmet
- Beni utandırıyorsunuz Irmak hanım
- Yok dedi yok.
Teşekkür etti.
İşte mentalite farkı ne kadar nazik diye düşündü Irmak.
- Umarım beğenirsiniz, size almak istediğim birkaç kitap vardı bulamadım ancak bu da güzeldi seversiniz belki
- Kitap sevilmez mi dedi Mehmet
- En güzel hediye diye geveledi Irmak ve gitti yanından. Sonra mesafeli günler tekrar başladı
Duruldu ırmak
Oysa pasta almak istiyordu, sürpriz doğum günü düzenlemek istiyordu. Yapamadı tek başına yanlış anlar kızardı ona.
Şirketteki kızlar organize ettiler Irmak’a da söylediler o da katıldı sevinerek. Pastayı hazırlayıp mumları yaktılar yemekhanede, tam çağıracaklardı.
- Sürpriz yapalım, herhangi bir müşteri çağırıyormuş gibi yapalım dedi Irmak. Geldi Mehmet müşterinin çağırması üzerine ve üç kızı görünce yemekhanede şaşırdı biraz.
- Dilek tutun dedi Irmak
- Doğum günlerinde tutulan dilekler gerçekleşir. Üfledi mumları Mehmet ve özenle kesti pastadan bir dilim eline çok yakışarak ve teşekkür etti hepsine tek tek yanaklarından öperek.
İyi ki doğdun Mehmet, iyi ki varsın sevgili dostum dedi Irmak sessizce, kimse duymadı.
Irmak sabah neşe ile uyandı. Onu görmek güzel olacaktı yine. Öyle çok özlüyordu ki onu her gün gördüğü halde. Şirketten biraz ayrılsa, müşteriye gitse gözleri yolda kalırdı. Kendisi çıktığında da bir an önce geri dönmek için can atardı onu görürdü tamam olurdu, eksiklik tamamlanırdı. Nasıl bir sevgiydi hani yap bozlar vardır parçalar tamamlanınca ortaya çıkar ya sonuç, bir parçası olmuştu Irmak için büyük eksik bir parça onu tanıyınca tam olmuştu.
Gidişin öyle bir boşluk yaratır ki gelişinle dolduramazsın derdi Aydın bir şiirinde gidişinin büyüklüğü gelişiyle bütünleniyordu. Renk geliyordu ahenk geliyordu doluluk geliyordu neşe geliyordu onun girdiği yere. Ne şanslılar dedi ne şanslılar onun çevresinde onu sevenler, onu sevmemek mümkün mü onsuz hayat olur mu olmaz, geçer mi zaman geçmez.
Hastalandı erken çıktı yarım saat o gün. Daraldı yine Irmak. onun bir yeri ağrısa kahroluyordu canı sıkılsa daralıyordu. Ne yapsam eve gitti yatıyordur. Çok da ağrıyordu başı ne kadar yordu kendini yine gerçi hep öyle. Seviyor çalışmayı haz duyuyor ama biraz dinlenmeli aradı onu korkarak saat gece dokuzda. Üç kez çaldı telefon, yok yok uyumuştur uyandırmayayım dedi kapattı telefonu Irmak.
Geri dönmedi Mehmet aramadı onu. Biliyordu zaten aramayacağını ama yok yok uyumuştur yine de nezaketi elden bırakmazdı. Sabah koşarak gitti yerindeydi
- Günaydın dedi. Nasıl oldunuz? Daha iyi misiniz?
- Yok Irmak hanım iyi değilim hala, akşam hemen yattım uyumuşum.
yani sizin aradığınızı duymadım diyordu galiba bir şekilde. Olsun dedi içinden iyisin ya o yeter...
Üç gün izinli idi ailesinin olduğu yere girmişti. İyi yolculuklar diledi,iyi tatiller dedi Irmak yüzüne bile bakmadan elinde yaptığı işle ilgilenerek
- Teşekkür ederim Irmak Hanım dedi.
Ahh dedi Irmak ahh kendisine seninle ne yapacağım ben. Sen görürsün sen görürsün...
Akşam internette yengeç erkeğinin özelliklerini okudu. Hepsi aynen o. Aman Tanrım karşısındaydı sanki gülen alaycı yüzü, acıtmaya hazır şakaları ilgisiz nezaketi.
Yemekte onun masasına oturmamaya başladı Irmak, gelemiyordu tedirgin haline bırakıp gidiyordu onu yarı yolda. Eskisi gibi Irmak hanım hadi bana yemek ısmarlayın da demiyordu.
Acı çekiyordu ah deli kız sen yazmadın mı mazoşistliğini ona yazdığın notlarda çek işte acı en kallavisinden. Sevgi paylaştıkça çoğalırdı paylaşmıyordu.istediği temelde bir sevgiyi paylaşmıyordu. Diğer sevgilere belki vardı. Ama dostluk seviyesine bile çıkarmamıştı onu arkadaşlık sevgisi evet vardı o bari o kadarı da olsundu değil mi, jest yapmıştı, lütfetmişti. O kadarı da olsundu.
Sus Irmak sus bunları düşünme. Sen yaptın kendi dinamikleriyle gelişmesine bıraksaydın işi o da kendiliğinden zaman içinde adım adım artarak, güvensizliklerini birer birer yıkarak adım adım sana gelecekti ki hala bu ihtimal var ama sen her zamanki sabırsız sınır tanımayan aceleci yapınla her şeyi bir anda hemen istedin. Senin yolların hep hızlı. Hızlı olunca da hata yapıyorsun demeyeyim de zamanlamaları atlıyorsun her zamanki gibi.
Hayatı her zaman kendi istediğin gibi yönetemezsin yönetmek güzel belki ama çetin cevizlere rastladığında da her ne kadar az olsa da o çetin cevizler kırmak zor olur, kabuğunu açıp içine girmek zor olur ve hatta bazen mümkün dahi olmaz...
Üç gün tatil için uzaklaştığında Mehmet bu duygular içerisindeydi Irmak. Hem günleri sayıyor, bir türlü de geçmek bilmiyordu günler hem de o geldiğinde ne yapacağının planını yapıyordu.
Yemekte yanına oturma, anlayamayacağı kadar belirsiz şekilde mesaiye kaldığında onunla eve dönme, kişisel not bir daha hiç yazma yazsan bile (ki kendine bu konuda güvenemiyordu resmiyeti hiç aşma.
Kaya Bey ilginç bir şekilde bir email gönderip bir arkadaşlık sitesine davet etti onu her zaman ilişkilerinin belli bir seviyede olduğu, ama insan olarak gerçekten beğendiği, çalışma tarzını ve yönetim biçimini tatlı sert ve disiplinli tarzını beğenerek izlediği Kaya Bey hiç olmayacak bir şey yapmıştı.
Neden dedi. Ne oldu ki. Dur bir dakika hemen yanlış yorumlama, öylesine bir şey olabilir.
İçi cız etti birden ya farklı bir şey ise, ya benimle başka temelde arkadaşlığını ilerletmek istiyorsa üstelik hayır da demem gerçekten beğendiğim ve insanlar üzerinde iyi bir ağırlığı olan birisi ki karşısındaki insanda buna çok önem verirdi. Bir insan olmalı ki gittiğinde yeri geldiğinde boşluğu mutlaka ve mutlaka anlaşılsın. Neden cız etti istemeyerek de olsa Mehmet’e olan sevgisinden vazgeçmek, gerçekten dünyada ikinci yarısı olan bir insanla bütün olasılıkları kapatmak ve bitirmek, sadece arkadaşı olarak kalabilecek olmak ve hatta arasıra gittikleri ve çok keyif aldıkları yemeklere bile artık eskisi gibi katılamamak (genelde üç veya dört kişi olurlardı bu yemeklerde. ) Ve bu olacaktı biliyordu. En büyük aşkından vazgeçecekti ve vazgeçtiği anda dünyadaki tüm aşklarda olduğu gibi o vazgeçtiğinde Mehmet sevmeye başlayacaktı ve iş işten geçecekti. Sımsıkı sarmalanmış ipler ile el kol bağlanacaktı.
Bir an düşündü sanki bir geleceğimiz olacak mıydı onunla hayır ancak yazmıştı ya ona. Seni, beni hayatının çok önemli bir yerinde bulundurabilme olasılığı oranında çok seviyorum…
Sevdiğin her şeyi baştan koşulsuz olarak severek…
Ah canım Mehmet neden Mehmet neden böyle olmak zorunda oldu neden seni bu kadar çok severken senden vazgeçmek zorundayım. Bu, gözünün önünde sevdiğinin başına bir şey gelmemesi için fedakarlık yaparak yıllar boyu onu görmemeye bile katlanan eski Türk filmlerindeki trajedilerden bile daha acı ve sahici. Tamam her şeyde senin mutluluğun, senin hayatın. Sevgi zaten bu. Sevdiğin insanın mutlu olmasını istemek, mutlu kalmasını sağlamak ve bunun için her şeyi yapmak. Sevgi emek. Mükemmel bir ilişki olacağını bile bile onun için bundan vazgeçmek. Ama ya sonuç. Sonuçta sevgi kaybetmek, bulmak yitirmek, yeniden kaybetmek, delirmek, makul olmak, mantığı toplamak delirmek yeniden delirmek ama hiçbir şey belli etmeden mağrur omuzlarınla yürüyüp gitmek…
Ve vazgeçti Irmak gözyaşlarını içine akıta akıta, hançeri içinden, kalbinden kanırta kanırta yaralarcasına, onun sesini her duyduğunda, şakalarını her işittiğinde o güzel iyilikle bakan gözlerini, giydiği kendisine çok yaraşan kıyafetlerini her gördüğünde, incecik silüetini, düzeyli nezaketini, hepsini büyük bir sevgiyle ve artık göstermek istemediği yoğun şefkatini herkesten ve hatta kendisinden bile gizleyerek yeni bir yola başlayacaktı ve miladı onun yokluğundaki bu üç günde yaptığı çözümlemelerin sonundaki gündü yani yarındı onun üç günlük izin sonrası şirkete geleceği gün ile başlayacaktı. Konuşmayacak mıydı konuşacaktı tabi. Günaydın olmayacak mıydı olacaktı tabi ama bir şeyler değişmişti işte iradi olarak kaçınılmaz olarak yapması gerekeni yaparak yani doğru olanı yaparak onun tam da istediği gibi ki onun istediği aslında onun için, ikisi için doğru olan değildi nadir olarak bulunan bir şansı yani gerçek aşkı ihtimamla ellerini yaka yaka kalbinden alarak ama kalbiyle birlikte çıkarıp ayrı bir yere ama öyle bir ayrı yer ki orda hiçbir mucize o kalbin konulduğu fanusu etkileyemez. Hiçbir sihir, aşkın kendisi bile o fanusu kıramaz çatlatamaz, ne geri dönüşün istenilse bile olamayacağı ne de eyvah ben ne yaptım dense dahi kendileri isteseler bile hiçbir şey yapamayacakları bir hale gelmek üzere idi Irmak ve bundan vazgeçmesi için bir işaret gelmesi gerekiyordu. Ondan bir işaret, belki telefon, belki bir açıklıkla bir söz, bir ümit bir ifade.
Ancak Irmak’ın verdiği süre bitmişti. Hiç bir süre ile sınırlanmasa dahi. Çünkü Mehmet son bir iki haftada yaptıkları ile, çok sevmesine rağmen kırmıştı onu yapacak fazla bir şeyi olmasa da oysa ondan fazla bir şey istememişti Irmak sadece sevdiğini bilmek istemişti. Sevgisinin biraz da olsa paylaşılmasını istemişti. Minik parçalarla küçük küçük verdiği dostluğunu yaptığı tavır ve davranışlarla acıta acıta geri almıştı Mehmet.
Ah Mehmet kaybediyorum seni ah Mehmet kaybediyorsun beni Hiçbir şey konuşmadık hiçbir şey söylemedik ben söyledim ama sen davranışlarınla belli ettin sen yaptın ben satır aralarını okudum. Sen beni bir istikamete yönlendirdin ki bilerek, isteyerek ve biraz da bilinçli bir alaycılıkla yok alaycılık değil çizgini bil diyerek ve burada kendinden de çokça gurur duyarak kendince bildiğin ya da istediğin istikamete çevirdin benim gibi kural tanımayan kimsenin dediğini yapmayan deli asi bir çocuğu.
Kazandık mı sence Mehmet koskoca bir hayır oysa şu tutunulamayacak dünyada birbirimize tutunsaydık be Mehmet zaten çok büyük olan gücümüz ne yenilmez bir şey olurdu kim hangi sel hangi fırtına yıkabilirdi. Kimin gücü yeterdi. İşte gidiyorum oysa bir kez bile kal demedin gitmemi istemediğini belli bile etmedin. Şunu demek istedin bana, git benim düzenimi bozma ben böyle mutluyum. Bu kadarı yeter güle güle...
Kaya girdi hayatına usulca Irmağın yavaş yavaş güvenli ve çok saygın bir biçimde... Kaya ile ilişkileri belli bir ciddiyete gelince ilk Mehmet’le paylaşmayı düşünüyordu Irmak. Mehmet acaba bunu öğrenince ne düşünecekti. Hak ediyordu bilmeyi çünkü hayatındaki önemli önemsiz her şeyi paylaşmayı ve tavsiyesini almayı çok seviyordu ırmak. Sınırsız bir güveni vardı ona ve bu güven hiçbir zaman bitmeyecekti. Ölene kadar hep büyük güven içinde olacak yine sıkıntılarını ve tüm sorunlarını paylaşacaktı onunla koşulların elverdiği ölçüde tabi onun ilgi gösterdiği ölçüde çünkü Mehmet tekti. Onun gibisi yoktu ve olmasının imkanı da yoktu.
Onu seviyordu, sonsuza kadar sevecekti.
Kaya ne güzel bir insan ne güven verici mutlu etmeyi de biliyor saygılı, dikkatli hani hiç Mehmet ile karşılaşmamış olsa belki deli gibi seveceği tapacağı ve bunu da hak eden bir insan. Yani onu mutlu edebilecek bir insan. Bir sürü şeyle tamamlıyorlar birbirlerini Mehmet’le olduğu gibi değil ama. Mehmet’le olsaydı olabilseydi olabileceği kadar değil, mükemmel varken iyi ile belki de çok iyi ile yetinmek gibi.
- Benimle evlenir misin Irmak? diye sordu Kaya bir gün apansızın. Hiç şaşırmadı Irmak ancak bir acı çöktü üzerine.
- Yarın cevap vereyim sana olur mu. Mehmet’in yanına gitti
- Evlenme teklifi yaptı Kaya bana, seni deliler gibi sevdiğim halde yine de sana söylemeye geldim fikrini almaya geldim. Biliyorum evlen diyeceksin mutlu ol diyeceksin, iyi biri o diyeceksin, hayat yalnız geçmez diyeceksin. Ben zannetmiyorum Mehmet hiç kimseyi seni sevdiğim kadar sevebileceğimi, o sevilmeye değer bir insan ancak bana bir şey söyle ne olur o güzel saygı değer mesafeli katı bir at biraz daha yalın tarafına geçeyim ve bana bir şey söyle bak bu karar hayatımın dönüm noktası her ne kadar hayatında düzenli olan bir yaşantıyı istesen de ve sen bu düzeni hiçbir şeyin bozmasına izin vermesen de ben yine de senin fikrine muhtacım. Yapma dersen eğer her şeyi geride bırakıp ömrüm seni sevmekle nihayet bulacaktır şarkısında olduğu gibi tek başına yani dostlarımla sevdiklerimle hayatıma kimseyi sokmadan devam etme kararı alacağım ne dersin.
Gözyaşları sicim gibi akıyordu Irmak’ın nasıl teslim olmuş tüm ruhunu bütün çıplaklığı ile açmıştı ona tüm gururunu bir kenara iterek ama bana mısın demiyordu Mehmet mizahi tarzından hiçbir ödün vermeden o üstün nezaketi ile.
- Sizin adınıza çok sevindim Irmak hanım Kaya Bey gerçekten iyi ve size layık biri gibi görünüyor mutluluklar dilerim sevgili arkadaşım.
Irmak şaşırdı ona mı öyle gelmişti sanki bir an sendeledi, sesine bir boğukluk mu geldi Mehmet’in ona çok yakışan gözlüklerinin altında hareli gözlerinde belli belirsiz bir gözyaşı kabarması mı görür gibi oldu. Yüzünden bir gölge mi geçti bir hüzün mü çöktü üzerine acaba gözleri başka ağzı başka mı söyledi bu özü sözü dürüst adam. Asırlar kadar uzun gelen bir an mutlu oldu Irmak Allah’ım Allah’ım sana şükürler olsun o da beni seviyor mu ne demeye kalmadan toparlandı Mehmet eski haline kavuştu kavuştu da Irmak yanıldığını bile düşündü.
- Peki canım arkadaşım tavsiyene uyacağım
- Yakında evleniyorum. Gelecek misin.
- Tabi ki gelmez olur muyum en yakın arkadaşlarımdan biri evleniyor eşimle geliriz. Döndü arkasını gitti Irmak tekmelemek geliyordu içinden. Her yeri yumruklamak geliyordu dolabı, dosyaları fırlatmak geliyordu, kaybolmak bulunmamak ve sonra Mehmet tarafından bulunmak, ona usul usul ağlayarak sarılmak, kollarında kaybolmak istiyordu ona direnmek yumruk atmak kızmak, tırmalamak ve onun tarafından öpülmek istiyordu sımsıkı bağladığı kollarını onun tarafından açılarak ve bunu yaparken seni seviyorum Irmak diyerek rüyalarında olmuş bu gözyaşları içinde gülerek uyanmış uyandığı düşün etkisinden bir süre kurtulamamış inanılmaz bir yaşam sevinci ile dolu olarak uyanırdı düşü gerçek sanarak.
Nasıl bir yaşam her şeyin mükemmel olduğu Alice harikalar ülkesi gibi her gün bir başka mutluluk karşılıklı verilen, her gün kişiliklerine binbir değer katılan çok güzel bir ilişki işte. Irmak’ın hep söylediği ve dilediği gibi her ikisi de gerçekten yüz yaşına kadar yaşasa bile, her an büyük bir sevgi ve saygıyla sürecek mükemmel bir ilişki.
Nikaha az kalmıştı. Son günlerde huzursuz bir taşkınlık vardı Irmak’ın üzerinde. Kaya’yı seviyordu ama Mehmet’i görmek istiyordu. Her sabah uyanınca ilk aklına gelen kişi Mehmet, her akşam yastığa başını koyduğunda son düşündüğü Mehmet, kanı canı hayatı yaşamının anlamı, delicesine tutkun olduğu saydığı sevdiği arkadaşı, dostu. ‘’Yaşamayı bu kadar severken delice, ölümü özledim anne’’ ne kadar doğruymuş o da böyle bir acıdan ve aşktan yoğrulmuş demek ki bunu ne kadar geç anladım. Bu dizeleri yıllar önce duymuştum oysa. Ben sensiz ne yapacağım, sensiz nasıl yaşayacağım. Sen hep varsın yanımda hep de olacaksın hayatımda ruhumda fikrimde her şeyde ve her yerde. Ama elimi uzattığımda tutamamak, sonsuz sensizliğe yelken açmaya istemeyerek hatta senin isteğinle hazırken bu sabah seni bir kez görüp de yine tavsiyelerini alsaydım. Ben sensiz yalnızım çok yalnızım, kalabalıklar içinde yalnız. Nikaha geleceğini söyledi, gelir mi acaba. bilmem ki, eşini alıp gelecek ya tatlı kızını da alır belki ben senden değilim senin yaşamında neden olamadım sadece küçük bir el hareketi ile mümkün olabilseydi ya bu roller değişse ve ben senin sevgili eşin olsaydım ya kolaycacık hiçbir şeyi kırmadan bozmadan ağlatmadan incitmeden Senin o güzel hayatının genel kurmay başkanı neden ben olamadım. Neden. neden neden…
Sayın ve çok değerli genel kurmay ne olur tırnaklarını çıkarma bana sen de onu sevdin anlarsın çünkü onun kumaşından olup da onu sevmemek zaten bütün teorilere aykırı sen sadece bana kızmadan içnde bulunduğun yerin kıymetini bilerek ki biliyorsun ki o kıymette olmasaydın zaten o yeri de vermezdi sana o değerli insan bana sadece uzak bir nezaket ve saygıyla ama hiç kızmadan ve en küçük bir kıskançlık belirtisi göstermeden uygun bir mesafede dur ne olur. Ben olsaydım orada beni anlardım ben ben olmadığım halde.
Ne çok zayıflamıştı son günlerde hem işlerin yoğunluğu hem düğün hazırlıkları gece onu düşünmekten yorgun düşüşler bu arada Kaya ile katılınan kokteyl ve arkadaş toplantıları.
Son günlerde birkaç kelimeden ibaret sohbet dışında görüşememişlerdi bile Mehmet’le. Bir ay böyle geçti. Çok hızlı, kimse anlamadan.
Özkan Sabri Bey’e teklif edecekti nikah şahitliğini Irmak, ya beni geri çevirirse üzülürüm yine çok. O zaman direkt sormamalıyım en yakın arkadaşı İsmail Bey sorsun, istemezse ona söylesin, daha kolay katlanırım o zaman.
Şaşırmıştı Irmak, kabul etmişti şahidi olmayı Özkan Sabri Bey. Bak dedi bazen çok istediğimiz şeyler de olabiliyor hayatta. Saydığım ve sevdiğimin insanlardan biri, benim için çok önemli nikah şahidim olması. Ne olur beni kaçır buralardan huzurlu bir kovuğa koy ara sıra sadece su ekmek ve kitap getir ve sohbet et benimle usul usul o güzel sohbetinle ve sevdiğim insanlardan biraz haber getir ama ondan açıkça bahsetme, bahset ama azıcık üstü kapalı ben satır arasından iyi olduğunu anlayayım ama ne söylediğini ne yaptığını bilmeyeyim sadece iyi olduğunu bileyim yeter bana. Olur mu sevgili dostum olur mu..
Nikaha bir hafta vardı daha. Sabah çok erken işe geldi Irmak, oldukça sakindi. Uygun bir zamanda isitifa yazısını hazırlayıp teslim etti. Akşama doğru eşyalarını topladı ve kısa bir veda maili yazdı çalıştığı arkadaşlarına gönderdi akşam çıkışa yakın. Kimseyle konuşmadı bu konuda ve sessizce ayrıldı oradan.Kaya’yı aradı. Buluştular ona evlenmekten vazgeçtiğini, aşık olmadığını, olamayacağını söyledi Irmak. Kaya hiçbir şey söylemedi. Kalktı gitti. Onu orada bırakıp gitti.
Irmak okula başladı. Yüksek lisansını yapıp İngiltere’ye gitmek için planlarını yaptı. Gitti ve bir daha gelmedi.
Mehmet’i hiç aramadı.[/ikiyanayasla ][ikiyanayasla
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.