Huzursuzluk
NOT: BU yazımda hiçbir kitleyi hedef almadığımı ve hiçbir ideolojiye yan olmadığımı; en iyi ideoloji halkın yararına olandır. En iyi yönetim, halkın mutluluğu, refahı ve insanları insan gibi yaşatan yönetimlerdir.
Bir bireyin huzursuzluğu zamanla toplumlaşıp dünya toplumları da beraberinde huzursuz edebiliyor; huzur, sevgi ve çalışmak ibadettir paylaştıkça güzeldir.
Bir zamanlar bir kesimin “Esnafım” dediğinde, askerin, polisin veya her hangi bir görevliden “Geçebilirsiniz efendim” nezaketine mazhar olurdu. Ve üstü başı aramama özelliğini taşıyan esnafın bugünlerdeki hali içler acısıdır. (Bireyin birinci sorunsallığı)
Bugün her işletmecinin sancılı, şüpheli, dertli ve güven vermeyen nerdeyse sahtekârlığın adresi olarak görülmektedir. Acaba müşteri mi işletmeciyi bozdu yoksa işletmeci mi müşteriyi bozdu? Kentlerde tüketiciler ile üreticiler –sektörel olarak- sıkı bir iletişim ve sosyal içindeler. (Bireylerin gittikçe toplumsal güvensizliğe düşmesi)
Gözlemlediğim kadarıyla, zorunlu göçe tabi tutulan köylülerin apar topar kente sığdırılmasıyla kentin düzeni bozuldu. Bu göç, zorunlu ya da kent cazibesine kapılarak gelip yerleşenler, kenti balon gibi şişirdiler! Veya adı konulmamış bir sosyal patlama oldu.
Kaba davranışları, kural tanımaz, asabi tavırlarıyla kentlileri kendilerine benzetmeyi başarmış durumdalar. Elbette köylü köyünde olmalıydı; bu olay tıpkı bir balığın karaya çıkarılması gibidir. Balık karaya çıkarıldığında önce tepinir, zıplar ve kısa bir süre sonra cansız olarak hayata veda eder.
Bu zorunlu göç, kenti gecekondulaştırıp çarpık bir şehri meydana getirdi. Su-yol- elektrik hizmetlerin sık sık aksaması şehrin metropol kimliğine darbe (vuruyor)vurmuştur.
Vasıfsız ve okul yüzü görmemiş köylülerin ne bulduysa “yaparım” sloganıyla herkes parasına göre bir işyeri kurmaya başladı. Zaten bir boşluk bir tepki bekleyen büyük avm -havas- patronları ülkenin her yerinde olduğu gibi bu fırsatı değerlendirip kendi zincir marketlerini açtılar. Özel sektör büyürken (hızlı ama tek/elleşme yapılarak, bireylerin alım gücünü azalttılar- aylık 600tl ile biten maaşlarla) kamu çalışanlar azaldı.
Vasıfsız insanlar esnaflığı hata sanatkârları da bitirme noktasına getirdiler. Elbette onları bu meşguliyete iten sebepler onların hayata kalma mücadelesinin gereğindendir. Oysa köylü, köyünde; tarımda, hayvancılıkta vb. işlerinde başarılı ve verimliydiler.
Bir çiftçinin market işletmesi tıpkı buna benzer, bir doktorun kasap, bir kasabın berber… En düşündürücüsü ise köyde bir ağanın veya bir beyin siyasete atılıp yönetici olmasıydı ki görülmüştür!
Kırsalından kopup gelenler, kendi yaşam biçimlerini kentlilere empoze ederken hem kenti hem de kentliyi dejenerasyona uğratmıştır. Çünkü azınlık çoğunluğun karşısında alt olmaya mahkûmdur. Kent artık bir metropol köydür.
Örnek: bir X kenti ele alalım;
İki milyon insanın 350 binlik şehre sığdırılması bir “bozulma patlaması” değil de nedir?
Ben on yılık X kentteki zorunlu işim nedeniyle insanların yakın takibinde bulunduğum sürede insanların panik atak, aceleci, asabi, bilinçsiz, kaba ve öfkelerine maruz kaldığım çok olmuştur. Eğer öfkelerine karşı öfkeyle yaklaşmış olsaydım ya ben cinayet işler ya da cinayete kurban gitmek an meselesiydi. Ve benim gibi binlercesinden de duyabilirsiniz; hayat kaygıları onları asabiyetin kollarına itmiştir.
Kent dendin mi proletaryan, memur sınıfın çoğunlukta olduğu, yolların düzenli, su ve elektriklerin aksamasız, parkların, eğlence merkezlerin vb. yerlerin olduğu düşünülür.
Göç alan bu X Kenti, azınlıkta olan bir memur kesimi dışında kalanlar, esnaf, pazarcılar, küçük işletmeler ve seyyar satıcılarıdır. Kahvehaneler tıkır tıkır işler. Bu kente kahvelerin tıkır tıkır işlemesi işsizlerin çoğunlukta olduğu gözlemlenebilir.
X kenti, yaklaşık iki milyon nüfusuyla bir büyük şehirdir, iki tiyatrosu, üç sineması ve parmak sayısı kadar eğlence merkezleri ve birkaç parklıyla insanların hizmetindedir. Bu sayısal rakamlar nerdeyse bir ilçede olması gereken rakamlardır. Burada kentin yerlisi kalmamış kadar azdır. Refahları bozulmuş insanlar bir başka kente, alıp başını gitmişlerdir. Çünkü huzursuzluğun yarattığı durum içinde gaspçılık, hırsızlık ve buna benzer olumsuz faktörler sıradan hal almıştır. Bir Kentin olumsuz gelişimi, uyuşturucu, fuhuşu, derin ve karanlık işlerin yoğunlaşmasına nedendir.
Yaşam kalitesi sıfırdır, alım gücü yetersizdir bu fukara halkın. Ve yoksulluklarıyla mücadelede hayata hep yenilmiştir. Tabi mucizeler de yok değildir! 500 lirayla hayata devam edebiliyorlar. Az da olsa bayramlarda, düğünlerde şık elbiselerle yıllık da olsa eğlenebiliyorlar! Geri kalan günlerde asık suratlılar ordusudur; güleni azdır! Huzursuzluk hotlamıştır!
Bu yerleşimde gülen insanlara az rastlanır; herkesin sorunları vardır. Herkesin bir haksızlığa uğramışlığı, yaralısı, hastası vardır. Sanki eşit ağırlıklarla acılar dağıtılmış herkese pay edilmiş gibidir.
Ani gelen göç, hem kırsallıları hem kentlileri şaşkına uğratmıştır. Elbette bu şaşkınlıkla beraber kıvılcımlar ateş olup intikam filizleri yeşertmiştir. Kime karşı mı? Hedef yoktur bazen yönetime bazen de kendi kendine… Daha doğrusu ne amaçla, kimin, neyin peşinde olacaklarını da bilmemektedirler; sistem onları köreltmiştir. Kitle kime güveneceğini bilmiyor ve herkes birbirinde kuşkulanır olmuştur. Toplumsal bir güvensizlik içindeler… Akabinde hedeftekiler onları yalnızlaştırmış, ötekileştirmiştir!
Burada şiddet önce aile içi şiddetlerle başlamıştır. Çünkü bir aile içinde fikirler farklılıklar gösterebiliyor. Şiddet şiddeti doğurduğu gibi dışarıya sıçramaktadır. Dışarıda başkasına gücü yetmeyen eve gelip kuzucuklarına şiddet uygulamaktadır veya ailede ana-babasına gücü yetmeyen birey bu kez dışarıda gücü yetene şiddet uygulamaktadır. Burada şiddet yayılmacıdır bir bakıma, belki çokça bulaşıcı…
Hiç kimsenin kendi özeleştirisini yapmaya zamanı olmaz; gün boyu hata ömür boyu boş yere siyaset yapıp dururlar.
Peki, insanın insan gibi yaşamasına bir çözüm yok mu?
Kanserojen, veremli ziynetlilik değişmedikçe çok zor görünür gibidir.
II
Anlaşılıyor ki bir evin içindeki gürültü veya huzursuzluk kıvılcımları bir dünyayı yakabiliyor; “Refah aşk gibidir paylaştıkça güzeldir” demişler.
Evden eve, köyden şehre ve şehirden ülkelere bir uzantı gibi kıvılcımlar tutuşa tutuşa büyük yangınlara neden olabiliyor. Bir bireyin mutsuzluğu, huzursuzluğu dünyayı huzursuz edebiliyor.
Modern toplumlarda halkı bir araya getiren ne çok bayrak sevdası ne de tarihtir. Onları bir arada tutan dindaşlıktır. Örneğin Hıristiyan Miletler kendi dindaşlarına kolay kolay zülüm etmezler fakat kendi insanların refahı için sürekli başkalarıyla savaşırlar. Müslüman ülkeler ise hem kendi dindaşlarıyla hem başkalarıyla hep husumet içindedir. Her Müslüman ülkenin sancıları, yaraları ve belalıları vardır; her tarih sahnesinden de ağrılı geçmişleri ve sancıyan bugünlükleri de vardır. Bu sancılar daim ve her zaman yürürlükte olması beni hem kuşkulandırıyor hem de kaygılandırıyor.
Geleceğe hep beraber huzurlu bir yaşam için "birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için" sloganını hayata geçirmekle olur diye düşünüyorum... "Huzur aşk gibidir, paylaştıkça güzeldir"
H.R. YAY/2012
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.