- 900 Okunma
- 10 Yorum
- 0 Beğeni
Terazinin Adaleti - Son
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Hüseyin’in sürüsü dereyi daha önce geçmiş ve merada yayılmaya başlamıştı. Yüksekçe bir kayanın üstüne oturan Hüseyin, bir yandan sürüsünü takip ediyor, diğer yandan sanki Zeynep’i beklermişçesine derenin karşı tarafını gözetliyordu. Çok geçmeden beklediği oldu. Zeynep geliyordu Zeynep. Ne çok sevinmişti. Ama birden irkildi. Zeynep suya düşmüştü. Bir kartal gibi atladı hemen. Yıldırım hızıyla koştu. Önce Zeynep’i kaldırdı. Sonra topal koyunu kucakladığı gibi derenin karşısına geçirdi.
Zeynep hala suyun içindeydi. Halsiz düşmüştü. Hüseyin etrafına bakındı. Kimse yoktu. Tekrar dereye girdi. Zeynep’i kucakladığı gibi sudan çıkardı. Zeynep sırılsıklamdı. Bir yandan derenin soğuk suyu diğer yandan yaylanın esintisi ile üşümüş tir tir titremeye başlamıştı. Sevdiği kollarında doğruca büyük kayaların duldasına yöneldi Hüseyin. Üşümesini bir nebze gidermek için ellerini kollarını ve bacaklarını ovmaya başladı. Hüseyin’in güçlü ve sıcak elleri vücudunda dolaştıkça Zeynep rahatlıyordu. Hiç bu kadar güvende hissetmemişti kendini. Hüseyin’e iyice sokuldu. Bir anda üşümesi geçmiş hatta bir sıcaklık basmıştı bedenini. Kendinde tuhaflıklar hissediyordu. Vücudu yerinde durmuyor adeta sevdiğinin bedeni ile dans ediyordu. Derken dudaklarını Hüseyin’in dudaklarına götürdü.
O’nun yumuşak bir ses tonunda:
—Olmaz sevdiğim, şimdi olmaz. Seni telli duvaklı gelin olarak alacağım, şimdi olmaz” itirazına ve ikna edici sözlerine aldırmadan hareketine devam etti.
—Bu işin oluru yok Hüseyin. Sende biliyorsun. Beni sana vermezler. Bir de amcaoğlu talipken hiç vermezler. Kaçıracaksın. Kavuşmanın başka yolu yok. Sarıl bana sımsıkı sarıl. Şimdi istiyorum seni hemen şimdi. Hiçbir şey umurumda değil artık. Hadi öp beni.
İki sevgilinin vuslata erişine dağlar taşlar ve kurtlar kuşlar şahit olmuştu. O gün Zeynep’in gözüne her şey çok güzel görünüyordu. Mera bile çiçek tarlası gibiydi sanki.
Aradan birkaç gün geçti. Sabahın ilk ışıkları yaylayı yalamaya başlamıştı ki yayla evlerinin birinden bir çığlık yükseldi. Zeynep’in annesiydi sesin sahibi. Kızı yoktu ortalıklarda. Yatağının içine bağlanmış yazma bırakmıştı. Bu işaretin ne demek olduğunu çok iyi biliyordu. Kızı kaçmıştı. Ama kime, ama nereye? Yayla evinde şimdi bu soruların cevabı aranıyordu. Çok geçmeden bütün sorular cevabını bulmuştu. Zeynep neden yapmıştı bunu. Hasmına kaçmak da neyin nesiydi. Üstelik çulsuzun biriydi Hüseyin. “Yaktın kızım kendini de yaktın, beni de. Öldürecekler, öldürürler. Sanma ki sen ölürsen ben yaşarım. Ah güzel kızım niye yaptın bu aptallığı” diye düşündü.
Hüseyin ile Zeynep şehre gitmişler ve orada evlenmişlerdi. Hüseyin günlük işlerde çalışıyor nafakasını çıkarıyordu. İki odalı bir gecekonduda kiralamışlardı. Komşularının yardımıyla bir odayı döşemişler, diğer odayı da mutfak yapmışlardı. Zeynep’in sülalesi kalabalıktı. Bu olaydan sonra aile meclisi toplanmış, hatta toplantıya Fransa’daki amca bile katılmıştı. “Zeynep, ailenin adına leke sürmüştü. Cezası ölümdü. İnfazı gerçekleştirmek ise kardeşlerin en büyüğü olan Keramettin’e düşerdi” Böyle düşündü aile meclisi ve böyle karar aldı. Aile meclisi dağıldıktan sonra Zeynep’in annesi babası ve kardeşleri bir birlerine sarılıp ağladılar. Ama töre’nin gereği buydu. Ve uymamak ailenin şanına yakışmazdı.
Bu karar Keramettin’in yuvasına bir ateş topu bırakmıştı sanki. Ailenin içinde bu infazı gerçekleştirecek en son kişiydi, Keramettin. Kardeşini çok sevmesinin dışında ailenin merhamet timsaliydi adeta. Bir yanda o diğer yanda karısı ve ana ocağında da anası gözyaşı döküyorlardı kaderlerine.
Keramettin, bunalımdaydı. Sürekli kardeşiyle geçen anıları gözünün önüne geliyor ve ağlıyordu. On gün içinde eriyip gitti sanki. Birden çökmüştü. En iyi anlaştığı kız kardeşini kendi elleriyle öldürecekti. Nasıl yapardı, nasıl kıyardı kardeşine.“Yapamam, Allahım bunu kardeşime yapamam” diyordu yüreğinin sesiyle. Birden karar verdi. Hızla mutfağa girdi. Ekmek bıçağını kaptığı gibi kardeşini katledecek elini kesmek istedi. Ama olmadı. Yapamadı. Çünkü tabiatında yoktu öldürmek.
Keramettin’in intihar teşebbüsü ta Fransa’dan yankı buldu. Amca telefonla kardeşine talimat veriyordu “Yazıklar olsun ona. Korkak tavuğun tekiymiş. Alnında o leke ile nasıl gezecekmiş bakalım. Söyle o pısırık herife bu işi halletsin. Ya değilse ben bitireceğim onun işini. Bunu böyle bilsin” diyerek tehditler savuruyor sözü en sonunda kardeşine getirerek “kardeşim bu yaşananlarda senin de payın var. Herif yetiştirememişsin demekki herif! sözleriyle tahriklerine devam ediyordu. Çünkü işin bir ucu ona dayanıyordu. Zeynep O’nun müstakbel geliniydi. Kardeşi de bu evliliğe olur vermişti. Bu durumu pek çok kişi biliyordu.
Artık her yerde Zeynep ile Hüseyin aranıyordu. Evliliklerinin üzerinden daha altı ay geçmeden Zeynep’in yeri tespit edildi. Bundan sonrası Keramettin’e kalıyordu.
Keramettin için daralan zaman, kendisinin ve karısının içindeki gizli ateşi bir kez daha alevlendirdi. Karısı:
—Zeynep’i öldürürsen kaç kişi ölecek biliyor musun?” diye sordu eşine. Keramettin:
— Allah kahretsin, bilmez miyim? Sen, ben, Zeynep, Hüseyin, annem-babam. Hepimiz öleceğiz. Sadece Zeynep bir kez ölecek. Ama biz her gün öleceğiz, her gün” diyebildi. Koca adam gözyaşlarında boğulmuştu. Karısının:
"Biz de kaçalım o zaman" sözlerine adeta haykırarak cevap veriyordu:
—Kaçsak nereye kadar kadın, bulamazlar mı sanıyorsun. Bırakırlar mı yakamızı. Canın çıksın töreee. Allah kahretsinn
Bu sözler odanın dört duvarına süratle çarpıp geri dönüyordu. Yüreği yanıyordu Keramettin’in. Bundan sonra bir araya gelmeyeceğini iyi bildiği gömleğinin iki yakasından tutup şiddetle ayırdı sonsuza kadar. Kopan düğmeler, ipi kopan tespihin taneleri gibi etrafa yayılıyordu. Gözleri yuvalarından fırlamış, vücudundaki bütün kıllar kıyama durmuştu adeta. Bu halinin bir deliden farkı yoktu. Önü yırtılmış gömleğine aldırmadan hızla dışarıya çıktı. Zulaya sakladığı bir büyük rakı şişesini yerinden aldı ve anında kafaya dikti. Susuz içiyordu. Sonra traktöre bidi. Çalıştırıp, hızla yola çıktı.
Şehir çok uzak sayılmazdı. Köyden hareketinin üzerinden neredeyse bir saati geçmiş ve şişeyi bitirmişti. Zeynep’in evinin önüne geldiğinde ise gözleri nesneleri çatal görmeye başlamıştı artık . Kaderine vurur gibi kapıya vurdu. Karşısına Zeynep çıktı. Keramettin elini uzattı kardeşine. Zeynep, başına geleceğini biliyordu. Hiç itiraz etmeden o çok sevdiği ağabeyinin uzattığı ellerinden tuttu. İki kardeş hiç konuşmadan kanal boyu el ele epeyce yürüdüler. Sonra Keramettin cebinden sustalısını çıkardı ve kardeşine döndü. Zeynep yine hiç konuşmadı. Ve artık bir daha hiç konuşamayacaktı.
Kardeşinin bedenine tam on yedi kez bıçak saplayan Keramettin, aslında katliam yaptığının farkındaydı. Sırf töre yüzünden en sevdiği kardeşinin canına kıymıştı. Çocuklarının geleceğini öldürmüştü. Yuvasını yetim bırakmıştı. Bilipte haykıramadığı şeyler geçiyordu aklından. Bundan sonraki hayat ona zindan olacaktı. Oysa suçlu töre idi. Esas o yargılanmalıydı. Belliki bazı durumlarda terazi bile ayarını kaybedip yanlış tartabiliyordu.
Zeynep’in ölümünün ardından bir acı haber daha geldi. Zeynep tek başına ölmemişti. Karnında birde çocuğu vardı. Bu haber adeta acıya acı ekti. Hüseyin’i bir daha gören olmadı. Keramettin’in yaşamı Zeynep’in ölüm anında dondu. Kelime dağarcığında sadece iki kelime kalmıştı artık:
—Yapma demedi, yapma demedi.
Keramettin, yerleştirildiği akıl hastanesinde sürekli bu kelimeleri tekrarlıyordu.
Hasan Yaylacı Konya-2012-
YORUMLAR
Töre cinayetleri ne yazık ki işlenmeye devam ediyor . Birilerinin namusu öldürülünce mi temizleniyor yoksa, öldürmeye azmettirenlerin namusumu kirleniyor insanlığı yok ettikleri için . O insanlara canı veren de Allah , alanda bu canilik niye ? asıl azmettirenlerin zihniyetleri öldürülmeli ki seven gönüllere kor düşmesin. Bu da ancak ve ancak eğitimle mümkündür efendim. Güzel bir yazı ve toplumun kanayan yarası . kutlarım ..saygı ve selamlarımla
Bir bayram sabahı, Zeynep ve eşi, kucağında bebeği ile
çalsalardı köy evinin kapısını.... El öpseler-di. Dedelerin, ninelerin taş bağrı
dayanamayıp, küslük erisyedi.... Ya da vuramasaydı kızkardeşini..Karın bağı, süt bağı... Tutssaydı tetiğe dokunan parmağını, tuatbilseydi mesela....
Olmaz mıydı :(
Filimlerde olurdu o değil mi?
Töre rüzgarlarının estiği yerlerinde o tip umutları yeşertmek zordur, güzel yurdumun.
Peki...
Kurgu ise bile
gerçekçi bir anlatımdı nihayet....
Ne yazık ki.
Tebriklerim ve saygımla ustam.
Ara sıra yalan da yaz ama,
olur mu?
Daim olsun kalemin.
Hasan Yaylacı
Sevenler sevdiklerine kavuştuğu için mutlu olsun her yüz. Sevginin olduğu yer
güllük gülistanlıktır zira. Cehaletin kökü kurusun, Umutlar hep yeşil mavi ve pembe olsun.
Zor bişi mi bunlar?
Galiba zor. Çünkü; halen miras devralarak yaşıyoruz. Zincirleri kırmadan.
Çok teşekkür ederim değerli yorumuna
Ve dostluğuna
Sevgi ve saygımla...
ah cehalet kanatırsın yürekleri her an..:(
sevgim saygım tebriklerim günün yazısına çok değerli yazarına...
Hasan Yaylacı
Çok teşekkür ederim. Memnun oldum. Saygılarımla...
Adına ister töre deyin, ister din iman hiç farketmez. Bu iğrenç tablo bizim coğrafyamızın bir gerçeği. Bu konuda çok şey okudum, kendimce birşeyler karaladım. Zeynep'in çığlığı ne ilk, ne de son olacak. İçim bir kez daha burkuldu.
Eğer erkeklik buysa ben istifa ediyorum.
Eğer bu dinin gereğiyse düşün beni %99'dan.
"Yapma demedi, yapma demedi"
Yapma...
Hasan Yaylacı
CAHİLLİK
Yaradılanı severim Yaradan dan ötürü diyen dinin gerçek mensupları bu fiili gerçekleştiremez inanın.
Yorumunuza katılmamak mümkün değil.
Çok teşekkür ederim hissiyatınıza
Selam ve muhabbetle...
Hasan Yaylacı
Teşekkür ederim ziyaretine ve yorumuna
Dost yüreğine selamlar...
Hasan Yaylacı
Teşekkürler beğeninize ve ziyaretinize. Saygı ve muhabbetle...
nasıl bir adelet bu....
töreleri batsın
başarılı bir anlatım
kutlarım yazarı
saygılarımla
Hasan Yaylacı
Ve ne yazıkki bu gerçek hala bizimle yaşıyor
İlginize ve beğeninize teşekkürler Gülhun Hanım,
Saygı ve muhabbetle...
Öykü de olsa içim burkuldu.
İşin en acı yanı hayatın bu öyküleri yazmaya hâlâ devam etmesi.
Sağlıcakla...
Hasan Yaylacı
Heyecanla ve içim ezilerek okudum Ülkemin gerçeğini
İnsanlar töreye gösterdiği saygıyı Allah'ın emrine göstermediği sürece!,
Yapma deseydi ne değişecekti?..
Kutlarım kalemi,
Selam ve saygımla Hasan ağabeyim.
Hasan Yaylacı
yapma demedi yapma demedi... yürek burkan bir hikayeyi bir solukta okudum.. yapma desede birşeyin değişmeyeceğini oda farkında bu törelere bir dur demek gerekiyor.. akıcı duru bir türkçe ile yazılmış harika bir hikayeydi. kutluyorum yazan kalemi. saygılarımla
Hasan Yaylacı
Teşekkürler beğeniniz ve ziyaretiniz için. Selam ve saygılarımla...