KÖPRÜ
Köprü Telman Bayraamoğlu
Yine de kapıda bir araba durdu ve yine de onu çağırdılar. Yine aynı uzun boylu adamı kapının önünde gördü. Giyim şekli onun nereden ve neden geldiğini gösteriyordu. Artık alışmıştır. Hiçbir şekilde soru sormadan sorgulamadan evdekilere dönüp:
- Ben birazdan gelirim. –dedi
Yıllar geçtikçe ev ahalisi bu sözlere alışmışlardı ve onlar için bu durum günlük hayatın bir parçası gibi olmuştu. Fazla soru da sormazlardı. Belli etmeseler de, yine bir şeyler olduğunu ve yine ondan şüphelendiklerini biliyorlardı. Yine de eşi sabaha kadar pencere kenarında oturup, gözünü yollara dikecekti, yine de sabah gözlerini uykusuz açacaktı. Yine de onlara belli etmeden gözyaşı dökecek ama onları da teselli edecekti. Onlar söylemeseler de biliyorlardı ki yine de babalarından şüpheleniliyor ve o ailesi tedirgin olmasın diye espri ile “ olaylar hakkında yardım etmeye gidiyorum” diyecekti.
Bazen sabaha doğru eve dönen adam, sarsıntı ve heyecanını belli etmemek için
- Bin defa onlara söyledim, iyi okuyun, işinizin sırlarını iyi öğrenin diye. Daha ne kadar benim yardımıma ihtiyaç duyacaksınız. Ne zamana kadar benim gibilerinden kuşkulanacaksınız…- diyordu.
Söylediği sözlerin arkasında aslında yıllardan beri ona karşı devam eden şüphelerden yorulduğu çok net anlaşılıyordu. Hatta üzüldüğünü belli ettiğinde bile, sözlerinde kinayeyi hissetmek anlayan biri için zor değildi.
- Bir kere de olay yerinden aldığınız malzeme ve deliller ile olan biteni de cinayeti işleyenleri kimliğini de kendiniz bulun. Biraz kafa yorun, biraz düşünün. Benim defterim çoktan kapandı, bunlar hala beni okumaya hevesliler.
Adamın gülümseyerek söylediği sözlerin arkasında, itiraz ve öfke his ediliyordu.
Haksızlığa, bir insana yapılan eziyete, şerefinin alçaltılmasına karşı öfkesi ve sabırsızlığı anlaşılıyordu. O’nu anlayan ve ya o’na fikir veren kimse yoktu. İnsanlardaki bu duyarsızlık, bir birlerine olan güvensizlik başını alıp gidiyordu.
“Dur” diyen de yoktu. Sanki onları sihirli bir güçle etkileyip, bir birlerinden soğutuyorlardı.
- Buradan çekip gitseydim keşke…
Dediğinde, sorarlardı…
- Peki biz? Burada kalmak istemiyoruz.
Ama bunları öylesine söylediğini ve ciddi olmadığını biliyor v eminlerdi. Buraları hiçbir zaman bırakıp gidemeyecek. Birçok sebebi vardı, say say bitmez. Gitmemesinin en önemli sebebi ise, doğduğu yere bağlılığı idi. Hiçbir zaman çocukları onu cinayet işlemiş birisi gibi görmüyorlardı. Konusu açılınca bunun aslında herkesin hayatında olabileceğini düşünüp, yanlı anlaşılmış bir durum olarak görüyorlardı. Komşuları da geçmişin kanları donduran olayın konuşulmasından kaçınırlardı.
Olayı daha yeni öğreniyordu. Evdekilerle detaylı konuşmaya fırsat bulamadı. Küçük bir kasaba için beklenmedik bir kanlı olaydı. İki genç çocuk günün ortasında yaşadıkları evde bıçaklanmışlardı. Sorgu esnasında olayın nasıl gerçekleştiğini ve evden nelerin alındığını polislerden öğrendi. Kadın eve dönüp kapıyı açtığında evin her tarafının dağıldığını ve yerlerde kan izleri görüp polisi aramıştı.
Onun oraya gidip gitmediğini merak ettiler. Gün boyu nerede olduğunu, kimler ile beraber olduğunu detaylı bir şekilde öğrenip, emin olduktan sonra, ona gidebileceğini söylediklerinde derin bir nefes aldı. “ bu sefer de kurtuldum” düşüncesi ile bahçeye bakı verip, onu buraya getiren arabayı gözleri ile aradı. Görünmüyordu. Gece vakti uzun bir yolu kim yürüyerek gidebilir? Onu eve bıraksalardı iyi olurdu.
Kapıdan çıkınca araba hemen yanında durdu. Tanıdığı birisini getirdiler. Ondan beş yıl sonra bu kasabaya gelmişti, ama on yıldan fazla bir süre aynı sitede oturmuşlardı.
Karanlık bir sokağa çıkıp durağa gitti. Kimse gözükmüyordu. Üzgün bir halde gözlerini yola dikti. Otobüslerin de mesaisi bitmişti. Ağır adımlarla yola koyulup düşündü. “ benim burada ne işim var ki?” sanki polisler geçmişi ona hatırlatmaktan keyif alıyorlardı. Her sorguda otuz sene önce işlediği cinayetin sebeplerini soruyorlardı. O da her zamanki gibi olayı olduğu gibi anlatırdı.
Evinin kapısını açtığında içeride yüzleri kapalı iki kişi gördü. Ev sahibin ani gelişinden panikleyen hırsızlardan biri elindeki bıçakla onun üzerine yürümüştü. O da paniklemeyip çocukken öğrendiği bir savunma taktiği ile beklemediği o hamleden ne yapacağını şaşıran hırsızın elinden bıçağı almıştı ama ikisinin de ondan daha güçlü olduğunu görüp her ikisini de yaralamıştı, komşularının yardımı ile yarasını sarmak için hastaneye gitti. Polis ifadesini alıp olayı incelemişti. Herkes onu haklı buluyordu ama birkaç gün sonra duyduğu haberden sarsıldı. Onun evine girenler kan kaybından hastanede hayatlarını kaybetmişlerdi. Böylece aklına bile hiçbir zaman getirmediği, hiçbir şekilde kimseye kötülük etmemiş belki de dünyanın ve kasabanın en sakin insanı hayatının on iki yılını demir parmaklıklar arkasında geçirmeye mahkûm olmuştu.
Emniyette geçirdiği heyecanların, şüpheli bakışların, insanı ezen sorgu suallerin hiçbir zaman sona ermeyeceğine daha da emin olmuştu.
İmkânı olsaydı, buralardan giderdi. Daha ne kadar ona şüpheli gözü ile bakılacaktı. Hatırladı. Yedi yıl önce sıcak yaz akşamında onu çağırdılar. Bir anne kız öldürülmüştü. Hapishanede tanıştığı bir adamla beraber buraya gelip sabaha kadar soruları cevaplamışlardı. Üzerlerine konan şüpheleri dağıtmaya çalıştılar. Hapishane arkadaşını bıraksalar da o bir ay içeride kaldı. Anne kızın öldürüldüğü saatte onların komşuluğunda olan erkek kardeşinin evinde misafir olması dikkatleri üzerine toplamıştı. Hatta onlardan borç alanların listesinde de adı vardı. Polis onun katil olduğuna karar verdi. Borç aldığı parayı geri vermemek için, elini kana bulayıp, o insanların canına kıymış diye düşündüler.
Hatta aynı gün, iki kere onların kapısına gittiğini komşuların görmesi, şüpheleri iyice artırdı. İki ay araştırmadan sonra asıl suçlu bulundu. Bir gün polis hapishanedeki hücreye geldi ve onun artık eve gidebileceğini söyledi. Önce inanamadı, sonra gerçek olduğunu gördü. Bir ay dışarı çıkamadı. İnsanların yüzüne bakmaya utandı. Bir insan daha ne kadar kendini temize çıkarmak için uğraşır ki? Her zaman da söyledi, ben insanların hayatına kıyamam, gençlikte kaza ile oldu. Şimdi yaşlandım artık, torunlarım var. Neden rahat bırakmıyorsunuz diyordu ama kimin umurundaydı?
Bu sefer de yolda gelirken düşündü, bu sorgulamalar daha ne kadar devam edecek? Köprü yolunu seçti.
Çocukken yaşıtları ile bu köprüden nehre atlarlardı. Haftada birkaç defa okuldan kaçıp, buraya gelirlerdi, hareketsiz ve sakin görünen nehrin mavi sularına keyifle dalıp, neler yapabildiklerini bir birlerine gösterirlerdi. Köprüden atlamak için özel bir beceri gerekirdi. Bu da cesaret isterdi. Köprüyü burada çalışan Alman esirler yapmıştı.
Bu kasabanın yapıları ve tarihi binaları genellikle Alman esirler tarafından yapılmıştı. Çünkü savaştan sonra, nehrin sahilinde boş arazide kasabanın yapıtlarında yerli gençler ile beraber, ikinci dünya savaşında Sovyetler ile savaşan Alman askerler esir edilmişlerdi ve bu bölgeye getirilmişlerdi. Özellikle de el becerisi olan ustalar seçildi ve yıllar sonra kasabanın birçok binasında onların emeğini, izlerini ve yansımalarını görmek mümkündü. Onlardan sonra yapılan binalar kesinlikle daha farklıydı. Yüksekliği on, uzunluğu ise yüz metre olan köprü de bunlardan biriydi. Köprüden trenler bile geçiyordu, yaya da. Tren olmayınca arabalar da geçiyordu o zamanlar. Sonradan ikinci bir köprü yapıldı ama bu köprüden daha alçakta olduğundan çocuklar yine de bu köprüyü tercih ettiler.
Yaşıtlarını defalarca yenince, kızların ilgi odağı olmuştu. Hatta bir keresinde kasabaya dizi çekimleri için gelen bir ekip onun köprüden atlayışını da çekmişlerdi. Hatta köprüye çıkmaya korkanlar bile çekimlerde onlar da çıksınlar diye nehrin yanında geldiler. İlk çekimde herkes istediği gibi suya atladı ama yönetmen bunu beğenmedi. Onları yanına çağırıp anlattı:
- Suya atlayan sizsiniz o yüzden de size kolay geliyor, ayrıca kızlara da hava atıyorsunuz. Unutmayın suya atlamak da başka bir âlem gibidir. Her dünyanın kendine has insanları var. Her insan da kendi bildiği dünyaya aittir. Dünyaların hepsine aynı anda ait olabilir mi bir insan? Suya atlamak ile birkaç dakikalığına bu âlemden başka bir âleme, yabancı bir âleme geçiliyor, birkaç saniyeliğine ve ya dakikalığına başka bir dünyada yaşanıyor…
Sonra onun yüzüne dikkatle bakıp kameraman ve ekip arkadaşlarına bir şeyler dedi, iki gün içinde çocuklarla beraber en az on kere köprüden suya atladı. Sonra çocukların çoğu yoruldu ve çeşitli bahaneler ile artık çekimlere gelmediler ama o inadını bırakmadı. Yönetmenin dediklerini yaptı.
Son çekimde ona yaklaşan yaşlı bir adam yüzüne bakıp sonra başını okşadı:
- Seni herkes sevdi. Hem söylenenleri yapıyorsun hem de yüz ifaden biraz gariptir. İnsanı meraklandırıyor. Kameramana söyledik yüzünü yakından çeksin, çünkü bir dünyadan başka dünyaya kolayca geçiyorsun.
O zamanlar bu söylenenleri anlamıyordu. Hele dünya işleri ile de alıp vereceği yoktu. Bir de annesi ve babası sağlardı. Bir derdi olduğunda onlar arkasında duruyorlardı.
- Neden köprü yapılır biliyor musun? Çünkü köprü insanların hayatı için tehlike oluşturan nehrin suyunu onların âleminden ayırıyor. Ömür boyu su içiyoruz, ihtiyacımız olduğu için… Köprü iki âlem arasında ince bir çizgidir. Köprünün üstünde kalma.
Sonradan film sinemalara geldi. Yüzünü o kadar yakından çekmişlerdi ki mutluluğunun haddi hesabı yoktu. Sırf bu yüzden defalarca bilet alıp sinemaya gitti. Hatta bir ara ünlü de oldu ama film sinemadan kalkınca hayatı yine de normale döndü.
Sonralar o filmi televizyondan sık sık gösterildiğinde o yıllarda tanıdıkları kişiler ya onu arıyorlardı ve ya yolda görünce o günleri anıyorlardı.
… Köprünün üstünde ne zaman durdu onu bile anlayamadı. Soğuk bir rüzgâr onun yüzünü okşadı. Kasaba gece olunca parlıyordu. O da köprüden bu manzarayı seyrediyor, geçmişi hatırlıyordu. Onunla beraber suya atlayanların bir ikisi kalmıştı. Bazıları başka bir yere gitmiş, bazısı da Allah’ın verdiği ömür kadar yaşayıp gitmişlerdi. Onun yaşadığı gibi şeyler yaşayan olmadı. Yaşça ondan büyük olan arkadaşı, hep söylerdi: “akarsu kutsal bir nimettir. Günahları temizler. Günah işlediğinizde suya atlayın.” Sonra da espri ile beraber bir atasözünü bu konuya bağlardı:
“ Balık bilmese de Halik (yaratan) bilecek”
Doğru, köprünün altında korkunç balıklar yaşamıyordu. Buradan defalarca geceleri atlayıp balık yakalamıştı. Arada bir yine de buralara geliyordu.
Birkaç saat önce genç polisten duydukları kalbini kırdı. Kötü cinayetler yaşanınca hemen onu akıllarına getirenlere ve arayanlara sinir olup, öfkeleniyordu.
- Neden benden şüpheleniyorsunuz? Ben cezamı çekmişim sonuçta.
Sorusu karşısında polisin cevabı onu şok etti:
- Sen özgürlüğünü verdin ama bu sana olan şüpheyi ortadan kaldırmaz. O leke ömür boyu seninledir. Nereye gitsen, nerede olsan hep zan altında olacaksın… Sen sanıyorsun ki, hayatının 10-15 yılını hapiste geçirerek her şey bitti ve unutuldu mu? Sonra da git hiçbir şey olmamış gibi hayatına devam et. İstediğini yap, konuş, gül… Bitti mi sanıyorsun? Hapiste kalarak, özgürlüğünü vererek kurtulduğunu sanıyorsun. Yanlıyorsun, hapsedilmek her şey değil. Suçunun af edildiği anlamına da gelmez. En azından o leke, o şüphe yaşadığın müddetçe gölge gibi seni takip edecek. Vicdanın rahat olmayacak. İşte yaşam budur. Senin gibilerin bu dünyada işi olmaz…
Kederli düşünceler yine de onu içine aldı, bu düşünceler onu üzdü.
Dizi çekimine gelen ekibin arasında ki yaşlı adamın sözlerini tekrar hatırladı.
“ Bu dünyadan öbür dünyaya kolaylıkla geçe biliyorsun”
Kalben ona ters geldi, olamaz dedi. “dünyadan dünya geçe bilirsin ama geri gelemiyorsun. Ben de onlardan biriyim. Allah’ın verdiği hayat hakkını kullanamadım. Bu dünyada başaramadım.” Bu fikirden üzülsün mü yoksa pişman mı olsun, karar veremedi.
Ve çocukluğunda yaptığından farklı olarak, bu sefer geri dönerken aniden ayağı kaydı ve suya düştü. Bu sefer günahları da, şüpheleri de, lekeleri de kendisi ile beraber suya götürdü. Bir dünyadan başka dünyaya geçti, Belki de orada daha iyi yaşayacaktı !!!
Yazar: Telman Bayramoğlu
Çeviri: Hazar TEBRİZLİ
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.