2
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
2357
Okunma

Bu memleketin havasını solumuş, ekmeğini yemiş suyunu içmişseniz bize has özelliklerimizi bilirsiniz. Yeni dökülmüş betona ayak basmak, “dikkat boyalıdır” yazılı duvara parmağımızın ucu ile dokunup; “aaaa hakkaten” diye şaşırmak, Dünya haritası gördüğümüzde Türkiye’yi aramak ve bulunca sevinmek, ilk tanıştığımız birine nereli olduğunu sorduktan sonra mutlaka “içinden mi?” ya da “neresinden?” diye sormak gibi. Eskiden Şahin model arabaları Doğan görünümlü yapmak gibi bir dönem yaşandı bu ülkede…
Zaman ve mekân kavramlarını kendimize göre yorumlarız biz. Esnafımız bir yere gittiğinde dükkânın kapısına; “yarım saat sonra geleceğim” yazması yeterlidir. Bu yarım saatin ne zaman başladığı sizin algılarınıza bırakılmıştır. Ama bütün bunlardan daha önemlisi yeterli bilgiye sahip olmadan ahkâm kesme özelliğimizdir. Kulağı küpeli, saçı uzun bir genç için hemen yargısız infaz yapılıp, hüküm verilir. “Peh, bunlardan vatana millete hayır gelmez!” Oysa o gençleri körfez depreminde görmüştüm. Gece gündüz demeden insanlara yardım edebilmek için çırpınıyorlardı. İşlerini o kadar önemsiyorlardı ki, yemek yemeyi bile unutuyorlardı…
Kedi nankördür, katır inatçıdır gibi değişmez yargılarımız da vardır. Bu bilgi bize çocukluğumuzda verilir ve ölene kadar değişmez. Oysa katır dediğimiz hayvan iki kilometre ötedeki bir tehlikeyi sezer ve gitmek istemez. Sahibi de çeke çeke, vura vura götürmeye uğraşır. Şimdi burada kim inatçı? Efendim kedi nankördür çünkü su içerken ya da bir şey yerken sahibine bakmaz. Sanki biz su içerken gözlerimiz fıldır fıldır etrafı kesiyoruz. Eğer öyleyse bir sorun vardır zaten… Hayvan doğası gereği yemek bulunca yumulacak elbette. Sen onu fazla sıkıştırırsan da tırmalayacak. Bundan daha doğal ne olabilir?
Bir de bir olay olup bittikten sonra yorum yapmaya ve öğüt vermeye bayılırız. Keşke şöyle yapsaydın, ben olsam böyle yapardım gibi. Yahu olan olmuş, biten bitmiş. Bu tarz yorumlar karşındakini daha fazla üzmekten başka neye yarar? Öğüt veren diğerinden daha üstün olsa bari. Eski bir Türk atasözü şöyle der: “Yılan kendi eğrisin görmez, deve boynun eğri der.” Demek ki bu bizim çok eski bir alışkanlığımız.
Sorunları kökten çözme konusunda da üstümüze yoktur. “Abi sallandıracaksın dört tanesini Taksim meydanında bak bir daha yapıyorlar mı” yaklaşımı buna en güzel örneklerden biridir. Ya da trafik sorununu çözmek için “abi şuradan vuracaksın kazmayı, şuradan çıkacaksın, bak o zaman trafik sorunu kalıyor mu” şeklindeki ulvi yaklaşımları her zaman duyarız. Özellikle trafikte uzun zaman mağdur olduğumuz zamanlarda…
Geçenlerde arkadaşlarla eski Türk filmlerinden bahsederken anlattığı bir olayı paylaşalımda konuya noktayı koyalım. Arkadaşın köyünde yaşlı bir teyze bizi düşmanlardan kurtardığı için Cüneyt ARKIN’a sürekli dua edermiş.
Ne diyelim; Allah kabul etsin.