- 604 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
12 EYLÜL DAVASI
12 EYLÜL DAVASI "KARŞI DARBE" NİTELİĞİNDE
Dr. Sadık Özen
Aklı başında hiçbir insan çıkıp da 12 Eylül İhtilali sonrasında yapılan haksızlıukları, iğrenç olayları ve işlenen cinayetleri savunamaz. Sözü edilen bu dönemde gencecik insanların hayatına kıyılmış, aileler dağılmış, ocaklar sönmüş ve insanlık ayıbı denilecek suçlar işlenmiştir.
Ancak aklı başında olan bir insan aynı zamanda; bu hazin ve elim olayların telafisinin, bugün izlenmekte olan yolla sağlanamayacağının da bilincinde olmalıdır. Ne yazık ki son gelişmeler, yapılanların maalesef bir hak arama yoluna gidilmesinden ziyade, adeta bir intikam alma hıncı ve aracı haline dönüştürülmüş olduğunu düşündürmektedir.
Bu davanın, açılış şekli itibariyle, gerçekleri ortaya çıkarmak ve suç işleyenleri cezalandırmak için; hukuk, adalet ve yargı müesseselerini harekete geçirmek yerine, birtakım yeni siyasi çıkarlar sağlamaya yönelik girişimler yaratma kaygısı uyandırmaktadır.
Eğer bu davayla, 12 Eylül İhtilali sonrası zarara uğrayan, işkence edilen, hayatını kaybeden gençlerin aile ve yakınlarının, içi yanan ana-babaların, eş ve kardeşlerin çektikleri acı ve ızıdırapları sona erecek ve içlerindeki öç alma ve intikam duyguları sona erecek olsaydı, bu davanın açılışını alkışlar ve hatta bu davaya müdahil olmak isteyenlerin arasında ben de yer alabiliridim. Zira bu ulusun bir bireyi olarak zarar görenlerden biri de benim.
Ama bütün çabama rağmen kendimi buna inandıramıyorum. Çünkü insan hak ve hürriyetlerinin askıya alındığı, demokrasi adı altında yönetilen, ama demokrasinin bağlı olduğu temel ilkeler yerine, sadece tabanındaki oy çoğunluğuna dayalı siyaset kurumuyla kontrol altında tutulan ve yüksek yargının en üst düzeyinde bulunananlarca "Yargının siyaset tarafından sarmalandığı" ima edilen ülkelerde, adalet kavramının nasıl gerçekleşebileceği ve sahip olunan hakların nasıl korunabileceği hususunda kuşkular vardır.
Üstelik, olağan dışı bir gelişimle bu kadar sulandırılan ve ne zaman sonlanacağı kestirilemeyen bir davanın sonucunda, kendilerini büyük bir umutla beklentiye kaptıran insanların yeni bir hayal kırıklığına uğramaları kaçınılmaz görünüyor. Yani bu davanın, 32 yıldır büyük azap çekmekte olan zavallı insanlar için yeni bir hayal kırıklığından başka bir sonuç getirememesi söz konusudur.
Bu durumda, mağdurların madden ve manen rahatlamaları yerine toplumumuzda yeni huzursuzlukların oluşması, ikileşme ve ayrışmalar olması, tartışmalar yaşanması ihtimali gözlerden ırak tutulmamalıdır.
12 Eylül İhtilali’nin yapılmasında ABD’nin büyük rolünün bulunduğu söylentileri o yıldan beri kesintisiz olarak devam etmektedir. Bunun ne derecede doğru olduğu tam olarak bilinmemekle beraber, bu ülke ile stratejik ortaklık çerçevesinde ilişkilerimizin daha da büyük boyutlar kazandığı bilinmektedir. Dolayısıyla, ister dün ister bugün için olsun, yaşanan olumsuzluklarda siyasi sorumluların gözardı edilerek sadece askeri yetkililerin suçlanması acaba ne kadar doğru olabilir. Kaldı ki, gittikçe büyüyen ilişki ve yakınlıklar içinde aynı etkileşimin bugün için de söz konusu olabileceğinin düşünülmesi gerekmez mi?
Olaylara bu açıdan bakınca, TSK’nın köşeye sıkıştırılmasında kimlerin etkilerinin olabileceği hususunda fikir jimnastiği yapılması pek de zor olmayacaktır. Genel Kurmay Başkanı dahil, bazı kuvvet komutanları ve üst düzey generallerin bertaraf edilmeleri dikkate alındığında, bu konu üzerinde fikir üretilmesi daha kolay olacaktır.
Bu durum karşısında; son zamanlarda TSK üzerinde yoğunlaşan tasarrufların nedenlerinin başlıca iki varsayım üzerinden değerlendirmeye alınmaları gerekiyor.
Bunlardan birincisi, Cumhuriyetin temel ilkeleri ve Kemalist düşüncenin en güçlü savunucusu olan TSK’nın, ezeli düşmanlarımız olan emperyalist devletler tarafından uygulanan bir takım taktiklerle etkinliğinin zayıflatılması düşüncesidir.
İkincisi de siyasi erk’in ihtilal yapmayı düşünenlere kendilerinden bir gün hesap sorulacağı korkusunu uyandırma çabası olabilir. Ancak bunun fazla bir yarar sağlayacağı düşünülmemelidir. Zira geçmiş yıllarda yaşanan olumsuzluklar nasıl ki kötü örnekler olarak politikacılara ders olamıyorsa, aynı duyarsızlık askerler için de söz konusu olabilir.
Bulduğum her fırsatta ihtilallere karşı olduğumu, ancak ihtilallerin kaçınılmaz hale gelebileceklerini ifade ederim. Gerek 27 Mayıs, gerekse 12 Eylül İhtilal dönemlerinin içinde yaşadım. Yaşanan dönemleri içinde, istenmiyor olsalar da bu ihtilaller gerçekten kaçınılmaz hale gelmişlerdi. Caddeler, "Ordu-Millet Elele" sloganı atan çoğunluğu genç kuşaktan vatandaşlarla dolup taşıyor, caddelerde okunan milli marşların nidaları göklere yükseliyordu.
İhtilal günleri bayram şenliği havasında geçmişti. İnsanlar büyük bir coşku içinde caddelere ve meydanlara toplanmış, ihtilali yapanları alkışlıyor ve onlara büyük sevgi tezahüratında bulunuyorlardı. Çünkü ihtilal öncesinde ülkemiz bölünme noktasına gelmişti. Bugün, sözü edilen bu ihtilalleri hazırlayan nedenleri görmezden gelerek, sebep ve sonuç ilişkileri dikkate alınmadan, sadece ihtilal yapanların suçlanması büyük bir sorumsuzluk örneği olur..
Yapılan ihtilallerden sonra en kısa zamanda yapılan seçimlerle demokratik rejime geçildiği de unutulmamalıdır. Demokratik rejimlerin nasıl ve kimler tarafından yozlaştırılmış olduğu ise Türk Ulusu tarafından iyi biliniyor olmalıdır.
Ancak İhtilaller ne kadar iyi niyetle ve korumacı duygularla yapılmış olurlarsa olsunlar, yapıldıktan sonraları son derecede büyük olumsuzluklara neden olmuşlardır. Özellikle 12 Eylül sonrası yaşananlar tarihimize kara bir leke olarak geçmiş olup açtığı yaralar hala sarılamamıştır.
Suçlulardan hesap sorulması ve suç işleyenlerin cezalandırılmaları son derecede doğaldır. Ancak bunu yapmanın yolu ve yordamı vardır. Açık ihaleye çıkarılma havası içinde bir yargılama sistemiyle sağlıklı bir sonuç alınmayacağının bilinmesi gerekiyor.
Halkı galeyana getirmeden ve yeni huzursuzluklar yaratılmadan devletin kurumlarınca usulüne uygun şekilde, dikkatle, sükunetle ve ağırbaşlılıkla yapılacak soruşturmalar sonunda suçluların saptanması ve yargıya sevkedilmeleri en uygun yol olurdu. Ne yazık ki bu yapılmayarak tribünlere oynanması tercih edilmiştir.
Türk Ulusu; görülmekte olan Ergenekon, Balyoz, İnternet Andıçı, 28 Şubat Davalarına bir de 12 EFylül Davası’nın eklenmesiyle, geleceğinin en büyük teminatı olan Tür Orduusu’ndan adeta öç alınması durumuyla karşı karşıya bırakılmıştır.
Dünyanın hiç bir yerinde ve tarihte; bir devletin ve milletin ordusundan öç alma duygusuyla hareket ettiği görülmemiştir. Padişah İkinci Mahmut tarafından "Yeniçeri Kışlası" nın topa tutturulması buna tek örnek olarak gösterilebilir. Ancak aklı ve izanı yerinde olan hiç kimse dünyanın en çağdaş Türk Ordusu ile Yeçiçeri Ocağı arasında ne böyle bir benzetme, ne de bir kıyaslana yapamaz.
12 Eylül Davası aldı başını gidiyor. Kim bilir daha kaç bin kişi "Müdahil" olacak bu davaya. Müdahil olanlar, bu davayı asırlar sürecek kadar uzatacaklarının ve çıkmaza sokacaklarının bilmem ne zaman farkına varacaklar. Bu gidişle belki de yüzbinlerce veya milyonlarca sayfayı bulan iddianameler hazırlanacaktır. Bu ise davayı dava olmaktan çıkaracak ve iyice sulandıracaktır. Bir gün gelelek, büyük ihtimalle bu davaya müdahil olanlar büyük pişmanlık duyacaktır.
Haklılık veya haksızlık kavramlarının ötesinde, konuya bu yönüyle bakılmasının yararlı olacağını düşünüyorum. Yaşanan bu durumla; tam bir yapay gündem yaratılmış ve tahmin edilmesi zor bir başarıya ulaşılmıştır. Öylesine ki; yapılan son zamlar, terör olayları, Suriye meselesi, anayasa tartışmaları, eğitim sisteminde ortaya çıkan olumsuzlukların yarattıığı tartışmalar dahil, her türlü yolsızluk ve uğursuzluk bu davanın gölgesinde kalmıştır.
Doğrusunu isterseniz, bu konuda, bilinçsizce izledikleri politikalarından dolayı, en çok muhalefet partilerini kınıyor ve onlara acıyorum. Ve soruyorum, beyler sizler bu kafayla mı iktidara talipsiniz ve bu kafayla mı ülkeyi yöneteceksiniz? Sizlere yazıklar olsun !...
BUGÜN 12 EYLÜL KARŞITI OLARAK AYAKLANANLAR, YAPILANIN BİR YAPAY GÜNDEM YARATMA OPERASYONU OLDUĞUNU HİÇ AKLINIZA GETİRDİNİZ Mİ ? EĞER GETİRMEDİYSENİZ, NEDEN 10 YIL ÖNCE BÖYLE BİR GİRİŞİMDE BULUNULMADIĞINI DÜŞÜNMENİZ İYİ OLACAKTIR. UNUTMAYINIZ Kİ; İLK OLARAK, İHTİLALLERİ HAZIRLAYICI NEDENLER VARDIR. SONUÇLAR, DAHA SONRA ORTAYA ÇIKARLAR. İHTİLALLER İSTENMEZLER, AMA ZAMAN ZAMAN KAÇINILMAZ HALE GELEBİLİRLER. KÖTÜ SONUÇLAR, ÖNCEDEN YAŞANMIŞ KÖTÜ SEBEPLERİ ORTADAN KALDIRAMAZLAR. "SAPINDA DA VAR, KULPUNDA DA VAR" DİYE BİR ATASÖZÜMÜZ OLDUĞUNU BİLİYORUZ. KENDİ ÜLKELERİNDE İHTİLALLERE KARŞI OLUP, ARADAN GEÇEN UZUN YILLARDAN SONRA HESAP SORANLAR, BAŞKA ÜLKELERDEKİ İHTİLALLERİ "ARAP BAHARI" DİYE ADLANDIRIP, TÜRKİYE’DE ZİRVE TOPLANTISI YAPARAK NASIL DESTEKLER VE NASIL KIŞKİRTİRLAR ? ÜLKEMİZDE, BU GİBİ DURUMLARI YARATANLAR İÇİN "BU NE PERHİZ, NE LAHANA TURŞUSU !" DİYE BİR ATASÖZÜMÜZÜN OLDUĞUNUN HATIRLANMASINI ÖNERİYORUM.
Telaşa ve kuşkuya kapılmaya gerek yok, İlahi Adalet eninde sonunda bir gün mutlaka tecelli edecektir.
Saygılarımla...
09 Nisan 2012
www.fikirplatformu.net www.edebiyatdefteri.com www.antalyabugun.com
YORUMLAR
Sayın Sadık ÖZEN,
Yazınızı beğenerek okudum, Burada uzun bir yorum yaparak değerli vaktinizi almak istemiyorum. Bu konu ile ilgili olarak 6 Nisan'da " Dökülen Sütün Davası" başlıklı yazımda düşüncelerimi dile getirme gayretinde oldum.
Yazınız sebebiyle sizi kutlar, saygılarımı sunarım.