Yaşamadan YAŞADIĞIMIZ HAYATA Başka Bir Açıdan BAKIŞ
Hayatta, öyle insanlar vardır ki tüm Dünya’yı yaşadığı yer, yaşamayı da yaşadıkları kadar sanır.Kaptırmıştır kendisini hayatın akışına, çıkmamıştır kabuğunun dışına. Hele
hele şehirde yaşayan birçok insan, adeta robotlaşmış; otomatiğe bağlanmış makine gibi
yaşarlar.
Ekonomik sıkıntılarla, sosyal çalkantılarla bunalan insanımız, adeta yaşama içgüdüsüyle,
farkında bile olmadan, kendisini: İnsani, ahlaki, kültürel, sosyal, milli, dini tüm değerlerden
soyutlanmakta yani robotlaşmaktadır. İnsanı İNSAN yapan, yaşamayı değerli kılan ise bu
bahsettiğimiz değerlerdir. Bu değerleri de kaybettikten sonra kendimize ne vereceğiz?
Topluma, ailemize, çocuğumuza ne vereceğiz? Sonra da onlardan ne bekleyeceğiz?
Gerçek hayattan bu kadar soyutlanmış olamayız! Yaşamak dediğimiz şey sadece koşturmaca, telaş, yemek-içmek, ekran karşısına geçip uyuklamak olmamalı. GERÇEK HAYATTA: üzüntüler, acılar, gözyaşları, ayrılıklar, ölümler var. GERÇEK HAYATTA: sevinçler, mutluluklar, kahkahalar, aşklar, yenidünyalar var. GERÇEK HAYATTA: dün var,
bugün var, yarın var. GERÇEK HAYATTA: Korku var, sevgi var, hayal kurmak var... Yani
kısaca YAŞAMAK var.
Gerçek Dünya’dan da bu kadar soyutlanmış olamayız. Dünya, içinde yaşadığımız
mahalleden, şehirden, bölgeden ya da yaşayıp gördüklerimizden ibaret değildir elbet.
Bizim yaşamadığımız halde yaşanan bir hayat, bizim görmediğimiz halde var olan bir dünya var.
Öyle insanlar vardır ki etrafında olanları, yaşananları fark etmez; çok vakit gökyüzündeki güneşi, bulutu ya da yıldızları bile görmezler. BAKAR KÖR olmuşlardır.
bakarlar ama görmezler; görürler ama hissetmezler.
Bu çemberi kırmak, bu çemberin dışındaki dünyalara, yaşantılara karışmak gerek.
Deseniz ki: "Efendim biz boşu boşuna mı robotlaştık? Bunun için ekonomik güç gerekir.
Zaman gerekir. Hür olarak hareket edebilmek gerekir. Bunların ise hiçbiri ya da hepsi
bir arada olarak bizde yok. Nasıl olacak ta bu çemberi kırıp yeni dünyalara, yeni yaşantılara karışacağız?"
Ben de derim ki: Efendim bu bahsedilen güçlerin de üstünde bir güç vardır. Onu kullanın.
O güç, para istemez. O güç, zaman istemez. O güç illaki hür olmayı da istemez. O gücün
sınırı da yok. Onunla başaramayacağınız hiçbir şey de yok. Yalnız şurası çok önemlidir ki
sakın siz O GÜCÜN emrine girmeyin; felaket getirir. O güç daima sizin emrinizde olsun.
Onu siz istediğiniz gibi kullanın; Ona siz istediğiniz gibi hükmedin. Onunla, yukarıda bahsettiğimiz: iyi - kötü, güzel - çirkin, olumlu - olusuz, mümkün olan - olmayan bütün değerlere ulaşırsınız. O gücü kullanma iradesi ise sizin KİŞİLİĞİNİZE bağlıdır.
"Efendim nedir bu sizin bahsettiğiniz olağanüstü güç?" derseniz, hemen söyleyeyim:
sahip olduğunuz, ALLAH’ın size verdiği AKIL ve HAYAL GÜCÜNÜZDÜR. İnsan bu güçle neler
yapmaz, neler yapamaz ki?
İsterseniz sevdiklerinizle birlikte olursunuz; isterseniz sevginizle yeryüzünü doldurursunuz. İsterseniz Everest Tepesi’ne çıkarsınız; isterseniz Ağrı Dağı’na... İsterseniz bir ANADOLU köyüne gidersiniz; isterseniz doğanın harmanlandığı bir ormana...
Sınır mı var sana? Dilerseniz bir anda uzayda olursunuz; dilerseniz bir anda okyanus tabanında... Dilerseniz bir garibanın göz yaşlarında, dilerseniz bir hastanın başucunda...
Hayal bile olsa, bir anda her şeye sahip olmak, istediğin her şeyi yapmak, hayalinde bile olsa, istediğin gibi yaşayıp, mutlu olmak, güzel değil mi? Zaten şu üç günlük ömrümüzde
gerçeklerin ne kadarını yaşayabiliyor, gerçekleri hayallerden ne kadar ayırabiliyoruz ki?
Hayallerde bile olsa yaşamayı farketmek, YAŞAMAK NE GÜZEL DEĞİL Mİ?
Her şey güzellikler ve HAYALLERİNİZ ÜZERE OLSUN!
Mustafa YÜKSEL