AŞK'IN GÖZÜ
Orhan zaten rahatsızdı gözlerinden ama Leyla’nın her dokunuşu Hızır misali iyi ediyordu onu. Artık Leyla yoktu ve bir daha olmayacağının o da farkındaydı..
Hâlbuki kaç gizli yemin ’in ardına zulalamışlardı sakındıkları aşklarını, evhamlı ve pimpirikliydi Leyla ‘kimse bilmesin, nazar değer’ diye her buluşmayı Sakarya’nın en ücra yerlerine denk getirtmişti Orhan’a.. Böylesine mükemmel giden bir ilişki, şarkıları radyoda çıktığı zaman ağlayarak; ‘beni bırakma n’olur..!!’ diye ağlayan Leyla.. Bu bitişi hak etmiyordu ne Orhan ne de zerresinden bile pişmanlık duymadan uğruna harcadığı yılları..
İyice azdı gözlerindeki ağrı,
- Ulan burda olsa bi dokunuşla alırdı ağrımı sızımı.. diye geçirdi içinden sonra güldü kendine, küçümsercesine.. Kalktı koltuğundan, eski püskü kabanını aldı sırtına, vurdu kendini kocaman şehrin uçsuz bucaksız ve nerede son bulacağını kestiremediği yollarına. Yürüdü.. yürüdü.. yürüdü..
Son sigarasından çektiği nefesler de tükenince karşıdaki büfeden sigara almaya karar verdi. Sigarasını aldı, paketini hoyratça açıp hemen bir tanesini yaktı ve derin bir nefesle çekti içine.. Artık aklı başındaydı. Etrafına bakınıp buranın neresi olabileceği hakkında tahminler yürütüyordu öyle ya neredeyse iki buçuk saattir yürüyordu.
Hemen dibinde göl, gölün kenarına, plaj olabilecek yere gereksizce dikilmiş bir düğün salonu.. Yine Leyla’sı geldi aklına bu kez sigaradan daha bir derin nefes çekti tekrar etrafını tanımaya çalışıyordu.
Birkaç adım daha attıktan sonra kulağını yırtan bir ses tanıdık geldi taa uzaklardan, yanık yanık bağıran trenin acı kornası onu kendine getirdi. İçinde bir şeyin cız ettiğini hissetti, iki damla yaş doldu göz pınarlarının kurak tarla sınırlarına ama erkekti, mağrurdu ağlayamadı..
Leyla’sıyla ilk buluştuğu, ona ilk dokunduğu, onu ilk kez sahiplendiği yerdi burası.
Üç buçuk yıldır lanetler yağdırdığı Sapanca tren istasyonu..
Sigarasının dumanıyla birlikte derin bir ah çekti içine doğru, ciğerleri iflah olmaz zehirlerle doldu. Bir ağaç dibine pustu ve olan biteni seyre daldı;
Metal mülteci aracı, birilerinden kaçanlar, birilerine gidenler ve birilerinden gelenler.. Oldum olası sevmezdi zaten istasyonları ona hep ‘ayrılık’ çağrıştırırdı. Leyla’da ona burada gelmişti kim bilir belki de birilerinden kaçmıştı ya da gelmişti hem ne fark ederdi ki sonuçta birilerine gitmişti yine bu lanet istasyondan..
Kahretsin yaa kahretsin !! neredesin be dar ağacım.. neredesin her gece dua’larımın gizli öznesi..
Şimdi arada hoyrat gurbet yolları. Ahh gülüm Ahh’’ diyebildi sadece cılız ve tiz, ağlamaklı bir sesle..
*
- ‘Oysa ne şiirler yazmıştım sana, ne kafiyeler ne uyaklar düşmüştüm aldığın her nefese’ derken bile birkaç satır geçti içinden;
‘’Kaç şişe, kaç kadeh, kaç masa.. Kaç gecede vardın gideceğin yere, yüreğime basa basa? Kaç cadde, kaç sokak, kaç şehir.. Kaç diyar değiştirsen atılır bu zehir? Kaç kalem, kaç kağıt, kaç kelam.. Kaç defter yaprağı anlatabilir ki seni, benim anladığım gibi şiir şiir..’’
Toparlandı, tekrar evin yolunu tutması gerekiyordu. Gözleri, gözleri çok acıyordu ama bunu bahane etmeyi bildi gidenin ardından döktüğü göz yaşlarına, evet artık sadece acıyan gözleri için ağlıyordu..
O bir çift göz artık ağlaya ağlaya şişmiş ve nihayetinde rahatsızlığı iyice artmıştı, sonunda dünyayı yarım yamalak gösteren gözlerinden de olmuştu. Bu, onun başına gelen en kötü şey değildi ne de olsa o yüzden Leyla’sının gidişi kadar üzülmedi bu duruma. Fakat en nihayetinde bir hastaneye yatmalı, bir doktora görünmeliydi. Görünmeliydi ama yıllardır berduş hayatı yaşayan Orhan’da ne üç kuruş para ne de hastaneye gidebilecek takat vardı..
Şurdan bi taksi çevirmeye kalksa en az beş milyonu giderdi ki o da zaten onda yoktu. Sevdiğinin yüreğinden kovulduktan sonra evine hiç gitmemiş, hep sokakta kalmıştı. Hastaneye bile yolda rastladığı en yakın arkadaşı götürdü onu.. Eski halinden eser yoktu. Durumu içler acısı..
Oysa bu hale düşecek adam değildi o, yüreği kıpır kıpır, gözleri ışıl ışıldı. Hele sevdiğini gördüğü vakit duyduğu heyecanı hiçbir futbol maçında almamıştı.. Sahi hayattan neden kopmuştu ki onu hayata o getirmiş gibi..
Ama artık olan olmuş, iş işten çoktan geçmişti ve maalesef bunun o da farkındaydı. Zor bela taburcu olduğu hastaneden çıkışı yine bir pazartesine denk gelmişti üç ay önce hastaneye yattığı gün gibi..
Neden sonra evinin yolunu tutmaya karar verdi, görmeyen gözleri ve artık damarlarına kan pompalamaktan başka hiçbir işe yaramayan yüreğiyle birlikte.. Kapıda onu sevdiğinden kalma hüzün karşıladı. Evine girdi, el yordamıyla zor bela bulduğu koltuğuna geçti ve tütününü ateşledi. Uykuyu da unutmuştu gecelerdir, birden aklına geldi. Uyumalıydı zira gece onun için çok uzun geçecekti. Tütün dumanı eşliğinde ağır hareketlerle doğruldu yerinden ve yatak odasını bulmak
için derin bir nefes çekti. Biliyordu, onu o odaya sevdiğinin kokusu götürecekti..
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.