- 744 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ÖLÜ BALIK
Yoğun geçen bir ders döneminin ardından gelen tatilin de verdiği mutlulukla içimin içime sığmadığı bir Haziran pazarıydı.Cemreler düşeli çok olmuş;kırlangıç fırtınaları,sitte-i sevirlerden sonra toprak yeniden can bulmuş kuşlar ise cıvıltılarıyla sanki ortak olmuştu toprağın sevincine.Güneş bütün yavrularını kucaklamak isteyen bir baba adaletiyle cömertliğini sunuyordu penrecemizden içeri davetsizce girip.Pazar uykusunun biraz daha kıymetli oluşundan ötürü geç kalkmış,itinayla kahvaltımızı hazırlayıp masaya oturmuştuk.Herkes önündeki yemeğiyle neşgul olurken çalan telefon bozmuştu soframızdaki sessizliği.Arayan Antalya’da oturan Teyzem’di.Okulun da tatil olmasının fırsatıyla bizi Antalya’ya davet ediyordu.Ağabeyim ve ben dünden razıydık.Aile büyüklerinin de onayıyla yolculuk hazırlıklarına başlandı.Lazım olan olmayan ne varsa valizlerimizde yerini aldı.Pazartesi güneşi alçalmaya başlarken otogar vedalarının hüznü vardı üzerimizde.Ben uğurlanan askerlere bakıyordum,annemin gözleri de birbirileriyle ağlayarak vedalaşanlardayken;doluyordu.Ağabeyimin şikayeti yoktu aslında.Babamsa uğurlayıcıydı.Evimiz ona emanetti ne de olsa.Yolculuk başlıyor,hostların uyarısıyla telefonlar kapatılıyor bense oyuncak telefonumun pillerini çıkartıyordum.Kat edilen her kilometrede gözüme yeni şeyler çarpıyordu.Hasat yapılmaya başlanan buğday tarlaları,adeta gülümseyen günebakanlar,hayatımda ilk defa o kadar çoğunu bir arada gördüğüm;toprağı renkleriyle kuşatıp süsleyen domatesler..Nerede olduğumuzu gösteren ve adını ilk yine ilk kez duyduğum yerlerin ismini gösteren tabelalar..Sonra iklim değişiyor bizim bozkırlarımızın ve çıplak dağlarımızın yerini yemyeşil ağaçlar ve maki bitki örtüsüyle küçük çalılıkların renk kattığı dağlar alıyordu.Torosların eteğinden geçerken sarp kayalıklara rastlıyorduk bazen.Kimi zaman da camdan görünen insanın içini ürperten uçurumlar oluyordu.Zamanla tenha yollar bitiyor yerleşim yerlerinin içinden gitmeye başlıyorduk.Sanırım bu;yaklaştığımız anlamına geliyordu.
Otogara geldiğimizde Teyzem-dedelik yaşına çoktan gelmiş olmasına rağmen henüz torun sahibi olmadığı için kendisine dede dememizi isteyen-eniştem bizleri bekliyordu.İstikamet doğruca evdi.Yorulmuştuk ve yolculuk boyunca seyre dalmaktan uyuyamamıştık.
Yol yorgunluğunun ve Akdeniz ikliminin verdiği temiz havanın da etkisiyle dinlendirici bir gece geçirmiştik.Ertesi gün gezi turumuz başlıyordu.İlk hedefte Düden Şelalesi vardı.Antalya’ya 7 km uzaklıkta bulunan Düden Şelalesi insanı doğaya hayran bırakan bambaşka bir güzellikti.Şelalede bulunan mağaradan 10 km sonra güzelliğini Lara’dan Akdeniz’e dökülerek bir kez daha gösteriyordu.
Kıvrıla kıvrıla giden denize nazır bir yoldan geçiyorduk.Göze ve gönüle hitap eden inanılmaz bir zevk bahşediyordu Tanrı.Güneş masmavi denize düşüyor yansımalar yapıyor resmen birbirleriyle raksediyorlardı.Mavi ve yeşilin uyumu ise tartışılmazdı.Bir tarafta deniz bir tarafta bir çok tonuyla yeşili barındıran ormanlık alanlar görülüyordu.Sonraki durak ırmak sularının 4-5 km’lik bir falezden düşmesiyle meydana gelen Manavgat Çayı’ydı.Manavgat Çayı’nın Antik Çağ’daki adı Melas’tı.Manavgat çayı’nın hemen yanıbaşındaki piknik alanı da suyun gürül gürül akışını dinleyerek keyif yapılabilecek muhteşem bir yerdi.Manavgatın asi suyuyla ayaklarımızu buluşturup serinlettikten sonra sıradaki ve son adres: Kemer ilçesi’ydi..Kemer ilçesi bize rehberlik yapan eniştemin anlattığına göre Batı Toros Dağları’nın eteğinde,Antalya’ya 43 km uzaklıkta,daha önceleri ismi’Eski Köy’olan şirin bir yerdi.Turist sayısı oldukça fazlaydı.Anladığım kadarıyla burada bir de deniz sefası yapacaktık.İlk defa kendimi denizin kollarına bırakacak olmanın heyecanını taşıyordum.Önce üzerinde rengarenk balık resimleri olan turuncu kolluklarımı şişirip koluma taktılar.Altın sarısı kumların üzerinde ayaklarımı yakan o tatlı sıcaklıkla denize yürüdüm.Kııyıya vuran hafif dalgaların sesi,,tuzu ve yosun kokusuyla davetkar bir hali vardı.Annem yüzmeme yardım ediyor,ağabeyim deniz gözlüklerini takmış balık tutmaya çalışıyordu.Teyzem yiyecek hafif bir şeyler hazırlıyor eniştem de onma yardım ediyordu.Yorulana kadar yüzdükten,daha doğrusu yüzmeye çalışktıktan sonra kıyıya çıkmış,hala balık tutma çabasında olan ağabeyime bakıyorduk.Neden sonra elinde bir mürekkep balığıyla görülüyor;Teyzemin çığlığı atmosferde yükselerek kayboluyordu:’Oğlum,at çabuk onu ölü balık o yenmez at çabuk hadi bakayım!’
Tatilin en gülünç ve en hatırlanır yanı bu ölü balıktı.Yine otobüse binip güzel ve uzun bir yolculuğun sonunda gözlerim doluyor Kayseri’ye gelişimizi hatırlatan buğday başaklarına bakarken de aklıma gelen ölü balık yüzümde kocaman bir gülümseme oluyordu..
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.