- 921 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Perdedeki Gençliğimiz ve Sinema!..
Yıllar ötesine bir yolculuk öyküsü belki de hayat. İnsan kalıplara bölündükçe ve hayatla tekme tokat dövüldükçe anlıyor geçen günlerin ne kadar savruk ve acımasız olduğunu, canı acıyınca, ya da yaşama acıkınca anlıyor hayat denilen hengâmenin ne çelişkili bir yolculuk olduğunu. Bu yüzden ara ara geriye dönüp bir ah çekiyor ve hayal de olsa usunda özlemini giderdiği anılarının ne çok paha biçilemez bir değer olduğunun farkına varıyor.
O doyumsuz yolculukların beni saran karelerinden söz etmek istiyorum bugünkü köşemde sizlere. Amacım aynı yolculuğun koltuklarında sizi de ağırlamak, sizleri de yıllar ötesine taşıyıp mutlulukla kucaklaştırmak. Her insan aslında ağdalı bir yaşamın sancılarıyla olgunlaşıp, sonra da gülüşlerini ve ağlayışlarını kimselere göstermeyen bir yaratık. Çünkü yüreğindeki onur meşalesi sadece yaşam yolunu aydınlatıyor ve yaşadıklarını bencil bir edayla yaşayarak şu hızla akıp geçen zamanda kimselerle paylaşmak istemiyor. Biz öyle yapmayalım istedim, niyetim sizleri kimi zaman düşündürüp, kimi zaman anılarla bir menzilde buluşturup mutlu olmanızı sağlamak. Kimi çocukluğunuza, kimi genç kızlığınıza, ya da delikanlılığınıza, askere gittiğiniz, evlendiğiniz, ilk çocuğunuza sarıldığınız, aşık olduğunuz, ya da o karelerin hangi karelerinde olmak istiyorsanız tercih ettiğiniz bir bölümde hayatı konuşalım istedim.
Hayatı ilk tanıdığım anlardı sinemayla yaşamı olgunlaştırdığım dönem. ‘Sinemacı Ramazan’ at arabasının kasasına sinema broşürünü yerleştirip, eline de megafonunu alarak sokak sokak, mahalle mahalle bağıran bir adamdı. O yıllar Yılmaz Güney, Fikret Hakan, Ayhan Işık, Ahmet Mekin , Cihangir Gaffari, Yılmaz Köksal, Ekrem Bora, Erol Taş ve daha birçokları oynardı beyaz perdede. İmkânsız aşklarını, kötü adamlarla olan savaşlarını, zengin babayla dalaşlarını ve o mutlu, çoğu zaman da kötü biten sonları izlerdik.
Harika bir fon müziğiyle bizi perdeye çağırırdı sinema. O vazgeçilmez anların tek sığınağıydı. Sessiz bir koşuşturmacaydı. Sıraya girip bilet alışımız, kapıdaki görevlinin onu yırtarak içeriye alınışımız. Karanlık bir mahzende el yordamıyla ilerleyerek oturanlardan yardım alışımız. Gözlerimiz karanlığa alışmadan bir sahneyi kaçırmak istemeyişimiz, mis gibi çekirdek, fıstık ve gazoz lıkırtıları duyuşumuz ve sonra bir koltuğa oturuşumuz. Ne çok severmişiz sinemayı, ‘Kan Su Gibi Akacak’, ‘Çakırcalı Mehmet Efe’, ‘Killing’, defalarca izlediğimiz ‘Boş Beşik’, ‘Ben Bir Kanun Kaçağıyım’, ‘İpini Boynunda Bil’ ‘Mezarını Kaz Beni Bekle’, ‘Günahını Kanlarıyla Ödeyenler’, ‘Ölümle Sevişenler’ ‘Ölümünü Kendin Seç’ ‘Tarkan’, ‘Malkaçoğlu’, ‘Karaoğlan’ve ‘Vurguncular’…
O dönemin son versiyonlarıydı seçtiğim film isimleri. Yüzlercesi, binlercesi akıp geçti perdeden, bir sevgili omzunda, terli bir avuç içinde, belki de aşk umduğumuz bir anın yelesinde. Son değildi filmin son karesine yerleştirilen aslında, hep yeni bir başlangıcın kıymığı gibi yanan ışıklarla birlikte başka bir versiyonuyla umut ettik, aynı koltuklara tekrar geldiğimizde bizleri başka düşlerle buluşturan, başka kötü adamlarla didiştiren ve başka başka kahramanlarla birleştiren. Hep aynı karakterleri sevdik, hep aynı karakterlerle dertleştik ve onların yerine geçerek bu hayatı sevdik.
O yıllardan gençliğe uzanışımızın da garip bir öyküsüydü sonraki süreç. 70’li yılların sonrasında, yani o zor ve çelişkili döneme geçiş anlarımızda perde rengini kullanarak, biraz da amacından taşarak ruhumuzu farklı bir objeyle okşamaya başladı. Değişen zaman kültürü mü desek, yoksa gelişen çağ diktasına mı yüklensek sinemaya bir haller oldu. Gençliğimizin kıpırtılarıyla ve bize sunulan hayat dezavantajlarıyla isimleri değişti önce filmlerin, sonra da biçimleri. Kahramanları üzerindeki giysileri çıkardılar, ruh açlığımızı doyurma yolunda yeni rollerine soyundular. Bir filme 3-4 kez gidiyorduk artık, uzun kuyruklar oluşturduğumuz o gişelerin önünde alev alev yanan bedenimizin açlığını doyurmak için başka bir şey düşünemiyorduk.
Perdelerdeki o çıplak furyada isimler de bir garipti. ‘Fırçana Bayıldım Boyacı’, ‘Zımbala Bilal’, ‘Ayıkla Beni Hüsnü’, ‘Ye Beni Mahmut’, ‘İsmet Bu Ne Kısmet’, ‘Öttür Kuşu Ömer’, ‘Kokla Beni Melahat’, ‘Hasan Almaz Basan Alır’, ‘İşte Kapı, İşte Sapı’, ‘Kazıma Ne Lazım’, ‘Yumurtanın Sarısı’, ‘Kokla Ama Kopartma’, ‘Çikolata Tarlası’ ve ‘İsmet Bu Ne Kısmet’ vs. O ruh açlığımızı doyurduğumuz, dışarıdaki kavgalardan, sağ-sol tartışmalarından uzak durduğumuz, ya da o salonlara bir şekilde tıkıldığımız günlerdi o yıllar. Doyumsuz aşkların onulmaz öyküleriydi belki de kaçtığımız. Bir sevgilinin bakışıydı öldüğümüz, kalp titreşimlerini en uç seviyelere yükselttiğimiz, bakışlarında öldüğümüz, bir sarılışında kendimizden geçtiğimiz ne kutsal günlerdi.
Sonra büyüdük, serpildik ve geliştik. Hayatımızın her anına yaşadığımız kadar yerleşen, duyumsadığımız ölçüde lezzetlenen bir yol haritası şimdi yaşam duvarımızdaki. O çivilediğimiz yerde bize gülümseyen, yıllar ötesine geçmek istediğimizde olmaz demeyen bir düşünüşün ruleti gibi hayat, ne yöne çevirdiğimizden çok, hangi yöne çevireceğimiz önemli. Yıllar ötesine geçmek istiyorsanız ve oradan bir kucak mutluluk alıp dönmek istiyorsanız sizler de bunu yapmaktan çekinmeyin ve yaptığınız yolculukta asla yalnız olduğunuzu sanmayın…
Selahattin Yetgin
YORUMLAR
Selemüm Aleyküm. Duvarın bir perdesinimi görmek.Yoksam güneşemi yüzü çevirmek.Anlatımlarınız o anıları yaşıyan için geçerli.Çok ta haklısın tarihin bilmiyen dinini bilmez, gecmişini bildimi geleçeğinin aydınlatır. İnsan e, dünyayı kimse yeni kefşif etmiyoki her doğan yaşıyan kendisi keşif ediyor. Dünya aynı dünyada yaşam biçimleri hızla değişti gaz lanbası eletirikle anlaştı. Belgir tıraktorle anlaştı. Desem bulutlar buzullarla tanıştı kızacaksın. Ama ormanlarda açayıp ofkelendi,bu değişime. Evet birazda bazı beyinler yüzde dörtleri aştı kimyayla fazla oynadı ağzına burnuna bulaştırdı. Ve değişimin hızlı. Nüri sesi güzel dinlemek yerine örnek aldığı acayıp müzükler.Adı soyete oldu bizim garip Heso Memo köyde inmediki bu tepişmeyi göre o ayda yılda bir geldiği gördüğü filimin etksini köyde anlatmayı gördü.Leyla mecnun aşkını gercek etkisinde kaldı. Bide yeni tanıştığı telvzyonda siyah beyaz kunta kinteyi anlatı.Şimdi bence çok rahat keşkeler dolu hepimizde.Hem gec tanışdığımız teknolijiye hemde dediğin gibi birini sevmek kolay bişimi oldu.bence oldu iyi değerlendirmek lazım herkese yetecek sevgide var mutlukta yeteki güzel baksın.solganı.okumak öğrenmek. Bilmek kaliteli yaşamaktır.Rahmi Yontar.