Platonik,Şizofrenik Bir Benlik Aşkı
Siz de içinizdekileri söylemeyi erteleyenlerden misiniz?Ben hayatım boyunca hep öyle oldum.Düşüncelerimi paylaşmakta hep geç kaldım.Bunun yorgunluğunu,ağırlığını zaman içinde tecrübe etmeye başladım.’En çok okuyan mı bilir?En çok gezen mi?’ türevi okul münazaralarında sessiz bir düşünceydim sadece.Okul zili çaldığında ,düşüncelerimin labirentlerinden,bir anda kendimi ayağa kalkıp,evin yoluna koyulmaya doğru bulurdum kendimi.Eve dönüş yollarındaki tabelalar,sokak isimleri,geçmişin ve geleceğimin gün aralıkları gibiydi.Her gün önünden geçtiğim bu metre adımlarımda,söylemek isteyipte söyleyemediğim şeyleri biriktirdim okul çantamda.Müsvettelere yazardım benim de söyleyecek şeylerim var çıkışındaki,yüreğimde dilimlediğim sözcükleri.
İnsanoğlu her günü aynı bitecekmiş gibi yaşar değil mi?Hayatın çok yönlü kulvarında,çıkış yolu için planlar yapar.Bir masada yığılıp kalan umutlarım geldi aklıma.Keşke daha fazlasını söyleyebilseydim...Susmasaydım,o büyük lafları eden bünyelere kafa tutsaydım.Ne kaybederdim ki?Yanlışımı doğru,doğrumu yanlış denkleminde çözmekten başka.
Hayal alıp,hayal kırıklığı satmaktı benimki...Kendimle kaldığım zamanlarda,daha büyük adam olmanın oyunu oynardım,odamın krallığında.Yüksek tondaki umutlarımla meydan okurdum,yine benim gibi sessiz dönen dünyaya.Bir kürsü ciddiyetindeydi takındığım tavır.Niyetim dünyayı kurtaran adam olmak değildi.Biriken günleri böyle tüketiyordum,bitmeye ramak kalmış gecelerde.Sonsuz sürecekmiş hissiyle,bozup bozup baştan yapıyordum,dikenli tellerle örülü hayatımın gerisindeki kabuğumu.Kimse üzemeyecekti beni.Herkesle boy ölçüşüp,kırmızı çizgilerimde huzurla,güvenle dolaşıp,yaşayacaktım.Lakin dışarda,gri bilmişliklere,ukala tavırlara kaybediyordum.
İnsan yığınları içinde,nefes alamıyor,bir yere adım atamıyordum.Çaresiz razı oluyordum kendimi bir köşeye itip,çektiklerime.Yeşil ışıklı trafik lambalarında,ben hep kırmızıydım.Şehirler arası yolculuklarda,yanıma oturan kimsenin’Yoculuk nereye arkadaş?’suali altında başımı cama çeviren,suskun bir koltuktum.
Masallar anlatan babaanemin kucağında mutluydum bir tek.Sadece orada çocuktum.Haa bir de...Tahtarevalli yalnızlığında hep aşağıda kalırdı heveslerim.Yinede kalan cebimde kalan son bozuk para tıkırtısında,tebessümü kondururdum yanaklarıma.
Ama hep söyleyeceklerimi dinleyecek kulaklar aradım.Taş binaların kapılarındaki protokelleri merakla izlerdim.Büyük siyah arabalarda,o gün devlet erkanınından güneş gözlüklü adamlardan biri olmayı dilerdim.Ne kadar afilliydi resmi temasları?Dışarda kalma böyle bir şey olsa gerek...
Herkes yaşama bir noktadan sonra farklı başlar.Yeniden doğmaktır dedikleri kimi zaman bu değişime.Bense kendimi yazdıklarımla yeniliyorum.Sustuğum kelimeleri hesaba çekiyorum.Bazen kurallı,bazen de başı bozuk,devrik cümlelerimle.Belki de yazma isteğimi perçinleyen şey budur..
Tarla boyu yollar gibiydi ömrüm.En iyi bildiğim dönemeçlerdi hayatım.Ama hiç kestirme yollarım olmadı,hayatımın yükünü hafifletecek.Hiç kısa yoldan sevmedim kendimi.Şansımın ve varolmamın dayanılmaz ağırlğında taşırdım küçük çocuk benliğimi.
Peki ya sonra hayat değişti mi?Birkaç küçük,kendini bulma heyecanları dışında,her şey aynıdı aslında.Kısa sürdü türbülans boşluğundaki yükselen mutluluklarım.Savruldum yine sessiz,suskun,kendini bulutlara saklamış,çığlık rengine bürünmüş bir yıldırım gibiydim.Ne zaman kopacağı belli olmayan bu korkularımla,hemen kağıt ve kalemime sarılır oraya akıtırdım içimdeki yağmuru,zehri,kederi,neşeyi.Bütün duyguların girdabını bir parşumen üzerinde yansıtırdım,güneş ışığının eteklerinde.
İri bedenimde,çelimsiz bir kalp ve ruh taşımak...Bu insana çok acımasızca geliyor.Bu ikilemin bedeli çok ağır.Düğümlenen boğazım değil sanki,hakkımı koparıp alamadığım düşlerim,hayallerim.Ağzında pipo,hırkası boynunda,gözlüğü yıllarca tozlu raflardaki,kağıt hamurlu kitaplara feda edilmiş bir adam çiziyorum aklımda.Hani entellektüel olma kaygısı gütmeden,çocukları etrafıma topladığımı düşünüyorum.Kulaklarını söyleyeceklerimden,gözlerimi benden ayırmayan meraklı,genç dimağları kuruyorum aklımın boş bir taburesinde.Bu da olabilirdi demekle hayıflanıyorum.Böyle bir yaşlılık,tam bana göre biçilmiş kaftandı...
Yıllarca dinlemek yorgun düşürdü kulaklarımı,ve yine dilimde tartıp,yok olmaya bıraktığım sözcükleri,sanki bir sal yapıp,nehir akıntısı boyunca bıraktım kendimi.İlerde bilmediğim ama hissettiğim şelale boşluğunda düşecekmiş gibiyim.
Neyse...Belki bir gün söyleyeceklerimi söylemiş,varlığımın hikmetini tamamlamış olurum.Hayatın ve söyleceklerimin gerisinde kalmam.Aklımdaki suskunluğum,büyük puntolardaki yaşam deneyimlerim,üzerime domino taşları gibi düşmez umarım.Daha çok gün var deyip,gelecek için küçük umutlar serpiştiriyorum,gizli yalnızlığıma.Beni dinleyecek ve anlayacak birilerini bulma ihtimalini kolluyorum,henüz kaydolmamış hafızama yüzleri.Dinlemek ve anlatmak.Sadece biri olduğunda eksiktir bir yanınız.Ne dinlemek yeterlidir?Ne de anlatmak?Dengeyi kurabilmek için,ikisinden de vazgeçemezsiniz.Ola ki söyleyeceklerinizi söyleyememişsinizdir.Benim gibi gecenin bir vakti,satırlara sığınıp kalbinizi ve aklını boşaltırsınız,yıllara inat kaybettiğiniz günlere...
Ziya Karakoyun
YORUMLAR
Yazıdaki Kahraman fazla sorgulamakta kendini.Ve suçu tamamen yüklemekte kendi omuzlarına büyük bır gereksizlikle,Hayatında biri olma ihtimaline istinaden insan asıl sorununu halletmeli başta kendisiyle ilgili olan diye düşünüyorum.Sorun şudur ki yanınızda yer alacak kimse mucize yaratamaz.Bu kadar kendini suçlayan bır hikaye kahramanımız iliskisinde de kendini suclayacaktir ya da tam tersi karşısındakini; beklediği hassasiyeti bulamayacak ve kizacaktir. Karşısındakini yoracak ve sonuçta istenilmeyen şekliyle iliski sonlanacaktir.Dolayısıyla mutluluğu birilerinin yanında var olarak degil kendi icinde yakalamaya çalışmak kalıcı düzelmeye sebebiyet verecektir.
Saygılarımla
GC7