- 1139 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Otobiyografik Bir Deneme
Takvim yapraklarından Kasım sabahının yirmi yedisi düşerken önceki gecenin seyrinden her ne kadar benim habersiz gelişime hazırlıklı olsa da ailem;birbirimize hiçbir hazırlığımız olmadığı anda dünyaya gelmişim.Bugün hala dönüm noktalarımı Kasımlarda yaşıyor olmam da kainatın bana göstermiş olduğu iltimastandır diye düşünürüm hep.
Doğum günlerimin kalabalık partilerle kutlandığını hatırladığım son dönem 1992 yılından yedi yıl sonrası yani 1999 yılıydı.Ailece so yılbaşı,son doğum günü,sobanın üzerinde pişirilip ailece yenen kestaneler o yılın son ürünü..Sonra termometrelerden düşen sıcaklık değerleri gibi gözümüzden ve gönlümüzden düştü dedemin kimbilir hangi hayale kapılıpta adını Hülya koyduğu annem..İşte o günden beri Gesi’nin çam ağaçlarıyla huzura,neşeye davet edercesine şirinlikteki ilkokuluna giderken sabahları küçücük ellerimle bağlamaya mecbur kaldığım;şimdilerde üzerine düşen yıldızlardan ötürü siyaha boyayıp düzleştirdiğim ama aslında dalgalı olan ve yola gelmeyen saçlarımdan hep şikayet ettim.İlkokulu bitirene kadar da tek sığınayım okul kütüphanesiydi.Erhan Güleryüz der ya hani’Çocuk deme sakın aşık insan büyümüştür’diye daha anasınıfındayken kendimi aşık sanıp kimselere söyleyemediğim zaman mı büyümüştüm yoksa hayatımdan eksilip gidenler mi büyütmüştü beni daha çocuk olmadan? Hiç çocuk olmadım ben.Kütüphane camında sabahın sekiz buçuğunda öğretmenimi bekleyerek ilkokulu bitirene kadar da hiç çocuk olmadım.Sonrasında zaten görünüşte büyümüştüm.Annemden miras kalan kırmızı ve dolgun yanaklarımı-Rabbime sağlıklı olduğum için şükretmekle birlikte-hiç sevmedim.Kısa parmaklarım ve ufak ellerim de babamın emanetiydi verdiği sevgisi yerine.Kısa boylu olsam ne çıkardı ki? Gözüyle bakmasını bilen gönlüyle görmesini de bilirdi değil mi? Şikayetim çoğu kez yaratılışa değil yaratılmışaydı..
İsmini mübarek Şaban ayından alan babam ve benden 4 yıl önce dünyaya gelen ağabeyimle aramızda birer köprü kurduk,birbirimizle olan bağımızın daimiyeti için.Lakin hiç geçip birbirimizin kapısını aralamaya tenezzül etmeğimiz bir köprü.
Betonarme yapısıyla betonarme duygular taşıyan Hakkı Altop Lisesi’nin bütüm duvarları üzerime gelip beni boğmaya niyetlenseler dahi buna izin vermedim ama çok şey öğrendim.Gözlerim kahverengi değil de yeşil ya da mavi olsalar ne olurdu ki mühim olan bakış değil miydi? İnsanlara gülümserseniz ve enazından bir baş selamı verip güne mutlu başlarsanız birşey kaybetmezdiniz.Sanırım bundan dolayıdır insanların gözlerine ruhlarına girecek gibi içtenlikle bakmam ve daima gülümsemem.
Kendi ayaklarımın üzerinde durabilmemin ve taktir edilmenin kilit noktasıydı Üniversite.Hala aklımdadır 7.sınıfta bir öğretmenimle iddialaşmam:Bir gün Erciyes Üniversitesi’nin gezi otobüslerinde görebileceksiniz beni’ Fırsat elimde.
Öyle çok büyük hedeflerim de yok.Boyumun beş cm daha uzamasını istemiyorum artık mesela.Ülkeyi yönetmek gibi bir kaygım olmasa da iyi yönetilme isteğini hep taşıdım.Tıpkı Nazım’ın dediği gibi ’önemli olanın zamana bırakmak değil zamanla bırakmamak’olduğunu öğrendim.
Geleceği ve geçmişi gözardı etmeden anı yaşamayı öğrendim.Öyle ya Zakkumlar yaz sıcağında açardı ve hiç yaprak dökmeseler de gözlerinizi bu zevkten mahrum bıraktığınız zaman yeniden açışını izlemek için gelecek yazı beklemek zorundaydınız...
Nuray Duman
07.05.2011
YORUMLAR
Güzel anlatmışsın kendini canım benim. Sıcak bir selam gönderiyorum sana ve birgün o içten gülüşünü gözgöze gelip görmek istiyorum.SEVGİLER!
Şavk-ı Kendi
Şavk-ı Kendi
teşekkür ederim