- 2256 Okunma
- 15 Yorum
- 0 Beğeni
IRGAT HALİME
Irgatlar toprağın suskun esaretinin akabinde; başlarında fötrlü şapkalarıyla gezinen ağaların, pantolon paçalarına tutunmaya çalışarak ümitsiz umutlarının son kırıntılarını arıyorlardı.
***
Çok geçmeden ak düşlerin yerini, pamuk tarlaların aldığı yaşamları kurak toprağın bağrında bir sis bulutu gibi sönüverdi. Çukurova nın bağrı yanık göğünde tenler kapkara olurken, Toroslar dan esen serince bir yel yanık gerdanlara bir nebze dahi olsa ferahlık getirir gibi oldu. Elleri kazma sallamaktan nasır tutmuş ırgat kadınlar; alınlarından yuvarlanan ter damlacıkları iki göğüslerinin arasından yuvarlanınca, gıcıklanan içlerinin gizemini şeffaf entarilerinin arasına gömüverdiler. Yazmalarının üzerinde güneşin yakıcı elleri dolaşırken, toprağın üstüne kendi gölgelerinin silueti düşüp yan devrildi. Yazmasının ucuyla terden gölgelenen göz kapaklarını çar çabucak silerken, dudaklarından sessiz bir yakarış döküldü yağmura dair. Fıtratlarından olsa gerek, az ileride ağaç dibinde salıncakta uyuyan bebelerine gözleri gitti. Köknarın gölgesinde, yumulmuş gözleri ile ağaca teslim ettiği can yavrusu ne âlemdeydi?
Portakal ve limon ağaçlarının göz alabildiğince uzanan görüntüsü, ibrişim iplerle dokunmuş İran halısı gibiydi. Hemen akabinde nazlı bir gelinin başına örtülmüş al yazma gibi süzülen nar bahçeleri, susuz kalmış dudakları aşka getirircesine gülümsüyordu. Kavurucu sıcağın parmak boğumlarından kaçışan karasinekler, pamuğun beyaz tüylerinin arasına kanatlarını saklamaya çalışıyorlardı. Az sonra, sıcaktan kapkara ve kuru bir odun parçasına dönüşmüş avuç içlerinin devinimlerinden habersiz uyukluyorlardı. Kozasından fırlamış beyaz gelincik, ırgatın elinde hoyratça yuvarlanırken, hasat zamanının tüm çığlıkları insan seslerine karışarak karşı dağın yamaçlarında ölüyordu.
İkindi vakti son zaman dilimlerindeyken, gün akşamı kovalarcasınaydı. Bereketli toprakların üzerinde karınca gibi çalışan insanlar, bunu idrak etmenin sevinciyle biraz daha asılıyorlardı pamuğun incelmiş boynuna. Tepelerinden ayrılmayan güneşe olan öfkelerini unutmaya çalışarak, akşamın ılık serinliğini hayal ediyorlardı. Kiminin dudaklarında asılı kalmış bir türkünün son nakaratı, bozuk plak gibi hep aynı çarkın etrafında dönüyordu. Kimininse siyah şalvarının beline sıkıştırdığı sigarası, içilmek için davet buyururcasına göze batıyordu. Susuzluktan çatlamış toprağa benzeyen erkek yüzlerinin tepesinde, ıslak mendiller kurumuş bir yaprak misali titreşiyordu.
***
Akşamın ilk iz düşümü toprağa yansımak üzereyken, karşı yolda beliren otomobilin sesiyle başlar merak içerisinde o tarafa yöneldi. Gittikçe kendilerine yanaşan otomobilin içerisinde oturan, krem renk fötr şapkalı adamı görür görmez daha bir sarıldılar işlerine. Kandırmacadan ibaret olan bu hal, fötr şapkalı adamın gözünden kaçmamıştı. Siyah bıyıklarının altında beliren kendinden emin bir gülüş, koca dudaklarında öylece dururken otomobilden aşağıya indi.
Tıknaz boyuna rağmen, kocaman duran ayaklarına giydiği rugan kunduranın tozlanmasından korkarcasına toprağa temkinli bastı. Koca göbeğine sığdırdığı yeleğinin iç cebinde duran, köstekli saati çıkarıp bir göz attı. Peşin sıra ardından koşturan kâhya Mehmet Efendiye aldırmadan, lakin kulak vererek çalışan ırgatlara doğru yürüdü. Şapkasıyla aynı renk olan pantolon ve yeleği, üzerinde sanki bir beden küçükmüş gibi daracık duruyordu. Beyaz renk gömleğinin açık yakasından dışarı fırlayan kıvırcık kılları, başındaki saçlara tezat gür ve siyahtı. Kıvırcık kıllarının arasında parlayan altın zinciri, güneş vurdukça etrafa ışık saçıyordu.
Ellerini ovuşturarak arkasından koşturan kâhya, ses tonuna olabildiğince hâkim olmaya çalışarak konuştu.
_ Beyim üç güne kalmaz ırgat hasadı tamamlayacak. Yağmur toprağa düşmeden pamuğu kaldırırız evelallah. Siz hiç merak buyurmayın.
_ …
_ Bu yıl Hatay’dan getirttiğimiz ırgat karılar, bizim deyyuslardan daha iyi çalışıyorlar.
_ Çadırlarına gerekli suyu temin ettin mi?
_ Etmez olur muyum beyim. Siz söyleyince oracıkta hallediverdim olayı.
_ Yeterli sen işine bakabilirsin Mehmet Efendi.
Mehmet Efendi biraz kuşkulu birazda temkinli bir şekilde, istemeyerek beyinin yanından ayrıldı. Kafasının içerisinden geçen bin türlü fikri kovmak istercesine, ırgatlara daha çabuk olmalarını ifade eden el kol hareketleri yaptı. Dudaklarına şimdi mühür vurulmuş gibiydi. Avşar Beyin bu saatte hasat yerine geldiği görülmüş şey değildi. Merak kafasının içini kurt gibi kemirirken, “ Hadi hayırlısı...” Dedi.
***
Rahmetli dedesinden babasına ve ondan da kendisine kalan, ucu bucağı belli olmayan toprakların sahibi Avşar Bey Karaisalı’nın hatırı sayılır eşrafındandı. Özü sözü bir, sert mizaçlı biri olmasıyla beraber hakkaniyetli tavırları ırgat milletini ona kul köpek gibi bağlamıştı. Haktan korktuğu kadar kul hakkından da korkar, bu dünyanın vebalini öte dünyaya götürmekten ödü patlardı. Bu hakkaniyetli davranışlarıyla her ne kadar Karaisalı’daki diğer toprak ağalarının işlerine çomak soksa da, hiç kimse onunla arayı bozma cesaretine sahip değildi. Topraklarının çoğu, Seyhan Nehri ile Çakıt Suyu etrafında olan Avşar Bey bu bakımdan diğerlerine nazaran çok daha şanslıydı. Ekilen mahsulün bol suyla beslenmesi demek bereket demekti.
Elini gözlerinin üzerine siper yaparak pamuk toplayan kadınlara doğru baktı. Kadınlar Mehmet Efendinin dediği kadar vardılar. İki büklüm olmuş belleriyle, mütemadiyen pamuk toplayan ellerinin devinimlerini takip etmek oldukça zordu. İşinin ehli ustalıkla erkeklere taş çıkartırcasına çalışıyorlardı. Kadın milletinin işi ne zor diye düşündü. Ne var ki bu düşüncesi çok uzun sürmedi. Anında unutup gitti.
Bakışlarıyla etrafı kolaçan ederken, beklentisinin hayal kırıklığıyla arabasına doğru gerisin geri yürümeye başladı. Aynı anda hissettiği düşüncenin mahcupluğuyla beraber içi sıkılmıştı. Bu işler hiçte ona göre değildi. Her şeyin bir usulü vardı. Değil mi ya? Neydi böyle yeni yetme delikanlılar gibi, tarla başlarında karı kız kovalamaca. Yakışır mıydı hiç koskoca Avşar Beyine? Salıverirdi ırgat babasına bir haber, ne olacaksa usulüyle olurdu bir an önce. Bu düşüncelerin etkisiyle içi ferahlamış bir şekilde, Mercedes otomobilin arka koltuğuna rahatça yerleşiverdi. Akşamdan tezi yok Mehmet Efendiye söyleyip, kızın ırgat babasını çiftliğe çağırtmalı diye iç geçirdi. Hem kim bilir, hısımı olacak adamı gözü tutarsa çiftlikte bir iş tutması için ona bir faaliyet bile tayin edebilirdi. Olurmuydu ya koca Avşar Beyin kayınbabası ırgat gibi tarlalarda ter döksün. Yakışmazdı kendisine. Bu saatten sonra el âlemin ağzına sakız olmaya niyeti yoktu.
***
Odanın içerisinde, orta yerde kocaman bir pirinç karyola duruyordu. Kanaviçe işlenmiş karyola etekleriyle beraber, aynı renk tonlarında dokunmuş yastık ve yaygı Halime nin her bir gözünün nuru ve el emeğiydi. Çeyizlikler; ceviz sandığının naftalin kokan kuytu yerlerinden çıkarılıp, özenle karyolanın her bir yerine serilmişti. Halime kanaviçeleri işlediği günleri hatırasına getirince, yaşamının geri kalan kısmını koca bir çiftlikte beyin karısı olarak devam edeceği düşüncesini aklından kovar gibi oldu. Her bir ilmeği, küçük bir yuvanın içerisinde minik ayaklarıyla koşuşturan çocuk cıvıltılarına doğru savurmuştu. Mutlu olmak nasıl bir şeydi ki? Tüm bunlar Halime için yeterli olacaktı. Gözünün önünden hayali gitmeyen o gencin karısı olmaktan başka bir arzusu yokken, şimdi şu odanın içerisinde daha evvel yüzünü hiç görmediği bir adamın karısı olmak nasıl bir şeydi. İçi titredi. Avuç içleri buz gibi oldu.
Sırtını sıvazlayıp kulağının dibinde hiç susmayan dillerin lakırdısı beyninin içerisinde çın çın ötüp duruyordu. “ Halime, gız talih kuşu gondu başına. Tarlasında ırgatlık yaparken koskoca Avşar Beyin karısı olacan şimcik.”
Başına konan gerçekten bir talih kuşumuydu. Bilemedi. Şaşkınlığını henüz üzerinden atamamıştı. Her şey bir anda olup bitmişti. İstemeye dahi gelinmemişti. Çarşı Pazar alış verişleri çar çabucak yapılıp, üzerine bolca yeni esvaplar alınmıştı. Gelinlik niyetine krem rengi bir entari, altına da yine aynı renk iskarpinler seçilmişti. Safiye Hanım ikide bir kulağının dibinde bey öyle istedi deyip durdukça, Halime bu bey nasıl biridir diye düşünüp durmuştu.
Merak ile yoğrulan kafasının içini korku denilen duygu sarmaladıkça, naif bedeni bir dal gibi sallanır oldu. Siyah gözlerinin bebekleri kuşkuyla titreşti. Kirpiklerinin ucuna kadar gelen gözyaşı, yolunu şaşırıp kalbinin içine doğru aktı. Duvarda konsolun yanında asılı duran aynada kendi yüzünü görünce, bir an sarsılır gibi oldu. Bembeyaz kesilmiş yüzünün ağlamaklı hali çocukluğunu hatırlattı. Ürküntüyle yutkundu.
Aniden açılan kapının hışmıyla yerinden zıplayan genç kızın yüreği, ağzına gelir gibi oldu. Sırtından boşalan ter esvabına yapıştı kaldı. Kapıda beliren kâhyanın karısı Safiye Hanımdı. Bilgiç bir tavırla başındaki namaz örtüsünü çekiştirerek; “ İmam Efendi geldiler. Beyim seni çağırıyor.” Dedi. Küçümser bir bakış fırlatıp Halime nin geçmesi için kapıyı ardına kadar açtı.
Dişlerinin titremesini kontrol edemeyen Halime, son bir gayret gösterip yürümeye çalıştı. Yabancısı olduğu bu insanlar ve bu koca çiftlik onun üzerine doğru geliyordu. Küçük bedeninin fukaralığında yüreği ezilerek, adımları sofaya doğru yöneldi.
Tüm hayallerini karyolanın kanaviçe işlenmiş eteklerine emanet edip, koca avizelerin yandığı odaya ilk adımın attı. Biliyordu her şey çok uzaklarda kalmıştı. Artık burasıydı onun evi. Yanı başında oturan hiç görmediği adama kaçamak bir bakış fırlattı. Sert yüz hatlarından ürktü. Çok korktuğu anlarda yaptığı gibi tanıdık duasını içinden okumaya başladı.
La havle vela…
SEVİLAY DİLBER
YORUMLAR
SEVİLAY DİLBER
hep beraber..
sevgilerimle..
Yıllar önce okuduğum ince mehmet romanını anımsadım..Gözü toprakla doymayanların,gönlü doymazmış..Üstad konu ve betimlemeleriniz çok güzel....Siz sonunu biliyorsunuz..Ben tahmin ediyorum..Beyler Beyler..Gönlün kim eyler..Kalemine sağlık üstadım...Saygılarımla/
SEVİLAY DİLBER
sıhhatle kalın..
sevgili dost kalem..
YİNE MUHTEŞEM BİR YAZI MUHTEŞEM BETİMLEMELER BUHTEŞEM KELİMELER ANLATIMLAR SİNİN YAZILARINI OKUMAK BANA AYRI BİR KEYİF VERİYOR VE YİNE TÜRKİYENİN HER YERİNDE YAŞANAN HİKAYE VE YOKSULLUK TEBRİKLER
SELAMLAR SEVGİLER
SEVİLAY DİLBER
çok teşekkürler..
sevgilerimle...
canım öyle güzel anlatmışsın ki
sanki yaşadım harikasın devamı varmıydı bilmem var gibi sanki
ah içimde hep uktedir pamuk toplamak çok gördüm öyle güzelki açmış pamuklar bazen yanlarından geçeriz olsa sahibi gidip bir iki toplayayım diye düşlerim
sevgimlesini herdaim
SEVİLAY DİLBER
güzel yorumun beni mutlu etti..
sevgilerimle..
Yazınızı gülümseyerek okudum. Konularımız arasında ilginç bir rastlantı olmuş ama cephelerimiz karşı karşıyaymış. Ne var ki; tasvirlerde -en azından -ben elinize su dökemem. Hoş bir öykü, güzel bir anlatım. Elinize sağlık.
SEVİLAY DİLBER
ne demek efendim..
her kalemin kendine göre ayrı tadı vardır...
sevgi ve hürmetlerimle..
TÖRKİŞ FİMLER HER SEYREDİLDİĞİNDE AYRI BİR TAT VERİRLER BANA, OYSA ÇOĞUNUN SENARYOSU BİR DİĞERİNİ TAKLİT EDER. GENELDE AĞA KIZI İSTER, KIZIN YAVUKLUSU VARDIR, ONU TERCİH EDER; OYSA AĞA, AĞADIR, ALMALIDIR... BU ÖYKÜDE O YOK. NE VAR? O ÖYKÜNÜN TEMİZCE, YALINCA YAZILMIŞI VAR; HİÇ BİR KARMAŞAYA YER VERMEMİŞ, AMA ÖYLE BİR ANLATMIŞ Kİ, TÜRKÇEYİ KULLANIMIYLA, YAZIM KURALLARINA ÖZENİYLE KENDİ İÇİNE ALIVERİYOR SENİ VE BİR BAKIYORSUN, OKUNMUŞ, BİTMİŞ. A... NİYE BİTTİ? DEVAMI OLMALIYDI... YAVUKLU... MACERA... YOK. ÖYLECE, YALINCA... İŞTE ÖYKÜ BU DEDİRTECEK BİR ÇALIŞMA... SİZ ZATEN HEP İYİ YAZIYORSUNUZ... TEBRİK EDERİM... SEVGİ VE SAYGIYLA...
SEVİLAY DİLBER
biliyormusunuz bende çok severim eski türk filmlerini seyretmeyi..
birde siyah beyaz olursa değmeyin keyfime..
sevgilerimle..
Değerli arkadaşım.
Yazının daha ilk satırlarından başlayan tasvirlerinin ( Sanırım arkadaşların betimleme dedikleri şey bu olsa gerek ) mükemmelliği beni oldukça etkiledi. Irgat olarak olmasa da hayatımın bir bölümünde pamuk tarlaları ile çok yakın oldum. İlk kez 1978 de manavgatta görmüştüm pamuk tarlası...Daha sonra da 1982 de evlendiğim eşimin üvey babasının yüz dönüm kadar pamuk tarlası vardı. Tüm bunlar canlandı gözlerimin önünde...Sanki o günleri birebir yaşadım. Daha sonra da hikayenin akışına kaptırdım kendimi...Sanki o pamuk tarlalarına kanallardan verilen su gibi aktım gittim hikayenin içine....Ve nihayet sona ulaştığımda '' gözün kör olsun yoksulluk'' dedim.
Şair boşuna dememiş: '' Bu dünyada üç nesneden korkarım: Bir ayrılık, bir yoksulluk, bir ölüm.''
Selam ve saygılarımla.
SEVİLAY DİLBER
sizin yorumlarınız benim için çok kıymetli..
sevgi ve hürmetlerimle..
bilinen bir konu olsada.......kalem okuyucunun beyninde şelaleler yaratıyor. mekan ve kişiler gözler önünde.....betimlemeler peşpeşe seri bir *oksörün nakavta giden kroşeleri gibi ....eee bunun üstüne başka yazı okunmaz diyor kıskanarak neti kapatıyorum....saygılar yahşi kaleme
SEVİLAY DİLBER
sevgili kalem dostum beni mutlu övgü dolu sözleriniz..
selam ve sevgilerimle..
SEVİLAY DİLBER
üstelik birde sobanın üzerinden yayılıyorsa..
sevgilerimle..
Anlatımın ve betimlemelerin daha öyküye başlamadan beni sarhoş etti. Zaten bereketli topraklar beni en çok etkileyen yazın türü. Hiç görmediğim bir coğrafya olmasına rağmen, Yaşar Kemal ve Orhan Kemal' in kalemine olan aşinalığım yüzünden ırgatlarıın kan- ter görüntüleri canlanıverdi gözümde öykün ve Halişme' nin diğer kadınlarla ortak kaderini de canlandırmak daha da kolaylaştı. Tebrik ederim Sevgili Sevilay, çok başarılı bir öyküydü. Sevgilerimle...
SEVİLAY DİLBER
çok teşekkür ederim..
sevgi ve selamlarımla..
Sevilay çok güzel...
Özellikle betimlemeler harika...
İnan güneşin sıcağını alnımda hissettim...
Tebrikler güzel yüreğine...
Allahım nasıl birşeydir bu kurgu...
Harikasın...
Sevgimle... :)
SEVİLAY DİLBER
SEVGİLERİMİ GÖNDERİYORUM..,
avuçlarını aç..
(( Seçil Nimet ))
Açtım...
Ama gözlerimden de öp yahuuuu!
Alışmışım... :o)