- 1124 Okunma
- 11 Yorum
- 0 Beğeni
BAŞLIKSIZ BİR YAZI -1-
Bu günden itibaren yeni bir yazı dizisi daha yapacağım. Bu sefer çok uzun olmayacak yazı dizim sanırım. Sanırım diyorum çükü kafamda bir plan yapmadım. Bildiklerimi, gördüklerimi, yaşadıklarımı anlatacağım. Şimdi denilebilir ki:’’Zaten uzun bir zamandır hep böyle yapmıyor musun? Çoğu kez komik, ara sıra da çok acı ama hep kendi başından geçenleri anlatmadın mı bize ?’’ Öyle yaptım…Doğrudur…Ama bu seferki yazım çok daha farklı olacak. Pek çok arkadaşımın üzerinde çok konuştuğu ama içini hiç bir zaman görmedikleri pek çok şeyi anlatacağım sizlere…Hiç bir şey katmadan…En ufak bir ilave ya da çıkarma yapmadan. Ara sıra bazı yorumlarım olsa da mümkün olduğu kadar yorumdan bile uzak kalarak yazacağım.
Bu yazıyı okuyan arkadaşlardan tek bir ricam olacak: Yazı dizisi sona ermeden lütfen yazının tamamı bitmiş gibi yorumlar yapılmasın.
Peki nedir bu her zamankinden farklı olarak yazacaklarım? İnanın buna ben de bir başlık bulamadım…O bakımdan yazının başlığını sizlere bırakarak ben anlatıma geçiyorum direkt olarak.
1969 yılında öğrenim hayatımın Lise dönemi başladı. İstanbul Bakırköy Lisesinde okuyordum. Biri Milli Güvenlik Öğretmenimiz Albay Bedri Buluç, Diğeri de Edebiyat Öğretmenimiz Hayriye Ilgaz olmak üzere iliklerine kadar Atatürkçü olan sadece iki tane öğretmenimiz vardı. Diğer öğretmenlerimiz içinde de Atatürkçü olduklarını tahmin ettiğim bazı öğretmenler vardı ama sesleri çıkmazdı onların.
Hani Can Yücel Türkiye’de bir Komünist Parti kurmak için kollarını sıvayıp bir tüzük hazırlamaya çalışan ama aralarındaki tartışmalar yüzünden bir türlü o tüzüğü oluşturamayan arkadaşlarına ‘’ Arkadaşlar Türkiye’de komünist olmak tüzük işi değil büzük işidir ‘’ diyor ya işte o hesap o günlerde devrimciliğin tavan yapmış olduğu Bakırköy’de ‘’ Ben Atatürkçüyüm ‘’ demek de büzük işiydi. Alacağınız en iyi tepki ‘ Sittir git lan sen de Sev-Gençlisin demek ki’’ olurdu.
İşin doğrusu o yıllarda duyuyorduk ki ağabeylerimiz daha bir yıl önce Amerika’nın 6. Filosuna ‘’Go Home Yankie’’ demiş. Ama niye demiş, demiş de ne olmuş, kimse işin farkında değil. ( Bizim Liseyi kast ediyorum ) Biz, hepimiz devrimciyiz…Artık nasıl devrimcilersek Amerikan gemilerini kovalayan ağabeylere kızıyoruz ‘’ Türk geleneğinde var mıdır misafiri kovmak ?‘’ diye…Onları kovan ağabeyleri alkışlayanları bile kınıyoruz. Ve de devrimciyiz…Anlayın artık nasıl bir ipim , kuşağım ………. , ……… yaşadığımızı. Bir avuç ‘’Anarşist(!) ‘’ dışında hepimiz böyleyiz.
1970-1971-1972 gibi yıllarda ise artık bizler de sağlam devrimciler oluyoruz. Bizler derken kendimi kast etmiyorum. Okulumuz yavaş yavaş sev -gençten, dev -gençe transfer oluyor. Okullardaki Atatürk resimleri bile değiştiriliyor ve yerine Stalin’e benzeyen Atatürk resimleri konuluyor. 1973-1974 yıllarında ise artık dağa taşa ‘’ Kara Oğlan Ecevit ‘’ yazıyoruz. ( Bu noktada ben de varım…Ben de Ecevitçiyim) Yine aynı yıllarda Fidel Kastro, Mao, Che gibi kahramanlarla (!) tanışıyoruz. Yusuf, Hüseyin, Deniz, Mahir, Ulaş…’’Kurtuluşa Kadar Savaş’’ la da tanışıyoruz.
Ben bile artık cebimde bir bıçak taşıyorum. Madem ki ‘’devrim kanla yazılacak’’ eh o zaman kan dökmeye yarayacak ufak çaplı da olsa bir alet olsun yanımızda değil mi?
Lakin her şeye rağmen ‘’sev -genç’’likten de sıyıramıyoruz kendimizi. İstanbul’un üniversitelerinde ağabeylerimiz her gün bir eylem yaparken bizim okulda bir boykotcuk bile olmuyor bu beş sene zarfında. 6 Mayıs 1972 de Deniz Gezmiş abimiz idam ediliyor iki binden fazla öğrencisi olan okulumuzda çıt çıkmıyor, Yusuf, Hüseyin ve Mahir ağabeylerimizi n akıbetleri de öyle çok sarsmamıştı zaten. ‘’ Faşistlere ‘’ lanetler okuyan bir iki arkadaşa da bakıyoruz öyle aptal aptal…’’Kim bu faşistler? ‘’ diye.
İşte o yıllarda Türkiye’de bir başka gurubun da var olduğunu öğreniyorum . Yok yok faşistler değil…Onlarla daha sonra çok yakından tanışacağım…Bahsedeceklerim tamamen farklı.
Okulumuzda Açık açık ‘’Devrimci ‘’ olduklarını ilan eden karı- koca bir çift vardı. İzzet Bey Fizik, karısı Olcay Hanım da Biyoloji derslerimize girerlerdi . İşte olay da onlardan Olcay Hanım’ın dersinde oldu:
Olcay Hanım ders anlatırken sınıfta bir hamam böceği dolaşmaya başladı. Biz sev - gençler hemen dersi kaynatmak üzere başladık:
-Hocam yerde karafatma var.
-Aldırmayın siz dersinize odaklanın.
-Ama hocam karafatma bu. Bir sürü mikrop taşıyordur.
-Aldırmayın dedim ya. Hem siz daha fazla mikrop taşıyorsunuz size bir şey olmaz.
-Hocam korkuyoruz.
Derken hoca , hamamböceğinin üstüne basarak öldürdü onu. Bu sefer biz yeni bir yaygaraya başladık.
-Hocam nasıl vicdanınız elverdi?
-Hocam karafatmayı öldürürken neler hissettiniz?
-Hocam hiç mi Allah’tan korkmadınız?
İşte bu son soru üzerine karafatma olayının şekli birden değişti. Olcay Hanım gayet sert bir şekilde?’’Ne Allah’ı yahu…Bırakın bu saçmalıkları ‘’ deyince sınıf bir anda ikiye bölündü. ‘’Allah vardır’’cılarla ‘’Allah yoktur’’cular arasında şiddetli bir münakaşaya dönüştü olay. Ben tabii ki Allah vardır diyen guruptanım. Ama o kadar zayıf savunmalar yapıyorum ki? Neyse…Sonunda zil çaldı…
Bu münakaşaların başından sonuna kadar hiç bir şekilde ağzını açmamış olan iki arkadaş yaklaştı yanıma. Ki bunlar zaten sınıfta neredeyse hiç konuşmazlardı. Pek teneffüslere bile çıkmazlardı. Bana ‘’ sen Allah’a inanıyorsun ama bilgilerin yetersiz. Biz sana Allah’ın varlığını iki kere iki dört eder şeklinde kanıtlayalım ister misin?’’ dediler. Böyle bir şeyi kim istemez ki? Başladık konuşmaya:
-Elbette isterim. Ama bunu nasıl yapacaksınız?
-Bunu biz yapmayacağız. Bir hoca var o yapacak. Seni o hocayla tanıştırmamızı ister misin?
Çocukluğumda zaman zaman yaz kuran kurslarına gitmiştim camilere…Ayrıca annemin babası yani dedem imam olduğu için hiç bir zaman ‘’ Hoca ‘’ kelimesine karşı bir antipatim olmadığı gibi korkum da olmamıştır. Cevap verdim:
-İsterim tabii ki. Madem ki bana Allah’ın varlığını iki kere iki dört eder şeklinde ispat edecek daha ne isterim. Hem o zaman gelir şu Allahsızların da ağızlarını kapatırım. Bu hoca nerede peki?
-Merak etme uzakta değil…Bahçelievler’de oturuyor.
-İyi …Ne zaman tanışabilirim bu hocayla?
-İstersen hemen yarın. Biz hocayla konuşup sana bildiririz.
O gün, aklıma geldikçe tek bir şey için kızarım kendime: Bu arkadaşlara ‘’ Madem ki siz hocanızdan öğrendiniz, duydunuz biliyorsunuz Allah’ın varlığının nasıl ispat edileceğini o halde sınıfta niçin sustunuz?’’ diye sormadığım için. Hiç aklıma gelmemişti o zamanlar.
Ertesi gün Bahçelievler’de iki katlı ve ana cadde üzeride bir evin ikinci katına gittik bu arkadaşlarla…Evde gayet güzel ve temiz döşenmiş bir odaya girdik. İşin garibi evin kapısını benim sınıf arkadaşlarım kendi anahtarlarıyla açmışlardı. ‘’Demek ki burası onların evleri, hoca da buraya gelecek’’ diye düşünmeye başladım.
Az sonra bizden en fazla beş yaş büyük bir delikanlı girdi içeriye. Takım elbiseli, kravatlı, saçları taranmış , tıraşlı,yakışıklı bir delikanlıydı.
Benim arkadaşlar hemen ayağa kalkıp bu yeni gelene büyük bir saygı gösterdiler. O da gayet güleç bir çehre ile bana ‘’ Selamünaleyküm kardeşim hoş geldin ‘’ dedi. Daha sonra arkadaşlar geleni bana tanıştırdılar: ‘’ Sami Kardeş…İşte sana bahsettiğimiz hoca… ( Adını unuttum…Hatta arkadaşların adlarını bile unuttum ) Ben şaşırdım tabii ki. Hoca deyince sakalı göbeğinde, sarıklı, cübbeli ve en az kırk yaşlarında birini bekliyordum. Bu benim için tam bir şoktu. Ama ikinci şoku da yaşadım.
Yer minderleri vardı odada...Sanki bir şark köşesi gibi dizayn edilmişti…Önce Hoca, daha sonra da biz oturduk. Ve arkadaşlardan biri dolaptan bir kitap çıkardı. Getirip Hocanın ellerine verdi. Kitabın üzerindeki yazıya bakınca ne görsem iyi ‘’ Risale-i Nur Külliyatı----Haşir Risalesi----Bediüzzaman Said Nursî ‘’
İlk kez 1963 ya da 1964 yıllarında Erzurum’un İlçesi Pasinler de duymuştum Nurcu ve Said Nursî adını. Hemen yakınımızda bir evde ‘’Nur Ayini’’ yapılacağı haberleri ile komşuların bir kısmı oldukça büyük bir korkuya kapılmışlar ‘’Bunlar yüzünden tüm mahalle yine karakollarda sorgulardan geçirilip anasından emdiği süt burunlarından getirilecek ‘’ diye telaş etmişler; bir kısmı da ‘’Üzerimize nur yağacak ‘’ diye çok sevinmişlerdi. Ama şurası muhakkaktı. O gün Mahallede her kes ya kendi evine çekilip kapılarını kilitledi…Ya da bu Ayin(!) e katılıp kapıyı kilitledi. Sokaklarda çocuklar bile yoktu o gün.
Daha sonra babama sormuştum ‘’Nurcu nedir…Said Nursî kimdir?’’ diye.
Babamın bana verdiği cevap vardı kafamda Bahçelievler’deki o hocanın elindeki kitapla karşılaştığımda ‘’ Nurcular yobaz insanlardır… Said Nursî de onların başıdır. Bunlar bu memleket için çok zararlı insanlardır.’’
Ben bir taraftan ‘’ Ne biçim bir yere düştüm böyle’’ diye düşünürken diğer taraftan elimle ceketimin iç cebinde, açık vaziyette duran bıçağımı okşadım. Sanki bir halt edebilecekmişim gibi. Öte taraftan ne arkadaşlarım ne de Hoca diye tanıttıkları kişi öyle tehlikeli bir tip gibi görünmüyorlardı.
Hoca konuşmaya başlamadan ben hemen patlattım soruyu?
-Hocam…Siz Nurcu musunuz?
Cevap verdi Hoca:
-Öncelikle belirteyim: Ben hoca değilim. Biz hepimiz Risale-i Nur Şakirtleriyiz. Yani Risale-i Nur öğrencileriyiz…Bize ‘’Nurcu’’ diye hitap etmezsen seviniriz. ‘’Simitçi, manifaturacı, yoğurtçu gibi bir şey satmıyoruz biz. O bakımdan ci-cu eklerinden hoşlanmıyoruz. ‘’
-Peki siz kendinize ne diyorsunuz?
-Risale-i Nur Şakirtleri diyoruz kendimizi ifade için. Aramızda yeni olanlara ‘’Kardeş’’, kıdemli büyüklerimize ‘’Abi ‘’, En büyüklerimize de ‘’üstad ‘’ demekteyiz.
-Peki siz ? Siz hangisi siniz?
-Bana abi derler sağ olsun kardeşlerim.
-Tanıştığımıza memnun oldum abi .
Aslında hiç de memnun olmamıştım ama yine de kibar olmalıydım. Çünkü onlar bana oldukça kibar davranıyorlardı. Hem bakalım buraya gelişimin asıl sebebi olan o sorunun cevabını bulacak mıydım burada ?
**********************************************************************************
Daha baya devam edecek.Henüz işin başındayız. Daha dernekler var, başka cemaatler var, hatta tarikat bile var…Tüm bunları yaşayan, içlerine giren bir insan olarak en ufak bir kurgu yapmadan, tek bir hormon kullanmadan her ne iseler aynen yazmaya çalışacağım... O zaman belki anlaşılacak nerede hata yapıldığı.
NOT: Değerli arkadaşlarım…Sizler ‘’Yaz’’ derseniz devam edeceğim anlatmaya…Yazma Hocam gerek yok, ya da biz bunları zaten biliyoruz…Veyahut ‘’Hocam amacın ne senin, birilerinin reklamını ve propagandasını mı yapmaya çalışıyorsun? ‘’ diye düşünüp bunu bana açık açık yazan olursa bu yazının devamı asla olmayacak…O bakımdan yorumlarınıza acilen ihtiyacım var.
Selam ve saygılarımla.
YORUMLAR
Birbirine tahammül etmenin getirisi olur belki de. Yaşanmışlıklar gün yüzüne çıkmalı ki, düşünme eylemi vuku bulsun. Burada yazdıklarınız Belki tarikatı,ve belki devrimi tam anlamıyla ifade etmeyecek ama bir nebze olsun İnsanlara ışık tutacak. Önyargılar belkide kendini asacak. Neden korkuyoruz ki yaşanmışlıklardan. Özğürlüğün önüne çekilen bir duruştur, okuyana sormanız. Oysa özgürlükler haykırılmalı birilerinden talep edilmemeli. Düşünceler kendi içlerinde boğulmaktansa bir yere şıkışıp kalmaksa aydınlığa birlikte yürümeli.
Kuran-ı Kerimde İlk ayet oku deniyorsa yazsam mı dememeli.
Sadece şunu söylemek isterim, sizden aldığım izlenim birilerinin sizi dürterek yaşam sürmediğiniz. Özellkle öğretmenler öğrenclilerine bunu ön görmeli ki özgürlükler birilerinin elinden verilmesin. Sindirilmiş bir Milletin mensubu olmak değil niyetim ve kimseyi hor görmek. Büyüğüme saygısızlık ettiysem özür dilerim.
sami biberoğulları
Çok doğru ve çok haklı bir eleştiride bulunmuşsun ve de asla saygısızlık yapmamışsın. Çok teşekkür ederim.
Dikkat edecek olursanız bu yazı devam etmedi. Oysa arkadaşlarım da öyle ''Ya bırak boşver '' filan dememişleri. Yani ben özgür bir şekilde yazabilirdim. Ama devam etmedim. Nedenine gelince. Onu da bir örnekle anlatayım:
Bizim gençlik yıllarımızda İstanbul'un bazı semtlerine 110, bazı semtlerine 220 voltluk elektrik verilmekteydi. Örneğin Balatta 110, Bakırköyde 220 volttu elektrik. Elektrikli ev aletleri de 110 voltluk ya da 220 voltluk olarak üretilir ya da adaptör kullanılırdı. Farzedelim Balattan Bakırköy'e taşındınız ve de kullandığınız elektrikli ev aletlerini 220 volta göre ayarlamayı ya da adaptör kullanmayı unuttunuz...İşte o zaman aletleriniz fazla yüklenme sebebiye yanardı.
İşte yazmaya devam etmeyişimin sebebi bu. Vatandaşın devreler maalesef hâla 110 voltluk...220 voltluk elektrik ağır geliyor. Ben de gözlerimin önünde telef olmalarına dayanamıyorum.
Olay bundan ibaret. Yoksa sanal bir alemde yazı yazmak o kadar kolay ki. İsteyen alınsın, isteyen kızsın, Canı isteyen küssün, isteyen küfür etsin yahut da canı isteyen de beğenip alkışlasın demekte hiç bir sakınca olamaz.
Selam ve saygılarımla.
Nilgün Akçay
Sanal alemde yazı yazmak kolay zira kendini bilmeyenler ve sorgulamayanlar için.
Kendini bilen,saygı duyan, önemseyen, değer veren her İnsan'ın; yeri ve makamı olmaz. O her zaman ve her daim kendini bilir v kendine hesap veremeyeceki tavırlar sergilemez.
Sizi tekrar tebrik ediyor ve biliyorum ki 110 volt kullanabilenlerin sayısı çok az, siz bu voltajla adaletli düşüncenin temsilcisi olarak bayrağı taşıyacaklardansınız. Sevgim ve saygım her daim.
siz bilirsiniz sizin sonunuzdan korkuyorum hocam ya hapis a faili mechul le gitmeyesiniz çok sivri konulara sivri girişler yapıyorsunuz bence çok fazla içini deşmeden anlatın boşverin köyün doğrucusu olmayın burada yazacaktım nurcular lailgili bir anımı ama anlamayacağım bu gün yazıcağım
sevgiler selamlar
sami biberoğulları
Bu memleket gerçek manada demokrasiyi anlayabildiği, özümseyebildiği zaman - eğer hayatta olursam- yazarım herhalde.
Selam ve sevgilerimle.
hocam ben sizi okumayı seviyorum..
ayrıca bilgileniyorum..
eklediğiniz yazıyı okurken inanılmaz derece meraklandım..
okur ile düşünce alışverişinizde olmanızda çok hoş..
bizler bu sitede amatör yazar çizerleriz..
yaşınız ve tecrübeleriniz gereği sizden öğrenecek çok şeyimiz var..
her kes bir tarafından tutup kendisine bir pay çıkaracaktır..
ablam nur cemaatinde...
ben değilim..
işte olay bundan ibaret..
sevgilerimle..
sami biberoğulları
İnanın ben de sizi okumayı çok seviyorum. Bu başladığım dizi ile ilgili olarak çok tereddüttteydim...Çünkü bütün yazdıklarımdan sonra döneklikle, iki yüzlülükle suçlanmak riski de var işin içinde...Varsın olsun. Bence bunları birilerinin yazması gerekiyordu.
Selam ve saygılarımla.
Anı başlığı altında anlatabilirsiniz ama, gerçekleri ben anlatıyorum ona göre muhakeme edin tarzında değil. İlk girizgahta bu havayı sezdim. Belki farkında olmadan yapılan bir hata bu.
"Pek çok arkadaşımın üzerinde çok konuştuğu ama içini hiç bir zaman görmedikleri pek çok şeyi anlatacağım sizlere…"
Yukarıdaki cümle subjektif bir bakıştır. Ne belli sizin "en gerçeklerle" karşılaştığınız? Belki size hep içlerinden en iyileri ya da en kötüleri rastlamıştır. Bunun garantisi yok. O yüzden anılarınızı fazla iddialı cümleler kurmadan, dediğiniz gibi doğal haliyle yayınlamanız iyi olur. Hem yazmak istiyorsanız, eğer buna ihtiyaç duyuyorsanız ya da ihtiyaç duyulduğunu hissediyorsanız bunu neden okura danışıyorsunuz ki? Kalemin icazete ihtiyacı yoktur.
Yine argodan çeşitlemeler var yazınızda. Kusura bakmayın, ben bir öğretmenden bu tür sözler duymaya alışkın değilim de. O sözler söylenmese, noktalı yerler hiç eklenmese, acaba yazının anlatmak istediği şey yarım mı kalır? Sanmıyorum. Yani gördüğünüz gibi ben argo yazımları anlayamadım, anlayamayacağım da Sami Bey.
Benim şahsi fikrim bunlar. Siz kalbinizi dinleyin yine de.
Saygılar.
Aynur Engindeniz tarafından 3/22/2012 12:48:50 PM zamanında düzenlenmiştir.
sami biberoğulları
Öncelikle belirteyim ki ben işte böyle yorumlar bekliyorum daha çok. En azından nerede hata yaptığımı görüyorum.
1- Sanırım ''ben size gerçekleri anlatacağım'' tarzında bir hava yaratmışım...Oysa asla böyle bir iddiada bulunamam... Sizin de belirttiğiniz gibi benim görüp yaşadıklarım gerçeğin ne kadarıdır? Bunu ben bile bilemem.
2-''Pek çok arkadaşımın üzerinde çok konuştuğu ama içini hiç bir zaman görmedikleri pek çok şeyi anlatacağım sizlere'' Burada da yanlış bir cümle kullanmışım...Özellikle '' içini'' kelimesi yanlış olmuş. Amacım ''İç yüzü'' ya da ''Gerçeği'' değildi...Ama kabul edin ki bir tarikatın içine girmiş olanımız çok azdır...Hatta yoktur belki de...''İçi'' kelimesi burada hep dışından baktığımız bir makanın içi anlamında kullanıldı.
3- Hiç kimseyle bir polemiğe girmek istemediğim için okurlarımın icazetini istedim. Çünkü bu konu polamiğe oldukça açık bir konu. Okurlara danışmadan da yazabilirdim elbette ama danışmanın çok da yanlış bir hareket olduğunu sanmıyorum.
4-Argoya gelince: Değerli arkadaşım argo da bazı şeyleri ifade edebilmenin bir yolu. Ki ben hiç bir zaman Nef'i, Neyzen Tevfik, Eşref kadar kullanmıyorum argoyu...Haa onların yerine koyuyor muyum kendimi? Ne haddime...Ama mesela bir Sümbülzade Vehbi Efendinin '' Rücusu''nu okuduğumuzda argo, hatta küfür ile birlikte muhteşem bir övgü yapılmış olduğunu görüyoruz .
Çocuklarımız ise ''Recep İvedik''lerden bolca öğreniyorlar küfür ve argoyu...Bayılıyorlar adeta...Baksanıza bana göre dünyanın en berbat filmi olan o film hem üç ya da dört seri yaptı hem de her bölümü hasılat rekorları kırdı. Bir Çanakkale Belgeselini seyrettiremediğmiz çocuklarımız bizlerden aldıkları cep harçlıklarıyla o küfür dolu filmi seyretmeye koştular akın akın...
Ben hem kalbimi hem de sizleri dinleyeceğim. Elimden geldiği kadar tabii ki.
Selam ve saygılarımla.
Billur T. Phelps
İşte böyle olmalı eleştiriler de ve onlara verilen cevaplarda.
Haddim olmadan araya girdim bağışlayın. Hemen çıkıyorum :)
Aynur Engindeniz
Billur T. Phelps
Kimileri kendini usta bir eleştirmen sanarak ahkam kesiyor, kimileri iğneli, alaylı sözlerle kişiyi aşağı çekmeye çalışıyor. Herkes elbetteki her yazarı ve yazdıklarını beğenmek zorunda değil , ya da beğenmediği yönler varsa rahatlıkla dile getirmelidir. Ama uslüb, ve yaklaşım önemli. Sizin tarzınız süperdi!
Sizi boşuna sevmemişim :))
sami biberoğulları
Sizi yine yanımda görmek çok güzel.
Selam ve saygılarımla.
Sami Öğretmenim. Yazdıklarınızı duyduk, gördük.. Türkiyede en çok bilgi kirliliği var insanlar duyduklarına 10 daha katarak yayıyor ve aslını astarını bilmeden fikir yürütüyorlar... Ben bizzat bu işin içine tesadüfen girmiş olan sizden okumayı çok isterim... Lütfen yazın.. Ben size Güveniyorum. Saygılarımla.
sami biberoğulları
Selam ve saygılarımı sunuyorum.
Yazıyı okudum... düşündüm...Farklı olacak bu konu benim için ...Çünkü hiç ilgilenmedim okumak istemedim bu konuları ama sizin yaşadıklarınızı burada okumak isterim...
Paylaşılmalı diyorum, başarılar...
sami biberoğulları
Aslında bu konular kişinin özeli midir, yaoksa anlatılmalı, paylaşılmalı mı diye çok uzun düşündüm...Sonunda paylaşmaya karar verdim...Çünkü: Cemaat, tarikat, dernekler filan hepimiz bir şeyler konuşuyoruz. Ama sizin de belirttiğiniz gibi bunlar nedir, nasıl çalışırlar, neye hizmet ederler pek de bilmiyoruz.
Desteğiniz için çok teşekkür ederim.
Selam ve saygılarımla.
canandemirel
Belki sayenizde bilgim olur....KOLAYU GELSİN...
sami biberoğulları
Selam ve saygılarımla.
yaşanmışlıklar yazılmalı......paylaşılmalı...diyenlerdenim hocam kalemin daim olsun saygılar
sami biberoğulları
Selam ve saygılarımla.
ERAY ÖZGÖR SARIKAYA
yazıyı okumadım pazartesiden sonra okurum artık ama hocam ne yazdıysa güzeldir komutanımda ne diyorsa doğru söylüyordur
SELAM VE SEVGİLER