- 520 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
O Kalabalıkta
Sen o davası olan adamlardan olmalısın. Ama kan dökmeden, farklı yerlerde aramadan kafandaki cenneti, ama mutlaka bir cenneti de saklayarak içinde, bakmalısın bana. Gözlerinde benim yanımda başkalarını da görmeliyim. Yırtık pırtık giysiler içinde, saçları karman çorman çocuklar olmalı mesela… Buruş buruş yüzlü teyzeler… Her kırışığa ne kahırlar sığdırmış, gözlerinin kaçtığı çukurlarda ne gözyaşları, ne itilip kakılmalar saklı… Onlara tüm bunları yaşatan ne hoyrat bir dünya…
Sonra omuzları çökmüş, elinde birkaç yiyecek malzemesi, işten dönen mahçup bakışlı adamlar olmalı… Bedenini ortaya dökmüş, onca saat kan ter içinde topu topu şimdi bu elindekilere dönüşecek hınca hınç bir emeğin ta içinden gelmiş… Sonra gölge olan o kadınlara da yer aç gözlerinde. O mahçup bakışlı adamların karıları, kırışıklarında bir dünya kahır taşıyan o yaşlı kadınların gelinleri… Tüm gün nedenini çözemedikleri bir öfkeye maruz kalan ama yine de gık demeyen… Eşinin ve kaynanasının gözlerindeki karanlıkta kaybolan ama yine de bir kez bile yakınmadan devam eden gölgeliğine… Çünkü bu eve çok benzer bir evden gelmiş o da… Çok benzer bir hikayenin içinden… Bu öfkeyi tanıyor bu yüzden. Dışarısıyla aralarında bir uyuşmazlık var, hissedebiliyor bunu. En büyük mesele de muhatap olunanın ‘hayat’ denen, belirsiz bir şey olması… Bir insan ya da herhangi bir şey olsa; elle tutacağın, bir yerden bir yere koyacağın kadar somut bir şey, o zaman bu insanlar onun yerine neden kendisine öfkelensinler ki? Bu belirsizlik, bu elle tutulamaz, tanımlanamaz hali değil mi, içlerine sığdıramadıkları o yakıcı duyguyu bir şekilde ortaya döküp soğutabilmek için kalplerini, onun yerine kendisini koymalarına neden olan?
İşte o yüzden o kadın tek bir söz söyleyemiyor onlara. Yeterince bedel ödemiş insanlara ne denebilir ki? Hayatın hep sırtından iteleyip biraz olsun doğrulmasına bile yetecek süreyi vermeden yeni bir hamlede daha bulunduğu… Çeşit çeşit görünümlerde devam ettiği hep itmeye… O kadın da olsun bu yüzden gözlerinde. Davası olan bir adamın gözlerinde ona da yer olmalı mutlaka.
Ama asla onları keder dolu bir hikayenin kahramanları olmaktan kurtaracağını söyleyen o kan kokulu, içlerindeki cehennemi bu dünyada da var etmeye çalışan “o sözde kahramanlar” yer bulmamalı gözlerinde. Yokluğu, adaletsizliği, her şeye sinen o bitmeyen soğuğu çok başka bir davanın haklı gerekçeleri halinde paketleyip ortaya süren o adamlar bana yönelen gözlerindeki tüm o kalabalığın hiçbir yerinde asla var olmamalı. Kovboyculuk oynayıp içlerindeki bitmeyen şiddeti bir şekilde tatmin etmenin peşinde koşturmamalı, gerçekten o insanlar için bir şeyler yapmak isteyen gerçek kahramanların arasında! Güzel yüreklerle kararmış yürekler karışmamalı birbirine.
Sekiz dokuz kardeşli, hep bir kalabalıkta kaybolmuş, sevgi nedir bilmeyen çocuklar da olmalı gözlerinde… Ve onların okuma yazma bilmeyen, bakamayacağı çocukları doğuran ve onları asık yüzlü bir dünyaya mahkum eden, çünkü kendi ana babalarından da aynı şeyi görmüş, başka türlüsünü bilmeyen anaları ve babaları… Ve o çocukların ileride biraz büyüyüp bir şeyleri değerlendirmeye başladıklarında dönüşeceği; yaşadıkları yokluğu, açlığı, sevgisizliği onları doyurmaya bile güçleri yetmeyen bir ana babanın “Allah’ın verdiği canı almak günahtır!” diyip doğmalarında sakınca görmemesinde değil, o kovboyculuk oynamayı çok seven ağabeylerinin, ablalarının onların tazecik beyinlerine ve yüreklerine tıkıştırmaya çalıştığı nefrette aramayı öğrenen yeni yetme gençler…
Ve de tüm bu toz duman arasında tüm bu insanları gerçek halleriyle, gerçek bir acının içinde görüp o acıyı ta yüreğinde duyan; onları yıkıp dökme ihtiyaçlarını, dinmeyen nefretlerini giderme aracı olarak kullanmaya çalışan o sahte kahramanların pençelerinden kurtarmaya çabalayan o güzel yürekli adamlar… Gerçek dava adamları yani… Senin gibiler... Onların tam ortasında görmeliyim kendimi. “Davası olan bir adamı seviyorum.” demeliyim.