- 1468 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Sinan Yağmur - Tolga Akpınar Söyleşisi!
Son günlerin belki de en çok konuşulan edebiyat figürü kim derseniz şüphesiz ki karşınıza tek bir isim çıkacaktır; Sinan Yağmur. Ahi Evran-ı Veli, Aşık paşa ve Ahmed-i Gülşehri’ nin memleketi Kırşehirden çıkıp Hz.Mevlana’ nın diyarında, onun aşk’ını, yaşadığı iklimi, edebi kültürü teneffüs eden ve yazdığı kitaplarla okurlarına gerçek Âşk’ ı yaşattıran bir yazar o . Yazmış olduğu Aşkın Gözyaşları Tebrizli Şems romanı kitap satış listelerinde 2010’ un en çok satılan kitabı oldu. 2011’ de çıkan Aşkın Gözyaşları Hz.Mevlana kitabı ise daha basılmadan yüzbinlerce sipariş aldı. Bozkır iklimin Aşk yazarı Sinan Yağmur’ la Tolga Akpınar’ın yaptığı röportajı sizlerle paylaşıyoruz …
Yanlı veya yanlış yazılara doğru bilgilerle karşılık verme isteğim gençliğimde gördüğüm bir rüya iledir.
Hz. Mevlana, Şems-i Tebrizi ve genel olarak tasavvufa ilginizin kaynağı ve bu ilgiyi kitap yazacak kadar sevgiye dönüştüren nedir?
Öncelikle Şems Tebrizi ile ilgili ülkemizde genel bir hafıza tazelemesi yaptığı Aşk romanının yazarı Elif Şafak hanıma, ve Bab-ı Esrar’ı kaleme alan Ahmet Ümit bey’e teşekkür borçluyuz. Onların aracılığı ile hem okuma hızı yükseldi edebiyatımız soluk aldı, hem de Mevlana ve Şems hatırlandı. 26 yıldır Mevlana ve Şems ,ayrıca diğer aşk pirleri hakkında tasavvuf deryasında araştırma yapan bir eğitimci olarak Şems ve Mevlana hakkında yazılan kitapları beğeniyorum, ancak neticede kutsal kitap değildir yazılanlar ve yazdıklarımız. Dolayısı ile eksik, yanlış olacaktır.Yanlı olmasın yeter. Mevlana ve Şems pirlerimizi olduklarının dışında yazarak güzele şaşı baktırmak vebal işidir. Türk edebiyatı geçmişten gelen kültür mirası ile zengindir. Yanlı veya yanlış yazılara doğru bilgilerle karşılık verme isteğim gençliğimde gördüğüm bir rüya iledir. Kitabımda bu konuya ayrıntılı yer veriyorum.
İlk kitabınızı 2004 yılında yazmanıza rağmen sizce neden şimdi ülkenin gündemine geldiniz , Tennure ve Aşk, Aşkın Gözyaşları Tebrizli Şems kitabı kadar niçin ilgi görmedi sizce?
Tennure ve Ateş Hz. Mevlana hakkında verilen yanlış bilgilere bir cevap niteliğinde yazılmıştı. Kitabın Anadolu’da bir yayınevinden çıkması ve Sinan Yağmur’un duyulmamış bir isim olması Mevlana’ya dair ilk kitapta “Aşkın Gözyaşları” kadar ses getirmemesine sebep oldu.
Şems bir içmimardır. Gözlerimizi Mevlâna’nın anlayamadığımız ta içine çevirmeliyiz.
Şems-i Tebrizi ile Hz.Mevlana arasındaki aşk hakkında bir çok kitap yazıldı. Fakat maalesef bu aşkın niteliğini tasavvuf dairesinde düşünemeyenler çirkin yakıştırmalarda bulundular. Tasavvuf hakkında yeterli bilgisi olmayan birisinin bu aşkın niteliğini anlaması için ilk önce hangi kavramları bilmesi gerekir?
Bu iki erkek arasındaki dostluk, tahmin edilebileceğin aksine, kolay kurulmadı. Önce pek çok şeyin değişmesi, hatta kaybolması gerekiyordu. Sonra Şems’in de Mevlâna’nın da birbirlerini yenmeleri gerekirdi… Her ikisinin de kendilerini yenilmiş olarak görmeleri gerekiyordu; o durumda, her ikisi de başarılı sayılacaktı.
Tebrizli Şems söz konusu olduğunda, Mevlâna’nın hayatında gözümüzü oluştan çok içe yöneltmek durumundayız. Şems bir içmimardır. Gözlerimizi Mevlâna’nın anlayamadığımız ta içine çevirmeliyiz.
Mevlâna ve Şems’in gönüldaşlığını, dostluğunu günümüzdeki dostluk yaklaşımı ile değerlendirmek ve anlamak asla mümkün değildir. Çünkü günümüzün dostluk bağları menfaate endeksli, fayda merkezlidir maalesef. Hakiki dostluk ilişkileri nadirdir. Dostluk dostu ayıbıyla, kusuruyla kabul edip dostunu mükemmellik mertebesine taşımak iken, böyle bir gönüldaşlık yürek ikizliğini çağımızda yaşayabilmek neredeyse imkansız. Bu nedenledir ki Şems ve Mevlâna dostluğunu gerçek haliyle özümsemek de müşkil oluyor. Haddizatında Mevlâna ve Şems’in dostluğu yaşadıkları o dönemde de insanlarca doğru dürüst anlaşılmadı ki Şems’in yazgısı ayrılıklar üzerine örülmüştü. Bu ayrılığın ilk’i geçici, sonuncusu aşkın şehadetine yürümekti.
Değer yargılarının ters yüz olduğu, insanın özüne yabancı, sözüne itibar edilmediği bir zamanda dostluk gibi ulvi bir haslette bu yozlaşma sürecine paralel çürütülmüştür.
Mevlâna “Beni kim olduğum gibi anlayabilir ki, ben vaktin emzirdiği bir çocuktum. Konuştuğum kadar susmalı, sustuğum kadar büyümeliydim. Ne büyüdüm ne de susabildim.”
Şems: “Susmak sessiz kalmak değil dışarıya karşı sağır olmak da değil. Biz aleme gürültü için geldik. Bu gürültü kulağın değil yüreğin kıyameti olmalı. O halde kıymet bilmezlerden seni anlamalarını bekleme.“
Birçok şeyh- mürit ilişkisinde olduğu gibi, bazen şeyh, müridi taşıyamayacağı kanaatiyle müridine yol verir, bazen de mürit tatmin olamaz ve kopar. Şems’in hayatında da ikinci durum gerçekleşmiştir. Şems şeyhinden ayrılmıştır. Büyük potansiyeli O’nu şeyhinden değil, şeyhlerden koparmıştır. Buradan bize bir şey kalmaz. Mevlâna ile Şems’ in arasındaki buluşmadan da ”Makalat” diye bilinen konuşmalardan başka elimizde bir şey kalmamaktadır. Bir de Mevlâna’nın yüreğimizi yaralayan acı feryadı…
Mevlâna’ya göre insanlar arasında O’ nun dengi yoktu. Veya O bu ana dek rastlamamıştı. Kendisi değil, başkaları da görememişti. Şems diğer insanların da çaresiydi. Mevlâna Şems için; “O ruh denizinin derinliklerinden düşüncemi uyarınca, nûr’ un hayali açığa çıkmaya başladı. O göz nûruydu. Aklın berraklığı, ruhun parlaklığı, kalbin aydınlanmasıydı. Şems aklımı dinimi elimden alan evrensel bir insandı. O her türlü mutluluğun billurlaşmış şekliydi.” Bundan böyle Mevlâna Şems gibi kapılarını dışarıya kapatır. Bu kapıların kapalı olduğu dönem ”Olmayı” yaşadığı dönemdir. Bu hal, görme, duyma, ilhamın ötesinde bir haldir.
Azadelikten gizlenmiş, işin künhüne varma, ruhların ruhuna karışma, kalbin bunu çözmesi sonucunda, semalara yükselme. Bu hali yaşarken de peygamberliğin yüceliğinin farkına varma, gerçekleşir. Kim benliğinden kurtulursa bütün benlikler onun olur. Kendisine dost olmadığı için herkese dost kesilir. Nakışsız bir ayna haline gelir, değer kazanır. Çünkü bütün nakışları aksettirir. Benlikten, çevreden, eşyadan koparak gerçek benliğe ulaşmak.
Denebilir ki, Mevlâna iç yürüyüşünün şahikalarını Şems’le keşfetmiştir. Bu aşamada derin ve manalı bir yaşamaya geçmiştir. Kazanımı: yüksek ahlak, engin hoşgörü, sükun bulma. Artık tasavvufi hayatın zirvesindedir. Öz benliğinde kendini bulmuş, olgun bir ruhla yüce sevgili ile buluşmuştur. İnsana bağışlanan olma ve bulma sınırlarının hadlerini zorlamaktadır. Dışarıdakiler bu halin ipuçları ile yetinecektir.
2004 yılında “Tennure ve Aşk” , 2010 yılında “Aşkın Gözyaşları Tebrizli Şems “ve son olarak 2011 yılında “Aşkın Gözyaşları II Hz. Mevlana” adlı eseriniz yayınlandı. “Aşkın Gözyaşları II Hz. Mevlana” adlı kitabınızdan da “Aşkın Gözyaşları Tebrizli Şems “ adlı kitabınızın gördüğü ilgiyi bekliyor musunuz?
Aşkın Gözyaşları Tebrizli Şems kitabını ben yazmak vebali hissettiğim için yazdım, ikinci baskı olabileceğini bile tahmin etmiyordum. 230 baskıya ulaşması ALLAH’ ın izni, Hz. Pirlerin himmeti ve okuyucuların aşk dolu yürekleri ile olmuştur. Aşkın Gözyaşları-2 Hz.Mevlana içinde aynı talebin olup olmayacağını ALLAH bilir.
Aşkın Gözyaşları Tebrizli Şems 8 dile çeviriliyor!
Bu eserleriniz yabancı dillere çevrilecek mi, böyle bir çalışma var mı şu an? Ve bu eserlerinizin devamı gelecek mi, gelecekse bir sonraki eserinizin konusu ne olacak?
Aşkın Gözyaşları Tebrizli Şems, Türkiye ve yurtdışında büyük rağbet gördü ve çeviri talepleri alındı, bu yüzden 8 dilde çeviri çalışmaları yapılıyor. Eğer ikinci kitap Aşkın Gözyaşları Hz. Mevlana için de böyle bir talep gelirse çeviri çalışmaları yaparız inşallah.Aşkın Gözyaşları serisi devam edecek Daha üç kitap var; Aşkın Gözyaşları-Kimya Hatun,Aşkın Gözyaşları-Sultan Veled, Aşkın Gözyaşları-Seyyid Burhaneddin.
Bazı yapımcıların eserlerinizi sinemaya uyarlamak için çalışma başlattıklarını öğrendik. Bu konuda bilgi verir misiniz?
Berlin film festivali için Aşkın Gözyaşları Tebrizli Şems’ten alıntı yaparak bir kısa film çektiler. Bu konuda başka projelerde var, zamanı gelince açıklanacak.
Bu eserleri yazmak için Hz. Mevlana’nın doğduğu ve Anadolu’ya gelirken uğradığı tüm duraklara uğradığınızı söylediniz bir röportajınızda, bu azminiz olmasaydı bu kitabı yazamaz mıydınız? Nereleri gezdiniz, ilgi çeken anınız var mı gittiğiniz duraklarda?
Evet, Belh’ ten Konya’ya kadar Hz. Mevlana’ nın yol haritasını takip ettim. Gitmediğim iki yer kaldı Mekke ve Medine, nasip olmadı. Bu Bahar’da umre ziyareti ile oraları da görmeyi planlıyorum kısmet olursa.
Aşkın Gözyaşları Hz. Mevlana kitabımın son bölümünü Hz.Mevlana’ nın doğduğu odada yazdım!
Sanırım bu gezinizde başınıza tatsız bir olay da geldi Mezar-ı Şerifte?
Aşkın Gözyaşları Hz. Mevlana kitabımın son bölümünü Mevlana’nın doğduğu oda’da yazıp ülkemize dönerken Mezarı Şerif’te Taliban’ın çevirmesine yakalandık. Rehberim şoförüm ve ben sorguya alındık. Sorguda Türk olduğumu, yazar olduğumu ve burada bulunmamın sebebinin Hz. Mevlana’nın hayatını yazmak olduğunu açıkladığımda serbest kaldık. Ardından Mevlana’nın Belh ’ten Konya’ya kadar gelişindeki şehirlere uğradım ve kütüphaneler, fakültelerde kitapları inceledim.
Seyyid Burhaneddin, Ahi Evran ve Aşıkpaşa hicret ehlindendir.
Siz Kırşehirlisiniz. Aşıkpaşa, Ahmed-i Gülşehri, Ahi Evran-ı Veli ve bir çok önemli insanın yetiştiği topraklardansınız. Özellikle Aşıkpaşa’nın Garibnamesi, Ahmed-i Gülşehri’ nin Ferîdüddîn-i Attâr’dan esinlenerek yazdığı Mantık et – Tayr’ ının Hz. Mevlana’nın Mesnevi’sinden de etkilenilerek yazıldığı düşünceleri var. Kırşehir’den çıkan mutasavvıfların Mevlana ilgisi ile sizin bir Kırşehirli olarak Mevlana ilginizi ele alacak olursak, Kırşehir manevi ikliminin eserlerinizdeki etkisini açıklar mısınız?
Anadolunun İslamlaşması, Horasan ekolünün etkisi, daha doğrusu hicreti ile olmuştur ve bunda öncü Ahmet Yesevi’dir. Seyyid Burhaneddin, Ahi Evran ve Aşıkpaşa ‘da bu hicret ehlindendir. Anadolu tasavvuf ile münbit yani bereketli hale gelmiştir ve her mutasavvıf ayrı ayrı illerde bu dokuyu yerleştirmeye geliştirmeye gayret etmiştir. Bu güzel hizmetin yaygın olduğu bölge Kapadokya coğrafyasıdır. Konya, Kayseri, Aksaray, Nevşehir, Karaman ve Kırşehir. Tabiî ki de Kırşehir’imizdeki hak erenlerinin himmetli gayretleri de bu emekte katkı sahipleridir. Erenlerin birbirini etkilemesi ya da etkilenmeleri doğaldır, bilgi alışverişi, eserlerine katkı sağlamak, tasavvufun paylaşım ve dayanışma düsturlarındandır.
Hz. Mevlana’nın yazdığı eserler hariç diğer büyük mutasavvıfların yazmış oldukları mesneviler ile ilgili yeterli çeviri çalışmalarının olmaması’ nın ve söz gelimi Ahmed- i Gülşehri, Aşıkpaşa, Seyyid Burhaneddin, Ahi Evran-ı Veli ve Şeyh Galip gibi uluların Hz. Mevlana kadar tanınmamalarının nedeni sizce nedir?
Mevlana mana deryasıdır.İnsanları sevgiye ve hoşgörüye davet ettiği için insanlar akın akın ona gitmişlerdi, yaşadığı dönemlerde de herkese dergahının kapısını açık tuttuğu için dervişi en çok olan mürşid idi.
Madem ki arıyor insan, o halde bulmaya değer olanın peşine-ardına takılmalı. Mevlâna bu koşuda bize ışık olabilir.
Tasavvuf’a yeni başlayacak olanlar için tavsiyeleriniz var mı? Arayış içerisinde olan bir insan sizce hangi aşamaları izlemeli?
Baktığımız ayna Mevlana aynası ise problem çözülecektir. Terbiye kendiliğinden gelir. Nasıl mı? İnsanların bu çağda asıl ardına düştüğü bilgidir. İnsanlar ülkeden ülkeye, toplumdan topluma değişse de, bilginin değerini bilmektedir. Teknolojiyi bunun için seferber ettiği gibi, kurumlaştırdığı eğitime ciddi kaynaklar ayırmaktadır. Her köşede bilgi kovalamaktadır. Basın-yayından, okullardan, bilgisayara ulaşan ciddi bir eğitim ağı bulunmaktadır. Bu böyledir de, insan bu harcamalarına ve çabasına rağmen eğitimden umulanı alabilmekte midir? Eğitim doğruyu bulmasına veya duygu dünyasına ne kadar cevap verebilmektedir? Çağın insanının en büyük boşluğu buradadır. Bilgi doğruları bulmamıza yardımcı olmaktadır. Ancak doğrulardan mutluluğu çıkarmasını başarabilmekte miyiz? Sıkıntı buradan gelmektedir. Buna evet dememiz de mümkün gözükmemektedir. Bilgi, insanın duygu dünyasını fethetmekten çok uzaktır. İnsanın mutluluğu ise, özde duygulardan haz almaya daha yakındır. Mutluluk varsıllıktan çok duygusallıktır. Duygusallık manevilik. Mevlâna bu duygusallık durumunu aşkla karşılamaktadır. Mevlâna aşkı hayatının ve varlığının mihveri yapmıştır. Varlığın birliğinde, düşüncesinde, hayal dünyasında hep aşk vardır. Aşk bir tür hayatın kendisidir. “Anamız aşk, babamız aşk, aşktan doğduk biz; aşklar arındıkça ilahi aşka çıkar” diyen Mevlâna’nın çağrısı belki hepimizin hedefi olmalı, belki dünyadaki eksiğimiz aşksızlıktır. Üstün idrak hepimizin problemi belki, üstün idrake varmanın da yolu bu. En azından sevmesini bilenlerin iddiası bu. Neden olmasın? Hakkaniyete ulaşmanın yolu da buradan geçer. Nefsinin ardına düşen insan yöneldiği oranda doğrulardan ve sevgiden uzaklaşmaktadır. Zararlı ve marazlı bir hale gelmektedir, büyük yanlışlar yapmaktadır. İnançta, imanda hepimizin ruhunun darmadağınık olmadığını kim söyleyebilir? Hepimiz marazlı tipleriz ve doğru bakamamaktayız. Doğru bakabilsek, dünya bu emniyetsizlik ve güvensizlik sarmalına düşer, medeniyetler çatışması üretir miydi? İnsanlığın ruhunu tam kavrayacak ve kuşatacak durumlara ihtiyacı var, bunu nereden mi anlıyoruz? Ne adına bir örgüt kurarsanız kurun, ardını-önünü düşünmeden yığınlarca insanı yanınızda bulmanız mümkün. Bu insanlığın ciddi bir arayış içinde olduğuna işarettir. Madem ki arıyor insan, o halde bulmaya değer olanın peşine-ardına takılmalı. Mevlâna bu koşuda bize ışık olabilir. Yeniden dünyaya ve varlığa aşkla bakabilmek.
Aşk;taşlandığın taşı yerden alıp, avucunda tutup, okşayıp gülleştirip sana taş atana gül sunabilmektir.
Kitabınızda geçen “aşkı bilmeden bir kelimeye dokunabilir mi insan?” cümlesi çeşitli edebiyat sitelerinde konuşulan, tartışılan bir cümle oldu. Sinan Yağmur’ a göre aşk nedir desem?
Aşk, yaşanmadan konuşulmaz. Aşk’ı konuşanlar aşkı yaşayanları anlamaya en uzak olanlardır. Aşk’ı bilmeden dokunduğunuz her şey ateştir, acıtır, yakar. Aşk’ı zikretmek için,söz dudağa gelmeden önce cemre gibi yüreğe düşmelidir. Bakışınız, konuşmanız ,yazınız aşk kokmaz şayet bilmeden dokunuluyorsa. Aşk ne o vakit? Ah çekmede dahi aşk tüten harfler aşkı anlatmakta acizdir, acuzedir. Saatlerce, sayfalarca da edebiyatını yapsanız, kulağa hoş terennümler de söyleseniz ”ben”likten ,”Bir”liğe” geçirmediğiniz an aşktan habersizsiniz demektir. O nedenle Hz. Pir:”Aşkı mı öğrenmek dilersin? Ben ol da bil.”derken ”Bir” ol da gel demektedir. Aşk ne çektiyse aşkı bilmeyenlerin dilinden çekti. O nedenle aşk denilince sevginin cılız boyutunu,tutkuyu, beğeniyi, özentiyi aşk sandılar. Aşktan ağızlarının yandıklarını sandılar ve aşkı öcüleştirdiler. Oysa aşk benlikten çıkanların, enaniyete köle olmayan özgürlerin harcıdır.
Aşk;taşlandığın taşı yerden alıp, avucunda tutup, okşayıp gülleştirip sana taş atana gül sunabilmektir. Aşık olmaya değil aşk “ol” maya bakmamız lazım. O, “ol” deyince olur.Aşk “ol”maktır. Aşkın yazısını yazanlar kendi yazgılarına ermeden nasıl dokunabiliyorlar kelimelere. Yüreğinizden geçmeyen kelimelere parmağınızla dokunursanız cehennemi tutuşturmaya başlamışsınız demektir.
Kimdir Sinan Yağmur?
1965 Kırşehir’de doğumlu olan yazar, İlk ve orta öğrenimini Kırşehir’de tamamladıktan sonra 1990 yılında Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesinden mezun oldu. Mezun olduğu sene 1990’ da “Kelâm ve İslâm Felsefesi Ana Bilim Dalı” nda yüksek lisansa başladı. Yazarın 24 adet yayınlanmış eseri bulunuyor;
Benim Annem Bir Melek, Kaf Dağından Masallar, Mesneviden Seçme Hikayeler, Karagöz ve Hacivat Dede Korkut Hikayeleri, Öğretmence Sevebilmek İnsanı, Hz.Mevlâna Tennure ve Ateş, Bilmezsiniz Ama Babalar da Ağlar, Barış Peygamberi, Mesneviden İnciler, Cennetin Gülü, Esma-i Hüsna,40 Hadis, Esma-i Hüsna ve Hadis-i Kutsiler, Ölülerden Özür Beklenmez, Sevda Şelalesi, Arkadaşım Hayvanlar, Minik Kalplere Dini Hikayeler, Aşkın Gözyaşları Tebrizli Şems, Aşkın Gözyaşları Hz. Mevlana…
Röportaj: Tolga Akpınar
Kaynak: tolgaakpinar.wordpress.com/2012/01/14/sinan-yagmur-tolga-akpinar-roportaji/#more-25
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.