- 767 Okunma
- 6 Yorum
- 0 Beğeni
SOKAK BİLGELERİ
Sizce insanlar sokakta yaşananları, zamanlarının uzun bölümü hatta tamamı sokakta geçen insanların yaşadıkları gibi o rengarenk gizemiyle ve sokağın hakkını vererek yaşayabilirler mi “o sokak senin bu sokak benim” diyerek dolaşmış olsalar bile..Ne dersiniz?
Aslında “sokak” demek ne kadar doğru olur bilmiyorum.
Zira o eski sokaklara, kaldırımlara rastlamak..
O nemli havasını solumak..
Paket taşların arasından boy atan otlara bakıp doğanın mucizesini görebilmek..
Ve her ayak izinin ardında bıraktığı volümsüz sesleri işitebilmek ise ayrı bir bilgelik, ustalık ve çokça yaşanmışlık gerektirmez mi sizce de?
Belki de dünyanın en yoğun inşaat sektörüne sahip ülkede cadde ve sokaklarda kullanılan döşeme malzemeleri de bildiğimiz türden değil artık.
Son zamanlarda neredeyse her adım başında rastladığımız yerli ve yabancı bir çok ülkenin değişik müzik ve enstrümanlarından oluşan sokak çalgıcıları ilgimi çekse de, görme özürlü müzik toplulukları ilgi odağım olmuştur daha çok.
Dinlemeyeli sanki asırlar geçmiş gibi gelen ne şarkılar..
Notası unutulmuş hissi veren nefis eserler..
Onlardan dinliyorum bütün bunları ben sokaklarda bir yerlere ilişerek..
Üç parça sazla sokak dile geliyor nağme nağme, onlarca parça sazların anlamsız gürültüsüne inat.
Sokak konserlerini bitirip toparlanırlarken laflıyoruz ayak üstü. Hepsi geçmişten sokağa saçılmış birer sarı tarih yaprağı sanki. Dinlemeye doyamıyorum seslerini-sazlarını. İnanamıyorum anlattıkları ele geçmez anılarına..
***
Bir başka şenlenmiş çiçekçilerin önlerindeki küçük çiçek seraları İlkbaharın bu ilk günlerinde. Lale, sümbül, nergis, şebboy ve çocukluğumda çok yakından bilip tanıdığım daha birçok çiçek büyüleyici görüntüleriyle şakıyorlar “beni seç! beni seç!” der gibi.
Çoğunun isimleri bildiğim isimler değil. İnsanların kendi kendilerine bile yabancılaştığı günümüzde onlar da yabancı isimler almışlar anlaşılır olabilmek için zahir. Kokuları da uçup gitmiş zamanın acımasız yapaylığına karışarak.
Kokuların insan yaşamındaki yerinin tartışılmayacak kadar önemli olduğunu bilmeyenimiz yoktur. Her Kokunun herkes için farklı şeyler çağrıştırdığını da.
KOKU insanoğlunun uyumayan tek duyusu imiş. Bazı kokuların sevilip sevilmemesi ilk duyulduğu anla anlamlandırılmasıyla alakalı oluyormuş.
Doğanın olanca coşkusuyla kış uykusundan uyandığı. Gönül yaylarının gevşeyip, uçarı duyguların daldan dala konduğu tatlı ve hınzır bir mevsim sayılan İlkbahar mevsiminin en fazla rağbet gören çiçeği hiç kuşku yok ki Papatyalar…
Onlar İlkbaharın en güzel, en saf ve en doğal müjdecisi. Ve her zaman için benim tek gözdem.
“Papatya gibisin beyaz ve ince/içim açılıyor seni görünce” diye selamlıyorum her ilkbahar mevsiminde onlara ben..
***
Sahil şeridine inen asırlık basamakların bitimindeki incir ağacının altında üç kadın. Yere yaydıkları gazete kağıdının üzerindekileri atıştırıyorlar sessizce. Üçünün de yanı başlarında içleri yalnızca Papatyalarla dolu sepetler..
“Afiyet olsun. Oh, ne mutlu size. Hava güzel mi güzel. Siz ondan da güzel. Başınızda incir ağacının bereketli gölgesi. Arkanızda deniz. Bundan daha büyük mutluluk ve güzellik olur mu? Hem de hepsi bedava!..
En başta yapmak istediğim işi sonunda yapacağım galiba. Hem bu işin yaşı-başı eğitimi yok. Birkaç gün size takılırsam bu iş tamam sayılır. Taktım mı çiçek sepetini koluma girer işler yoluna. Ekmeğinizi elinizden bile alabilirim, ona göre. Geçliğim buralarda geçti sayılır. Genç kızlık zamanımda kırmızı gül uzatırlardı. Sonrasında her türden çiçek. Hitap şekilleri bile başkaydı. “Küçük hanım!” “Güzel bayan!” “Kraliçe!” “Kırmızı dudaklı bayan!” Hanidir yüzüme bakan yok artık. Gördünüz değil mi? Yemeğinizden bile alıkoydum sizi. Ah benim şu düşmeyesi çenem!..
“Yok teyze, sevdik konuşmanı” dedi içlerinden biri.
“Dinleyeceğiz tabii, ne de olsa bizden büyüksün” dedi bir diğeri.
“Yerim kız ben sizi! Sizin bu söylediklerinizi okul-öğrenim görmüş kaç genç söyler acaba? Bir kaç sene önce daracık bir kaldırımda, dünyanın yalnızca kendileri için döndüğünü sanan üç genç kız güle oynaya yürüyordu. Ben de karşıdan yürüyorum. Kızlar kenara çekilmeden geçmem imkansız. Kızım dedim, azıcık toparlanın da ben de yoluma devam edeyim. Caddeye adımımı atsam arabalar ayağımın üstünden geçecek yoksa.”
“Aman teyze, yaşamışsın yaşayacağın kadar ölsen ne olur!” demezler mi!
“Bu kızlar evlenecek. Ana olup çocuk büyütecek ha!” dedi birisi, başını görmüş geçirmiş bir bilgelikle iki yana sallarken..
“Sen de diyemedin mi, sana bu terbiyeyi veren anan ölsün diye!” dedi öteki, üzüm üzüm gözlerinde öfke kıvılcımları çakarken..
***
El arabası tıklım tıklım kitap dolu sokak eskicisi sahil şeridinin kayalıkları dibinden yürüyor ağır ağır. Yanına yaklaşıyorum.
“Ne o eskici! Yalnız kitap mı alıyorsun?”
“Öyle…”
“Sahilde ne işin var?”
“Satış yapıyorum”
“Kime?”
“Oturanlara”
“Alan oluyor mu peki?”
“Olmaz olur mu? Millet okumaktan filozof kesildi!”
“Doğru.Kitap okuma oranı çok yükseldi.”
“Orası öyle de…
İnsanlık oranı çok düştü!"
Kitaplara göz atıyorum..
İçlerinde öyleleri var ki sahaflarda bulunması bile zor gibi.
Şaşırıyorum..
“Bunları para ödeyerek mi alıyorsunuz, yoksa bunları evde kalabalık yapmasınlar düşüncesiyle verenler de oluyor mu?
“İkisinden de var. Ama daha çok satan var. Bu semtte mi oturuyorsunuz bilmem ama, belli etmeseler de buranın insanı çok muhtaç durumda. Çoğu gün görmüş geçirmiş kültürlü bilgili insanlar. Şimdi üç kuruşluk emekli maaşıyla geçinmeye çalışıyorlar. Bunları utana sıkıla satıp, günlük gazetelerini alıyorlar!”
***
Kadıköy’ün ara sokaklarının birinin üstünde yer alan ünlü bir marketin önünden yürüyorum.
Yan duvarının dibinde üç çocuk. Tırnakları bile belli olmayan simsiyah ellerinin birinde meyve suyu kutuları, diğerinde bisküvi paketleri..
Gülümseyerek yaklaşıyorum..
“Dinlenme molası veriyorsunuz anlaşılan” diyorum.
İkisi yarım yamalak bakıyor yüzüme, biri yere çivileme diktiği sert bakışlarının istifini bozmuyor. Kararlıyım konuşturmaya..
“Biliyor musunuz, bazen kıskanıyorum sizleri..”
“Bizi he?’” diyor biri.
“Evet sizi!”
“Niye ki?”
“Sabahtan akşama kadar dolaşıp duruyorsunuz sokak sokak özgürce..”
“Bunun neyini kıskanıyorsun? Şu ellerimize bak hele! Sen bu işe beş dakika dayanamazsın teyze!”
“Bedenim dayanamaz belki ama, ruhum bu işe bayılır! İşinizin patronu da sizsiniz işçisi de bildiğim kadarıyla..”
“Sen nerelisin teyze?”
“İşte! hiç sevmediğim bir soru!”
“Niye sevmiyorsun? İnsanın kökenini söylemesi kötü bir şey mi?”
“Değil tabii..Ama benimki pek belli değil! Ben dünyalıyım aslında!”
“Hepimiz dünyalıyız ona bakarsan” diye araya giriyor öteki.
“Peki siz nerelisiniz aslen?” diyorum topu ayağıma geçirerek!
“Adana, Yumurtalık..”
“Ayy! Yılmaz Güney’yi hatırladım birden..”
“Sever miydin onu?”
“Hem de çok. Onun gibi usta bir sinemacı ve ipek yürekli birini tanımadım hiç..Yakın komşuyduk.. ”
O ana kadar gözlerini yere çivileyen genç çocuk bu kez gözlerime çiviledi gözlerini..
Baktı..baktı..
Ortaya konuşur gibi, Kürtçe olduğunu tahmin ettiğim bir dilde bir şeyler söyledi..
“Bu arkadaşınız beni hiç sevmedi galiba..”
“O çok konuşmaz. Ama seni sevdi..”
“Ne dedi, söyleyin Allah aşkına!”
“İyi bir kadına benziyor. Ona da verin yediklerimizden, dedi.”
“Sizden bir şey istesem yaparmısınız?”
“Bu bizden ne istediğin şeye bağlı..”
“Şu çöp arabanız var ya, işte onu bir güzel yıkayıp, etrafına da geniş delikler açıp beni sokak sokak gezdirmenizi istiyorum!”
“Sizin arabanız yok mu?” dedi güzel bir Türkçeyle bu kez..
“Ne gezer…”
“Yaparız teyze. Gezdiririz. Sokaklar sana kurban olsun teyze!”
***
Çarşıyı dolanıp eve doğru yürüyorum. İlköğretim okulunun duvarının dibini yıllardır kendisine mesken tutan dilenci sesleniyor yanından geçerken bana:
“Allah rızası için ablam!”
“Bana bak! Sen yine mi çocuk yaptın?”
“Bu son abla. Bağlattım artık.”
“Neyi bağlattın?”
“Kordonlarımı!”
“Ben seni tanıdığımda 11-12 yaşlarında dünyalar güzeli bir çocuktun. Daha sonra evlendin. Arkasından sıraladın çocukları. Bak ne hale geldin. Yaşından çok büyük gösteriyorsun. Her mevsim aynı yerde oturur açarsın avuçlarını. Yetmedi mi daha?”
“Hastayım abla…”
Arkamda beliren kelli felli bir adam:
“Bu kaçıncı çocuk kız?”
“Sana ne! Ekmeğini sen mi veriyorsun?” diye azarlıyor adamı..
İri yemyeşil gözleri ferini yitirmiş. Büklüm büklüm sapsarı saçları kırlaşmış olan benim sokak dilencim…
YORUMLAR
Yaşanmışlıkların anlatımı da bir başka güzel oluyor galiba Tülin Hanım...
Bahsettiğiniz konuların tamamına katıldığımı ifade etmek isterim.Gerçekleri yazan usta ve dobra kaleme saygılarımla...
TÜLİN ÖZTUNÇ
Esenlikler dilerim.
TÜLİN ÖZTUNÇ
Sağlık ve iyilikler dileklerimle...
AYSE 09
canım senin ses işin ne oldu
aradınmı hasanı
sana yardımcı olacaktı
ağma müzik toplulukları, nasıl bir şeymiş diye arama yaptırırken, ağmanın ne olduğunu bulamadım, ama bir link yakaladım ki, arayıp da bulamadığım "türküler"in hepsi orada karşıma çıktı, o nedenle minnetimi iletiyorum... Kitap alıcısı, kitaplarımı götürüp satarak harçlık ettiğim kötü günlerimi anımsattı, ucuz ucuz ne kitaplarım gitti, laf aramızda üç tane üniversiteli, bir de gıcıklık eder gibi biri bile yurtta kalmıyor, evci; gel de para yetir iki güdük memur maaşıyla, hani borç filan olmasa yetirirsin de borçtan popomuzu kurtarabilmişliğimiz de yok...Şimdi çocuklar adam oldu da, sağolsunlar herhangi, bir sıkıntı bırakmadılar..
Benim sokak dilencim, benim sokak çocuklarım ve Yılmaz.Güney'im, benim kitap al-satçım, benim bohçacım ve KOSKOCA YÜREĞİYLE BENİM SAYGIDEĞER YAZARIM...HARİKA BİR YAZIYDI, YEMİN EDERİM,(bir de şu makaleye kaydetme inadını bıraksanız) BUGÜNKÜ ON PUANIMI da VERİRDİM, FAKAT PUANLAMA BUTONUNU DA KALDIRMIŞLAR... YAZIYI 23:15 GİBİ KAYDETMENİZİN GEREKÇESİNİ ÇOK MERAK ETTİM... 00:00'DAN SONRA KAYDETSEYDİNİZ DE SEÇLİ KURULUNA DEĞERLENDİRME YAPMAK İÇİN BİR ZAMAN TANISAYDINIZ, SANIRIM KIRMIZI KURDELEYİ BUGÜN, BU YAZI TAKARDI... Siz sanatçılar, illa da marjinal olmak zorunda mısınız, bilmem ki...::))) SAYGILAR
.
kemnur tarafından 3/15/2012 4:19:46 AM zamanında düzenlenmiştir.
TÜLİN ÖZTUNÇ
Güzellikler içinde olun ailece...
TÜLİN ÖZTUNÇ
TÜLİN ÖZTUNÇ
Başarılı bi yazı olmuş.Sokak hayatının içinden çıkmış biri olarak, kaybolan şarkıalrın tadını ii bilirim...
TÜLİN ÖZTUNÇ
Sevgiler.
Çok güzel bir çalışma. Okuduğuma sevindim. Anlatımı, sadeliği, konusu başarılı ve etkileyici.
Yalnız sayfanın sonunda gereksiz bir boşluk olmuş. Düzeltirseniz uzun yazıdan korkan arkadaşlarımızı kaçırmamış oluruz:))
Sevgiler ve başılar.
TÜLİN ÖZTUNÇ
Esenlikler dilerim.