- 578 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
İsli Demlik-15-
Seramik fabrikası ve marangozhaneyi ziyaretim orada çalışanlara epey moral olmuştu. Sohbet esnasında bizim köylülerden bir genç cesaret ederek konuşmaya başladı;
"Efendim! İzniniz olursa bir arzuhalim var"
"Buyur, kızanım!"
"Efendim, dün bir ara İzzet paşa buraya teşrif ettiler!" dedi.
”Ya öyle mi, ne için gelmiş bir şey söyledi mi?"
“Sizin geldiğiniz saatlerde geldi.Üretim hakkında bilgi aldı.Sonra marangozhaneye geçtiler."dedi.
"Hımm,anlaşıldı" dedim.Moralim bozulmuştu.Bu hayra alamet değildi.Bu adam durup dururken böyle yerlere gelmez.Acep neden ki?...İçimde fırtınalar kopuyordu.Etrafa belli etmeden;
"Tabi ki, gelir,gezer koskocaman mabeyin katibi" diyerek ortamı yumuşattım.Sarayın bahçesinden hızlı adımlarla yürümeye başladım.Tam cümle kapıdan içeri girecektim ki;
"Selim Sabri Efendi, bakar mısınız?"
Sesin geldiği yöne baktığımda Arap İzzet Paşa ve Ragıp Paşa ayaküstü dikilmektelerdi.Sohbet esnasında beni görüp seslendiler belli ki diye düşündüm.
Onlara doğru ilerledim, elimi uzatarak ikisiyle de tokalaştım.Ragıp Paşa sakalını ovuşturarak;
"Muhterem! Ne kadar takdire şayan eserler meydana getiriyorsunuz?Sizi tebrik ederim." dedi.
Bu ifadenin iltifat mı,alay mı olduğunu pek kestiremedim.Her ikisini de pek sevmezdim ama yine de temkinli olmam gerekir…Biraz daha konuşmalarına izin vermeliydim.Sonra Arap İzzet Paşa söze karıştı.O da kıvırcık sakallarını sıvazlayarak söze başladı.
"Muhterem, yeni yaptırdığım köşke ait kapı, pencere, konsol ve teras aksamlarına bir el atar sanız bahtiyar olacağım. Hatta dün evveli görevinize ki münbit(verimli) yerlerinizi ziyaret ettim. Gerçekten gözlerime inanamadım.Böylesi hünerli insanların, emek harcayarak yapacağı ameliye pek kavi durur diye düşündüm.Bu yüzden mir’imle buluşup durumu sizinle de hemhal edelim dedik"
Son derece kendilerinden emin olarak konuşuyorlardı. Lakin, ağır konuşmanın nereye varacağını kestirmiştim.Bu iki Paşa bozuntusunun daha fazla lakırdı yapmasını göze alamazdım.Kendimi toparlayıp sinirlendiğimi belli etmeden sözlerime başladım;
"Görürüm ki, kıçlarınızdan arta kalan bitlerin doluştuğu sakallarınızı kaşırken,midenize biriktirdiğiniz saray artıklarını uygun yerinizden değil de artık ağzınızdan dışarı atar olmuşsunuz" Kıpkırmızı olan yüzleriyle biraz toparlanır gibi oldular.Sonra Ragıp Paşa elini havaya kaldırarak;
"Bre densiz! Sen ne konuştuğunun farkında mısın? Koskoca Mabeyin Baş katibine edilecek lakırdı mıdır bu? Sen ne demek istersin? Kaç kuruşluk adamsın sen?"
Kolunu havada yakalamıştım. Birbirimize sert bir şekilde bakıyorduk.Sözü biter bitmez konuşmaya başladım.
"Sizin yediğiniz herzeleri bilmeyen yoktur. Efendimizin iyilikseverliğini ve dahi soyunuza verdiği önemi hiçe sayarak debdebe içinde yaşamanızı anladık. Lakin,yüzüne ayrı arkasından ayrı çevirdiğiniz oyunları bilmeyen yoktur. Saray adına hiç bir şey yapmadığınız gibi burada canla başla çalışanları da aşağılar olmuşsunuz...Buradan aldığınız yemleri yiyip, yumurtaları ecnebilerin tarların da yumurtlarsınız bilmez miyiz?Ama sizlerin şaşaalı günlerinin sonu geldi artık!"
Sözümü bitirir bitirmez, havada tuttuğum elini hışımla aşağı bıraktım. İyice küplere binen Paşalar, arkalarına bakmadan gittiler. Son sürat makam odama geçtim.Bir iki dakika masamda oturdum ama yerim de duramıyordum.Bu konuyu bir an önce paylaşmam lazımdı.Derhal ayağa kalkıp,Burhanettin Efendimizin odasına girme karar verdim. Bedenim sinirden tirtir titriyordu.Kendimi toparlayıp kapıyı tıkladım.
“Buyrun”
"Essalamun aleyküm Şehzadem" diyerek kendilerini tazimle selamladım.
Elinde ki gazetesini sehpanın üzerine koydu. Kahvesini yudumladıktan sonra mukabele etti;
"Ve aleykümselam Selim Sabri, geç bakalım."dedi.
Bana dikkatlice bakınca konuşmasına kaldığı yerden devam etti;
"Yüzün kıpkırmızı ve elin ayağında titriyor.Hayırdır!Önemli bir şey mi var?” dedi.
Olanları bir bir anlattım.
Kafasını öne arkaya salladı;
“Bak! Kızanım, şimdilik bu olayı unutalım tamam mı?” dedi.
Bayağı bir bozulmuştum ama yapacakta başka bir şey yoktu.Ellerini şaklatarak hizmetçisine bir adet kahve getirmesini emir buyurdu.Sonra iki elini ovuşturarak konuşmaya başladı;
“O iki servet düşkünü adamı boş ver,onlardan daha önemli bir konumuz var.Devlet’i Ali Osman’i hizmet bekler bizden.Dün akşam, Hünkarımız,Zeki Paşa ve ben bir karar aldık. Biliyorsun, Fransız İhtilali sonrası ortalık cadı kazanı gibi kaynar durur.Memleketimizin garbı(batısı) ve şarkı (doğusu) da yavaş yavaş kaynamaya başladı.Halklar kendi özgürlükleri için mücadeleye başlamışlar bile. Rumeli yakasında ki gayri müslim ulusçuluk hareketleri yetmezmiş gibi bir de o bölgede ki müslümanlar da ayrılıkçılık hareketine katılmışlar. Bu ulusçuluk hareketleri kısa süre içinde Hicaz (Arap yarımadası) ve Mısır vilayetlerini de sıçramış.Mısır ve Hicaz’daki müslümanların başlattıkları ayrılıkçılık hareketinin etkisi epey şiddetli olmuş.Saraya isyan ederlermiş.Bunun yanısıra İngiliz, Rus ve Ermeni komitacılarının kışkırtmaları sonucu "Şark ve Serhad İlleri"nde de ayaklanma başgöstermiş.Arnavut ve Makedon ayrılıkçıların başlattıkları ulusçuluk hareketi, daha sonra bölgede bulunan batı tarzı eğitim almış "mektepli subay"ları da etkisi altına almışlar bir de grup kurmuşlar adına Jöntürk Hareketi’ diyorlarmış…”
Biraz önce ki olayı büsbütün unutmuştum.Sonrasında şaşkınlığımı gizleyemeden ;
“Efendim siz ne buyurursunuz böyle?” dedim.
“Ya! Selim Sabri Efendi,biz nelerle uğraşıyoruz, el alem neler yapıyor?Derhal bunun önüne geçmek ,halklarımızı birlikte tutacak işler yapmamız lazım.”
"Peki Efendimiz! Nedir planınız?"
"Hünkarımız şarkta ve garpta Hamidiye alayları adı altında düzenli birlikler kurma kararı aldı.İbrahim Paşa,Kerim Paşa ve sen bu görev için adledildiniz"
Devamı Var
YORUMLAR
Sevgili Selim.
Bu günkü Türkiye sınırlarını göz önüne aldığımızda bildiğim kadarıyla garpta, yani batıda Hamidiye alayları kurulmadı. Padişahın böyle bir düşüncesi olsa bile btıda böyle bnir teşkilatlanmaya gidilmediği yolunda benim bilgilerim. Zaten bu günkü sınırlarımız dışında Hicaz ve Trablusgarpta ( Libya ) görülmüş Hamidiye Alayları. Ama Doğuda var. Hatta zaman içerisinde sayıları 65 i bulmuş bu alayların.
Amaçlarını sanırım gelecek bölümlerde daha geniş ele alacaksın. Kısaca iki amacı var: 1- Ermeni ayaklanmalarının önüne geçmek 2- Doğudaki ve üzerlerinde çeşitli oyunlar oynan kürt aşiretlerini kontrol altında tutarken aynı zamanda onlardan bu isyanların bastırılması, bölgede huzur ve sükunun sağlanması yolunda faydalanmak.
Neyse...Konu senin...Sen anlatacaksın artık bize bu Hamidiye Alaylarını.
Şu ana kadar çok güzel ilerledin. Bundan sonra da aynı başarıyı bekliyor selam ve sevgilerimi gönderiyorum. Allah'a emanet ol.
Selim Sabri efendi oluyor paşa...Yazı da gitgide konuları genişletiyor. Hayırlısı. Ben, niye yalan söyleyeyim, marangozhanede geçecek, oradan gözlemlerle memleketten, saraydan ve aşklardan bahsedilecek bir yazı umuyordum...Zihni veren Allah, kolaylığı da erir; kolay gelsin ustam... Ben naçizane şu "ULUSCULUK" tabirine takıldım azıcık; Burhanettin efewndinin gözüde ulusçuluk etnik ayrılıkla aynı tutulmuş; oysa ki tam tersi ULUSÇULUK, ETNİK KÖKENİ NE OLURSA OLSUN, MÜŞTEREK GEÇMİŞ VE YAPI İÇERİSİNDE, ORTAK DİL, DİN, KÜLTÜR, EKONOMİK YAPI, V.B. ÜSTÜNDE ETNİK AYRILIKLARI BERTARAF EDEREK BİR MİLLET OLMA ÜLKÜSÜDÜR...(ATATÜRK'ÜN 'NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE' ÇAĞRISI GİBİ) ...SAYGILAR
AYRILIK HİSSİ NASIL GİRDİ SİZİN BEYNİNİZE?
Müslümanlık sizi gayet sıkı, gayet sağlam,
Bağlamak lazım iken, anlamadım, anlıyamam,
Ayrılık hissi nasıl girdi sizin beyninize?
Fikr-i kavmiyeti şeytan mı sokan zihninize?
Birbirinden müteferrik [ farklı ] bu kadar akvamı [ kavimleri ],
Aynı milletin [ dinin ] altında tutan İslam’ı,
Temelinden yıkacak zelzele, kavmiyettir.
Bunu bir lahza unutmak ebedi haybettir [ hayal kırıklığıdır ] …
Arnavutlukla, Araplıkla bu millet [ İslam Dini ] yürümez…
Son siyaset ise Türklük, o siyaset yürümez!
Sizi bir aile efradı [ fertleri, bireyleri ] yaratmış Yaradan;
Kaldırın ayrılık esbabını [ sebeplerini ] artık aradan.
Siz bu davada iken yoksa, iyazen-billah [ Allah korusun ],
Ecnebiler [ farklı inançtakiler ] olacak sahibi mülkün nagah [aniden].
Diye dursun atalar: ’Kal’a içinden alınır.’
Yok ki hiçbir işiten… Millet-i merhume sağır!
Bir değil mahvedilen devlet-i İslamiyye [ İslam Devleti ]…
Girdiler aynı siyasetle bütün makbereye [ yıkılmış devletler mezarlığına ]
Girmeden tefrika [ ayrılık, farklı davalar peşinde olmak ] bir millete, düşman giremez;
Toplu vurdukça yürekler, onu top sindiremez.
Bırakın eski hükümetleri meydandakiler
Yetişir, şöyle bakıp ibret alan varsa eğer,
İşte Fas, işte Tunus, işte Cezayir, gitti!
İşte İran’ı da taksim ediyorlar şimdi.
MEHMET AKİF ERSOY, Safahat, İfav, İst. 2005, s.161,162
Hani, milliyetin İslâm idi… Kavmiyet ne!
Sarılıp sımsıkı dursaydın ya milliyetine.
“Arnavut” ne demek? Var mı şeraitte yeri?
Küfr olur, başka değil, kavmini sürmek ileri,
Arap’ın Türk’e; Laz’ın, Çerkez’e yahut Kürd’e;
Acem’in Çinli’ye rüçhânı mı varmış? Nerde!
Müslümanlıkta anasır mı olurmuş? Ne gezer!
Fikri kavmiyeti tel’in ediyor Peygamber.
En büyük düşmanıdır Ruh-u Nebi tefrikanın;
Adı batsın onu İslâm’a sokan kaltabanın!
Şu senin akıbetin bin bu kadar yıl evvel,
Sana söylenmiş iken doğru mudur şimdi cedel?
Ne Araplık ne de Türklük kalacak aç gözünü!
Dinle Peygamberin ilâhî sözünü.
………
Medeniyet size çoktan beridir diş biliyor;
Evvela parçalamak, sonra da yutmak diliyor.
Safahat, Mehmet Âkif ERSOY, İnkılâp Yayınları, sayfa:205
kemnur tarafından 3/14/2012 3:03:56 AM zamanında düzenlenmiştir.
sami biberoğulları
1980 li yıllarda Atatürk ilkelerinden birinin adının Milliyetçilik mi yoksa Ulusçuluk mu olduğunu tartıştığımızı nazar-ı dikkate alırsak 1890 da Ne Milliyetçili ne de ulusçuluk diya bir kavramın ülke gündeminde olmadığını rahat rahat söyleyebiliriz. O bakımdan Şehzade Burhanettin ''Kavmiyetçilik'' demiş olabilir ama Ulusçuluk ya da Milliyetçilik dememiştir. Diye düşünüyorum.