- 780 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
AH FERİDE!..
Babasının evinde misafirliğe geldiğinin daha ikinci günüydü. Halbuki; uzun bir zaman kalmayı düşünmüştü ama umduğu dağlara karlar yağmıştı…
İki katlı kagir yapılı mekan, bir zamanlar çocukluk izlenimlerinin derinlemesine saklı kaldığı şimdi ise anılarını yad ettiği baba ocağıydı… Evden gelin olup ayrılalı beş yıl geçmişti. Çocukluk ve ilk genç kızlık dönemlerinin keklik gibi sektiği o heyecanlı yıllarda ” baba ocağı ” onun en güvenli sığınaydı. Şimdi ise diken gibi batıyordu. Bir zamanlar her yerinde fareler gibi cirit attığı baba ocağına gelişinde farklı rüzgarların esmeye başladığını hissetti. Meltem rüzgarları, poyraza dönüşmüş, iliklerine kadar titremeye başlamıştı…Sanki yabancı bir mekandı burası. Kardeşlerinin hanımlarının, kendi aralarındaki geçimsizlikleri de evin içindeki olumsuzlukların tuzu biberiydi. Öyle algılıyordu. Tafralı hareketleri, konuşmalarındaki üslup; kendisine karşı hazırlanılmış mizansensen gibi geliyordu. Baba ocağında geçirdiği bir gün kendisine kabus anları gibi gelmişti… Eskiden gelin-görümce ilişkilerinde her hangi bir sıkıntı yoktu. Yengeleriyle arasından su sızmazdı, yağlı ballı gibiydiler.
Kocasının ölümünden sonra baba ocağına geldiği ve kendisini el gibi hissettiği bir günlük süre içerisindeki izlenimleri böyleydi. Babası, anası her ne kadar;”
Üzülme kızım, kapımız sana her zaman açık. Bizler bir dilim ekmek yiyorsak sana da yarısını vermek boynumuzun borcu. Torunumuza da öksüzlüğünü hissettirmeyiz. Bakma sen yengelerinin burunlarının dik olduğuna. Biz daha ölmedik. Sana laf
söylettirmeyiz, seni ezdirmeyiz.” Deseler de Feride için her şey bitmiş demekti. Algılamalarında yanılamazdı. Çocuk değildi o artık. Maazallah baba ocağına dul kadın olarak kesin dönüş yapmış olsa o zaman da yengeleriyle ağabeyleri kavgalara başlayacaklar, huzursuzluk ayyuka çıkacaktı. Yengelerinden küçük olanı, evin yukarı katında, büyük olanı da aşağı katta oturuyordu. Katlarda dörder oda bulunmaktaydı. Dış kapıdan girişte antre bölümü, bu bölümden içeriye açılan kapıyla uzunlamasına bir koridor ve koridorun karşılıklı her iki tarafında da ikişer oda bulunmaktaydı…Tam karşıda ise banyo ve yanında da tuvalet yer almıştı.
Alt kattaki iki oda büyük ağabeysine aitti. Diğer odayı da annesi ile babası paylaşmışlardı. Bir günlük süre içerisinde de misafir odasında yattı. Çiftli kanepeyi, yatak olarak kullanmıştı. Oğluyla ikisine yetiyordu. Oğlu daha küçüktü, beş yaşında. Kocasının ani ölümü oğlu Melih’in dünyasını paramparça etmişti. İçine kapalı biri olup çıkmıştı. Gülmüyor, kolay kolay konuşmuyor ve hiçbir şeye doğru dürüst tepki vermiyordu. Anasına bağlılığı daha çok artmıştı. Zaman zaman çocuksu dünyasında büyük insan gibi derin düşüncelere dalıyor, belleğindeki farklı çağrışımlarla debelenip duruyordu..”Anne, babam gelmeyecek mi? Şimdi babam cennetteymiş değil mi..Ölüler, tekrar dirilip gelirler mi, gelmezler değil mi?Gelseydi babam gelirdi. Bizleri böyle yalnız koymazdı. Çünkü babam, seni de beni de çok seviyordu. Dedem, bana dedi ki: Ölüler, öbür dünyada dirileceklermiş. Biz de o zaman öbür dünyaya gidelim. Babamla birlikte olalım. Olmaz mı?..”
Feride, oğlunun bu duygu yüklü konuşmaları karşısında şaşkına dönüyordu. “ Şimdiki çocukların aklı, büyüklerden daha fazla çalışıyor” diye düşünmeden edemezdi. Baba ocağında daha fazla misafir kalmaya gönlü razı olmadı. Halbuki biraz daha kalıp, ruhen dinlenmek istiyordu. Buna o kadar ihtiyacı vardı ki…Ailesinden başka nereye gidebilirdi. Umarsız bir şekilde kırk km. uzaklıktaki köydeki; kocasının evine geri döndü…Eve geldiğinde bütün yorgunluklar üzerinden atılmış, kuş gibi hissetmişti kendisini.” Ah evim, şirin evim “ diye bütün dertlerini bir çırpıda unutmuştu sanki…İnsanın kendi evi gibi var mıydı… Oturduğu sedirden duvarda asılı olan kocasının fotoğrafının derinliklerinde maziye daldı. Ne olurdu yaşasaydı. Daha doyamamışlardı birbirlerine. Tanıştığı yılları, aklına düştü. Göz göze geldikleri anı hiçbir zaman unutamazdı. Nasıl da yüreği kıpır kıpır oynamış, heyecandan duracak sanmıştı. Siyah gözlerinin çekiciliğinde adeta bir anda erimiş, kocasının prangalı mahkumu olmuştu. Balığın oltada çırpınması gibi vücudunun titremesi ve savunmasız kalmasını tatlı bir anı olarak yad ediyordu.Nihayetinde platonik aşk, evliliğe dönüşmüştü. Altı yıllık evliliği, Feride’nin en güzel yıllarıydı. Bu süre içerisinde aralarında en ufak bir gönül kırgınlığı olmamıştı.Mutluluk pınarları hep çağlamış, hep çağlamıştı..
Bir gün mutluluk pınarlarının aniden kuruyacağını nasıl bilebilirdi. Kocasının ormanda aç kurtların saldırılarına uğraması; kendi dünyasının da zindan olması demekti. Bundan sonrası ise tam bir cehennemdi…
Geçim derdi de kabus gibi çökmüştü üzerine. İlkbahar ve yazları, köyünde tarım ırgatlığı yaptı. Domates fidelemesi, fide teklemesi, boğaz doldurması, fidelerin büyüdükten sonra askıya alınmaları ve koltuk alımları derken işler çoktu. Sonra devamında gelen diğer tarımsal işler derken zaman akıp gidiyordu.
Kara kışta kayınpederi de rahmetli olunca köyde tek kalan kayınvalidesini yanına almıştı. Kayınları da İstanbul’ dalardı, buralara gelmezlerdi zaten. Kayınvalidesi, hem ev işleri ile hem de torunuyla ilgileniyordu. Evde bir büyüğün olması demek dağ gibi güvence veriyordu. Kayınvalidesi, Feride’nin eli ayağı demekti.
Ne yazık ki hiçbir şey istediği gibi gitmiyordu; kayınvalidesinin de bir ay önce ölmesiyle tamamen yalnız kalmıştı. İhtiyar kadıncağız, oğlunun kurtlar tarafından parçalanmasına daha fazla dayanamamıştı.Bir kadın için yalnızlık çok kötüydü. Bunu anlamak için ancak kadın olmak gerekti. Genç ve güzeldi. Bunun kendisi de farkındaydı. Alımlı ve çekiciydi. Her şeyden önce doğurgan bir dişiydi.
Yavaş yavaş talipleri gelmeye başlamıştı. Gelenler, çoğunlukla yaşı geçmiş ya da karısı ölmüş dul erkeklerdi. Ama, hiç kimsenin etkisi altında kalmadan kendi kararını kendisi verecekti. Feride’nin erkek gibi korkusuz tavırları, hemen fark ediliyordu. Kendisine dünürlüğe gelenler, hareketlerine ve konuşmalarına dikkat etmek zorundalardı; en yakın bir falsoda başlarına gelecekleri az çok tahmin ediyorlardı. Ne de olsa karşılarında çetin ceviz vardı. Ne olur ne olmazdı…
Feride’nin de antenleri hassastı. Her ne kadar kocasını seviyor olsa da ömür boyu dul kalacak değildi ya…Ölenle ölünmezmiş. Bu yüzden yapacağı evliliğin mantıklı olmasını arzuluyordu. Tek yaşamak risklerle doluydu. Sığınacak sağlam ve güvenli bir liman olsa fena mı olurdu. Gelen taliplerin içerisinde birini düşünüyor, ölçüp biçiyordu. Berber Kamil. Onun karısı da geçen yıl kalp rahatsızlığından ölüp gitmişti. Karısının sağlığında; bir iki kez görüşmüşlerdi, ailece. Mazbut bir aileydiler. Kamil’in kötü bir huyunu duymamıştı. Bir kızı, bir oğlu vardı. Kızı, oğlu Melih’ten küçük; oğlu da, iki üç yaş büyüktü.
Kamil, kendi toprağında çalıştığı günlerin haricinde berber dükkanında ekmeğini kazanmaya çalışıyordu. Kahvesi, içkisi hatta sigarası bile yoktu. O da karısının ölümünden sonra çıkış noktası aramaya başlamıştı. O’ na da kadınsızlık zor geliyordu. Feride’yi biliyordu. Kendisine de çok uygun buluyordu. İki kez istetmişti. Herhangi bir yanıt gelmemişti ama yine de umutluydu.
Feride, iç hesaplaşmalar sonucunda kararını vermişti. Kamil ile mutlu olabilirdi.
Kamil, o yaz bitimi, sonbaharın ortalarına doğru tekrar dünürcü gönderdi. Allah’ın emri, peygamberin kavli ile yine istetti Feride’nin kararı evetti.
Ailesi, ikinci evlilik için hiç bir baskı yapmadı. Sadece gelin olarak “baba ocağından” çıkmasını önerdiler. Kabul etmedi. Direndi. Artık eski tabuları yıkmıştı.
Melih’e bu konuyu nasıl açacaktı. Melih onun her şeyiydi. Bir gün yavrusunu dizine oturtarak sevip okşadı ve anlatmaya başladı:”Yavrum. Melih’im, Sen artık çocuk değilsin, kocaman delikanlı olarak görüyorum seni. Bazı şeyleri anlayacak kadar da zekisin…” diye konuya girdi. Aklındakilerin tamamını anlattı. Önceleri Melih sessiz kalmıştı. Sonra Kamil’in çocuklarını da kardeş olarak kabul edeceğini, birlikte oynayacaklarını düşündü. “ Olur anne. Kamil amca da benim cici babam olur, çocukları da kardeşim olur değil mi” dedi.
Bir hafta sonra nahiyede davullar zurnalar çalmaya başladı. Feride, ölen kocasının evinden telli duvaklı gelin olarak çıkıyordu. Çünkü o öyle istemişti. Düğün alayı, evin önünde oynayıp duruyordu. Berber Kamil, ikinci bir kez balayına çıkmanın ince hesaplarını yaparken, Feride ise yalnızlık kabusundan kurtulmanın buruk muştusu içerisinde duvağının altında inceden inceye göz yaşlarının süzülüp gitmelerine engel olamıyordu...