- 889 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
YOK OLMAMAK İÇİN - 8 Mart özel
“Kadın… Doğanın kendisi. Hayatın başlangıcı. Yaratıcı beden. Doğuran, var eden, hayata sunan. Bir anlamda ölümün, çürümenin, yok olmanın karşıtı.”
* * *
Yukarıdaki satırlar, bir sinema filmi için yapılan uzun bir değerlendirme yazısından, eleştirmenin kaleminden alıntıdır. Kadın, doğanın kendisi, hayatın başlangıcıdır demiş kalem. Ne kadar da doğru ve güzel söylemiş.
Biz doğayı hoyratça kullanmaya, tüketmeye yönelik pervasızlığımızı alabildiğine sürdürürken farkında olmadan (ya da doğal sayarak) kadını yok ediyor, kadını tüketiyoruz. Bir ağacı kökünden keserken, denizleri çöplüğe çevirirken, bir çiçeği koparırken ya da bir hayvanı öldürürken yaptığımız şey doğurganlığı, hayatı (yani pek çok anlamda da kadını) yok etmek demek olmuyor mu?
Kadına yönelik; onun emeğinin sömürüsünü, üzerindeki töre baskısını, uygulanan şiddeti özellikle böylesi özel günlerde gündemimizin başına oturtmamızın, diğer günlerde ise “münferit olaylardan” saymamızın nedeni, bu başlıkların içindeki kendimize benzettiğimiz figürlerin varlığı ve sayısal çokluğudur. Buna kendimizi aklamak ya da ele vermemek içgüdüsü de diyebiliriz.
Bu tüketmenin, yok etmenin önüne geçmek için şunlar yapılmalı-bunlar yapılmamalı diyerek ders verir havasına girmek elbet benim boyumun ve haddimin fersah-fersah üstündedir. Ayrıca bütün bunların ne olduğu da zaten işimize gelmemekle beraber gayet iyi bilinmektedir.
O halde ne yapalım…
Kimsesiz bir çocuk gibi henüz kesilmemiş bir ağacın kocaman gövdesine kollarımızın sarabildiği kadar sarılalım. Hafiften esen akşam yelinin sahne verdiği yapraklar korosuna bir deli kuş solist olup eşlik etsin, onu dinleyelim.
Sonra henüz çöp dökülmemiş bir denize yüzümüzü dönüp sabırsızca, sevgiliyi sahile getirecek o küreksiz sarı sandalın ufukta görünmesini beklerken balıkların koreografisiyle gündüz yakamozlarının sessiz ışık oyunlarını izleyelim.
Derken yağmur çiselemeye başlasın.
Diyelim ki bu yağmur paydos ziliyle beraber bir kadının alın teridir.
Ve ardından da topraktan mis gibi bereket kokusu yükselsin.
Bilelim ki bir kadın ağlayan bebesinin ağzına dayamıştır memesini.
Güneş batsın, ay doğsun. Ay kaybolsun, güneş doğsun.
Bu da bir kadının yaşama karşı yürek sesi olsun.
Şimdi ayağa kalkalım. Karşımızdaki kadın ister anamız, ister bacımız, isterse sevgilimiz olsun. Yanına gidip elini öpelim.
Ve sonra hepimiz birer Nazım Hikmet olup, şiirler yazalım.
“Ve kadınlar
bizim kadınlarımız:
korkunç ve mübarek elleri
ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle
anamız, avradımız, yârimiz
ve sanki hiç yaşanmamış gibi ölen
ve soframızdaki yeri
öküzümüzden sonra gelen
ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız
ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki
ve kara sabana koşulan ve ağıllarda
ışıltısında yere saplı bıçakların
oynak, ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan
kadınlar,
bizim kadınlarımız”
Ama doğrular şiirlerde, yalanlar yaşamda kalmasın… Ya da tam tersi…
Edebiyat defterinin, ülkemizin ve tüm dünya kadınlarının, sembolik bile olsa büyük anlam taşıyan “8 Mart Dünya Kadınlar Gününü” kutluyor, her birine ayrı ayrı saygılar sunuyorum....
CEVAT ÇEŞTEPE
Özellikle ülkemdeki her kadın ’doğal emekçi’ olduğundan ayrıca ’emekçi kadınlar’ nitelemesini yapmak içimden gelmedi....