- 1356 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
HAYVANDAN İNSANLIK DERSİ
HAYVANDAN İNSANLIK DERSİ
Bir kadın, “Ya o, ya ben” diye çığlık çığlığa hem ağlıyor, hem de bağırıyordu kucağındaki yavru Puanter’e süt vermeye çalışan adama. Bu yavru Lüleburgaz’ın en iyi av köpekleri olan Kont ve Linda’nın yavrusu Kontes’ti.
Çok iyi bir avcı olan Orhan Bey, Linda’nın da sahibiydi. Küçükken aldığı Linda’yı kendi elleriyle büyütmüş, eğitmiş, bölgedeki av köpekleri arasında meşhur etmişti. Şimdi onun tek yavrusunu da annesi gibi yetiştirmek, iyi bir av köpeği yapmak hayaliydi. Ama evdeki yeri Linda’dan sonra gelen karısı, artık ikinci bir köpeğe kesinlikle karşı çıkıyordu. Ya bu yuva yıkılacak, ya bu yavru gidecekti.
Kontes beş aylık, beyaz üzerine kahverengi simetrik damaları olan, dünya tatlısı, yaramaz bir maskara olmuştu. Onun bir özelliği de anadan doğma güdük olmasıydı. Yani birkaç nesildir devamlı kuyruğu kesik anne babadan geldiği için milyonda bir ihtimal gerçekleşmiş, kuyruksuz doğmuştu. Bu özellik Kontes’i avcılar için paha biçilmez yapıyordu.
Orhan Bey Kontes’i devamlı görebilmek için bir yakınına vermeyi düşünüyordu. Bu insan avcı olmamalıydı. En iyi avcı köpeğini başka bir avcıda görmek istemiyordu. Sonunda oturduğu sokağın başında yalnız yaşayan genç bir subayın köpek aradığını duyarak onunla görüşmeye gitti. İçinde bulunduğu durumu anlattı. Subay önce Kontes’i görmek istiyordu. Görmesiyle birlikte onu sahiplendi. Kucağından hiç indirmedi. Kontes de ona cilveler yapıyor, kendini sevdirmek için yaltaklanıyordu.
Bekâr teğmen küçük bir odada kalıyordu. Kontes’in yuvası olan minderi de aynı odaya koymuştu. Bir çalar saati vardı, onu her sabah 05.45’te uyandıran. Bu saatin çalmasına yakın Kontes teğmenin başına dikilip sessizce beklemeyi adet edinmişti. Saat çalmaya başlayınca yatağa atlayıp sahibini yalayarak ona kendince “günaydın” diyordu. Teğmen’e günün ilk moralini böyle veriyordu. Bazen subay saati kurmayı unuturdu. Böyle zamanlarda Kontes saatin önüne gelir, gözlerini saatin yelkovanına diker ve yelkovan ilerlediği halde saat çalmazsa patisiyle sahibini dürterek uyandırırdı.
Bekâr subay bazen kadın arkadaşlarını odasına getirirdi. Sahibinin elini bir kadının omuzuna koymasına bile tahammülü yoktu Kontes’in. Bir kadın gelince küser yatağına büzülerek kafasını çevirir ve hiç konuşmazdı. Sabah sahibinin tuvalete kalkmasını fırsat bilerek yatağa atlar, ayakları ile kadını iterek yataktan aşağı düşürürdü. Kadının çığlıkları duyulunca hemen yatağına koşup hiçbir şey olmamış gibi gözlerini patileri ile kapatarak uyuyormuş numarası yapardı.
Sabah Kontes subayın motosikletinin sepetinde onunla birlikte görev yaptığı alaya gider,eğitim alanında bile sahibinin uzağına gitmez, sürekli onun yanında kalırdı. Erlerin yaptığı çök, kalk, yat, sürün, otur, esas duruş, rahat hareketlerini hatta yürürken yaptıkları dönüşleri bile rahatça yapabilirdi.
Akşam birlikte kasaptan etler alınır, ızgara yanar, rakılı şaraplı sofralar kurulur, dostlarla alem yapılırdı. Rakılı ete bayılırdı Kontes. Sahibi onu hiç bağlamaz sadece konuşarak ona istediği şeyi yaptırırdı. O da sahibi “bekle” dediğinde bekler, “yeme” dediğinde yemez, gezerken de sahibinin sol dizi hizasını geçmeden yürürdü. Sahibi bir dükkana girse o dışarıda oturarak bekler, içeri girerek müşterileri rahatsız etmezdi.
Ne var ki, subay avcı değildi. Hiçbir hayvanın öldürülmesi onu mutlu etmezdi. Rastladığı avcılardan yiyeceğinden fazlasını vuranları kınardı. Ona göre traktörle far yakarak hayvanın gözüne ışık tutup onu kör hale getirerek kaçmasını önlemek, sonra da onu vurmak çok gaddarca bir şeydi. Böyle kalleşçesine, hayvana kaçma hakkı bile tanımadan avlananlara çok kızardı. Bu yüzden böyle bir muhteşem av köpeğinin onun elinde ziyan olduğunu düşünenler vardı.
Bölge avcıları Kontes’i ava götürmek için subaya yalvarırlar ama bir türlü ondan izin alamazlardı. Onların arasında bir avcı vardı ki, bu bir generaldi. Her pazar Istranca Dağları’nda avlanır, her zaman eli dolu gelirdi. Üstelik genç subayın babasının da arkadaşıydı bu general.
Komutanın lojmanı genç subayın iki ev çaprazda kalıyor, komutan Kontes’i ve sahibini sürekli görüyordu. Bazen yürüyüşe çıkan komutan, subayın oturduğu evin bahçesine de gelir, Kontes’i okşardı. Genç subay bu baba arkadaşı komutanı çok sever, ona ayrı bir saygı duyardı.
Bir gün general dayanamadı ve hatırını ortaya koyarak Kontes’i ava götürmek istediğini söyledi. Genç subay için “Peki” demekten başka çare yoktu. Kontes’i generale emanet ederek arkasından bakakaldı. Av karşıtı olmak tek başına bir şey ifade etmiyordu. Hüzünlenmişti. Ona göre yeryüzündeki her canlının nefes alma hakkı vardı.
Akşam olunca general Kontes’i getirdi. Suratı asıktı. “Bu köpek nasıl bu kadar meşhur bir anne-babanın yavrusu anlayamadım. Hiç av kaldırmadığı gibi söz de dinlemedi. Alıp başını gezdi dolaştı. Haftaya seni de ava götüreceğim. Diğer arkadaşlar, sahibi yanında değil diye bunu yapıyor, diyorlar. Sen de gel, bakalım ne olacak, görelim’’ diye konuştu. Hayatında, hiç hayvan öldürmemiş, doğa âşığı subay, “Emredersiniz komutanım!” dedi, ama içini şimdiden tarifi zor bir hüzün kaplamıştı.
O haftayı çok düşünceli geçirdi. Av onun için ormanda mahsur kalmış veya gerçekten aç ve mecbur insanların işi olmalıydı. Zevk için öldürmeyi kabul edemiyordu.
O pazar sabahı çok çabuk gelmiş, general ve birkaç avcı arkadaşı, Kontes’le sahibini arabalarına alarak erkenden yola koyulmuşlardı. Hepsi çok sıkı giyinmişler, çantalarına yiyecek, termoslarına sıcak çay doldurmuşlardı. Kontes’te sahibinin de ava gelmesinden dolayı saklayamadığı bir neşe vardı. Yerinde duramıyor, kafasını sahibine sürtüyor, onun ellerini yalıyordu.
Yol Pınarhisar’ı geçtikten sonra Istranca ormanlarına dayanmıştı. Yerde 30cm kadar kar vardı. Kontes birden değişmişti. Her çalının altına giriyor, her taşın arkasını yokluyor, durmadan ferma vererek avcıları yönlendiriyordu. Avcılar hayatlarında böyle av köpeği görmediklerini, yüksek sesle birbirlerine anlatıyorlardı. Neşelerinden geçilmiyordu, ama genç hayvanın peşinde çok bitkin düşmüşlerdi.
Birden general, önünde giden Kontes’in ferma verdiğini işaret edince teğmen ve avcılar oraya koştular. Gerçekten bir tavşanın ayak izleri net bir şekilde görülüyordu. Kontes burnunu yere dayamış, kokuyu alarak süratle yürüyordu. Bir yandan da arkasına bakarak avcıların gelip gelmediklerini kontrol ediyordu.
On dakika sonra izler onları eski bir ağaç kütüğünün önüne götürmüştü. Belli ki tavşan bu kütüğün altındaydı. İki avcı kütüğü kaldırmak için kavramış, general dikkatlice nişan almış, genç subay tavşan için üzülerek başını başka tarafa çevirmişti. Birden kütük iki güçlü avcı tarafından atılmıştı. Kütüğün altında bir anne ve üç tombik yavrusu vardı. Korku ile birbirlerine sokulmuş, titriyorlardı. Herkes birbirine bakıyor, ne yapılması gerektiğine karar veremiyordu.
Kontes fermayı bozmuş, nişan almış olan komutana ve avcıların yüzlerine tiksinerek bakıyordu. General nişan aldığı silahı ateşleyemiyor, gözlerini Kontes’in gözlerinden ayıramadan olduğu yerde ileri geri sallanıyordu. Yine de kütüğü attıran avcılardan biri, Kontes’e “Aport aport” diye bağırıyordu. Bu emri duyan bir av köpeği avın karşısında kudurur ve karşısında domuz olsa tereddütsüz saldırırdı. Kontes anne ve yavrulara usulca yaklaşmış, yavruları teker teker yalayarak adeta onlara korkmamalarını söylüyordu.
Sonunda Kontes avcılara dönüp “Siz de insan mısınız?” dercesine bakarak yürüyüp gitti. General Kontes’in ne demek istediğini anlamıştı. Hayvan ona ve diğer avcılara insanlık dersi veriyordu. General o kadar sinirlendi ki tüfeğini karların içine fırlatarak gerisin geriye yürümeye başladı. Söylenip duruyordu bir yandan:
-Lanet olsun bu avcılığa! Köpek bize insanlık dersi verdi. Biz hala yavrulu tavşana “aport” çektiriyoruz. Bu benim son avımdı! Bu benim son avımdı! Son avım...
YORUMLAR
kukurikuu
Sayfamda olmanızdan gurur duyuyorum. Beğendiğiniz için çok teşekkür ederim. Saygılarımla.
kukurikuu
kukurikuu
Bana, o kadar olumlu yorumlar yazıyorsunuz ki ; durmadan yazmak, tarafınızdan övülmek şımarıklığına kapıldım. Çok açık olan tenkitleriniz de oldu. Sizi, bu sayfalardan da olsa , tanımış olmaktan mutluyum. Teşekkürler Hocam.
Kemnur
kukurikuu
Sayın Hocam,
Yaranızı bilmeden deşmiş oldum . Af ediniz lütfen.
Ben, sizde mangal gibi bir yürek , bıçak gibi keskin bir kalem görüyorum.
Anladım ki , kendinize mutlu olduğunuz bir dünya kurmuşsunuz. Hayatta önemli olan , bu dünyayı kurabilmektir.
Daha iyi olmanız, bu lanet hastalıktan kurtulmanız için dua edeceğim.
Saygı ve sevgilerimle , daha güçlü , daha dirençli olmanız dileklerimle, Sayın Hocam.