- 657 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Nefes Almaya Başladığı Zaman; Sabaha-II
Giyinip dışarıya çıkıyorum. Yol boyunca yürürken insanları izliyorum. Aralarındaki sevgi, muhabbet eksikliği ve yabancılaşma hemen hissediliyor. Sokaklar birbirini tanımayan, tanımaya da çalışmayan insanlarla dolu. Birbirleriyle selamlaşmayan, selamlamak da istemeyen, birbirini sevmeyen, sevmeye de çalışmayan insanlar. Birbirleriyle göz göze gelmeyen, birbirlerinin yüzüne bakmayan, bakmayı aklına bile getirmeyen insanlar. Ama birbirine bu kadar uzak yaşayan insanlar, her nedense birbirine bu denli yakın evler yapıyorlar. Birbirine güven duymayan, birbirine dayanmayan, ortak noktaları olmayan şehir insanlarının, evlerinin birer duvarı ortak; birbirine dayanıyor, destek oluyor.
Aslında insanların birbirine ihtiyacı var ama farkında değilmiş gibi davranıyor olabilirler mi? Nefsin vicdana galip gelmesi yüzünden mi komşular artık birbirinin “külüne muhtaç” değil?
Samimi sevgi insanların elinden alınmış ki bu, insanın ruhunun alınmış olması gibi bir şey. İnsan sevgiyi yitirdiğinde geriye kalan ‘hiçbir şey’dir…
Etrafta yoğun koşuşturma dikkatimi çekiyor. Kimi yoğun trafikte işine yetişmeye çalışıyor, kimi akşam gideceği davette giymek için kıyafet satın alma telaşında, kimi markette alışveriş yapıyor. Genç- yaşlı, kadın- erkek çoğu insan sanki ölümle hiç karşılaşmayacakmış gibi günlük işleriyle uğraşıyor.
Tüm bunlar her insanın günlük yaşamındaki detaylar ve normal davranışlar kuşkusuz. Ancak yanlış olan, insanların pek çoğunun bunları gaflet içinde yapıyor olması. Allah’ın varlığını unutmuş ve ölümün her an gelebileceğini düşünmeden…
… Otobüste pencereden dışarıyı izleyen, yolda elinde paketleri olan yaşlıya yardım etmeyen, kafasını çeviren gençler görüyorum. Oysa insan yardım ettiğinde sevinç duyar ve Allah o zaman güç, kuvvet ve mutluluk verir. Kurnazlık yaptığını zanneden kişi, bu güç ve huzuru kaybederek o zalimce egoizminin karşılığını hemen orada alıyor.
Çoğu insan garip bir duyarsızlık ve umursamazlık içinde. Yaşamlarının gerçek amacını unutarak, farklı konularla ilgileniyor ve bambaşka amaçlar ediniyorlar. Dünya hayatına yönelik önemsiz bir konu için yıllarca çalışıp çabalıyor, ama asıl sorumluluklarını akıllarına bile getirmiyorlar.
Türlü endişe ve korkular içinde yaşıyor insan. Adeta içi boşalmış, manevi anlamda tükenmiş. Para, yiyecek, içecek, mal-mülk, kısacası her şeye sahip de olsa bir türlü mutlu olamıyor. Elde ettiği her şeyi bir gün yitirebileceği korkusu içinde huzursuz bir yaşam sürüyor. Hastalanmak, çocukları için endişelenmek gibi korkulardan bir türlü kendisini kurtaramıyor. Deprem, yangın, terör, hastalık korkusu gibi onlarca korku… İnsan zayıf bir varlık ve bu kadar korkuyu kaldıramıyor.
Oysa insan, hep doğruyu ve hep gerçeği söyleyen vicdanı ile birlikte yaratılmış. Çevresindeki varlıkları ve olayları vicdanıyla değerlendiren insan gerçekleri görebilir.
İnsan ancak Allah’a güvenip dayandığında yani tevekkül ettiğinde bereket, bolluk, huzur, mutluluk ve güzellikler içerisinde yaşar. Allah’ın koruması altında olduğunu bilmek, O’na tevekkül etmek imanın önemli bir şartı. İnsan, Allah’a güvenmiyorsa zaten inanmıyor demektir.
Kuşkusuz bu, gerçekleri anlayamamalarından değil, anlamazlıktan gelmelerinden doğuyor. Vicdanları doğruyu fısıldadığı halde, birçok insan kendini kandırıyor. Dünyaya olan bağlılık ve hırs, görüşü flulaştırıyor, inkara sürüklüyor.
Oysa yaşanan gün, Allah’ın hoşnutluğunu kazanabilmek için son bir fırsat olabilir. Örneğin bu sabah, belki dünya hayatındaki son günün ilk saatleridir. Ani bir kalp krizi ya da bir trafik kazası sonucu, insan bir daha hiç “sabah” yaşamayabilir.
Devam Edecek...