- 723 Okunma
- 7 Yorum
- 0 Beğeni
Opus 100
Gövdenin altında, ön iniş takımlarına yakın bir yerde sızıntı vardı. Daha önce burası bir şekilde yara almış, sonra da yamalanmıştı. Şimdi ise yamanın kenarından bir sıvı akıyordu. Parmağımı batırıp, tadına baktım. Yakıt değildi. Belki soğutucuların sıvısıydı, belki de ... Başka bir seçenek aklıma gelmedi. Vardiyanın on ikinci saati doluyordu ve ben tükenmiştim. Avcı uçağının altından çıkıp, sırtımı arka iniş takımlarına yasladım. Fabrikadan çıktığı pürüzsüz halinden çok uzakta olan kanadın gölgesindeydim. Hangarın soğuk ışıkları bana ulaşamıyordu.
Kimselere görünmeden bir süre orada oturdum. Şef eskisi kadar sıkı değildi. Karısının intiharından sonra toparlanamamıştı. Bu da uçak bakımlarının kontrolünü aksattığından pilotlar için kötü, yer bakım ekibi içinse iyi bir gelişmeydi. Başka zaman olsa hayatta vardiya sırasında oturup hayal kurmaya cesaret edemezdim. Şimdi ise işler farklıydı.
Uçuş trafiğinin hafiflediği vakitlerdi. Saatte bir devriyeler iniyor, onların yerine yenileri kalkıyordu. İnenler hangara alınıyor, elden geçiriyorlardı. Uzun süredir yeni uçak bulamadığımızdan eldekilere olabildiğince iyi bakmak zorundaydık. Bu da kendi burada, ama aklı karısıyla birlikte uzay boşluğunda kaybolmuş Şef’in artık düşmüş olan omuzlarındaydı.
Hangarın dışarı açılan büyük, şeffaf panelleri vardı. Biraz daha kaykılırsam kanadın bittiği yerden paneli ve ötesindeki yıldızları görebiliyordum. Yıldızlar! Sonsuza dek, sonsuz sayıda uzanıyorlar. Düşününce etrafı seyretmediğini farkediyorsun. Onun yerine yıldızları seyretmek zamanda yolculuğa dönüşüyor. Gözlerim biraz daha keskin olsa panelin sağ üst kenarındaki yıldızın etrafında dönen gezegenleri, eğer varsa onların üzerinde yaşayanları ve bundan dört yıl önce neler yaptıklarını görebilecektim. Gözlerimi biraz kaydırınca kendimi diğer bir yıldızın bin yıl önceki haline bakıyor buluyorum. Her biri kendi zamanını yanında taşıyor. Ben ise onların arasında bal yapmaz arı gibi dönüp duran bir savaş gemisinde vida sıkıyorum. Benden onlara bir görüntü gitmiyor. Yakınlarda bir güneş olmadıkça hep karanlıktayız. Ben karanlıktayım. Simsiyahım.
Saffina “Bunlara uçak dememiz ne kadar saçma!” demişti. “Uzayda uçmuyorlar ki.”
Belki o gün canım bir şeye sıkılmıştı, belki de Saffina’nın bana yüz vermemesine içerlemiştim, niyesi hatırlamıyorum ama onu terslemiştim:
“Denizaltılar da denizin altından değil, içinden gidiyorlar ama onların adından bir rahatsızlık duymuyorsun.”
Saffina bir şey demeden beni süzmüş, sonra da gerekmedikçe benimle konuşmamıştı. Gün geldi, pilot adayları arasına katıldı. Sonra da bir daha görüşmedik. Janus’taki saldırıda öldüğünde ardından cenaze töreni bile yapılmadı; tüm filo o aralar çok meşguldü.
Hala meşgulüz. Bitmeyen savaşın dördüncü yılındayız. Belki karşımızdakilere evimi, evimin olduğu şehri, şehrin bulunduğu gezegeni yokettikleri için teşekkür etmem lazım. Özleyecek kimsem ya da evim yok. Evim koğuştaki bir ranza, ki onu da Taurus’lu biriyle paylaşıyorum. Neyse ki dördüncü güvertede bir barımız, orada çalan müziğimiz, içkimiz ve ayılmamız için sekiz saatimiz var. Sonrasında bu sızıntının nereden geldiğini bulmam gerekiyor. Sanki beynimin sıvısına benziyor ama bunu kimseye söyleyemem.
Şef dolaşmaya başladı, ortalıklarda görünmem gerekiyor. Saklandığım kanat altından çıkıyorum. Hangarın ışıkları... Ne kadar da parlaklar!
Galen Tyrol, Cally Henderson, ve Tory Foster’a sevgilerimle...
YORUMLAR
Ne güzel şey, bir yazarın müdavimlerinin olması ve ne büyük mutluluk müdavimi olunabilecek bir yazar bulabilmek. Biriksin diye bekliyorum yazılarınızı ama şiirleriniz birikiyor. Ben düzyazıdan yanayım, taraftarlığımı mazur görün.
İlhan Kemal
ÖYLE DETAYLI, BİLİSEL YORUM YAPAMAM BEN, KAFAM ONA ÇALIŞMAZ. Hoşuma giden bir öyküydü, sıkılmadan ve keyif alarak okudum ve bir yıldıza baktığımızda, aslında onun dört yıl, ya da bin yıl önceki halini görmekte olduğumuzu düşündüm ve içimi bunları o büyük boşluğa bu şekilde dizen etkenin kudreti karşısında duyduğum korku kapladı. Hergün okuduğum yazılar içinde en beğendiğim yazıya on puan veririm, diğerlerine de diğer puanları. BUGÜNKÜ ON PUANIM BU YAZIYAYDI... SAYGIYLA
İlhan Kemal
Budur! Daha fazlasına gerek var mı? Benim karalamalarımı da okuyorsanız, Kafka'yı da okuyorsanız söylenmesi gereken bundan ibarettir. Filologların detaylı çözümlemeleri gereksizdir. Okurken keyif alındı mı, alınmadı mı? Kafka'nın paragrafsız metinlerinde kayboluyorum dediyseniz kimsenin diyecek bir sözü kalmaz.
Ben "Sıkılmadan okudum" yorumunu öpüp başıma koyarken "bir yıldıza baktığımızda, aslında onun dört yıl, ya da bin yıl önceki halini görmekte olduğumuzu düşündüm ve içimi bunları o büyük boşluğa bu şekilde dizen etkenin kudreti karşısında duyduğum korku kapladı" denmesi durumu tadından yenmez hale getirdi. En azındaniki kişi beraber bakışlarımızı beraber göğe çevirebilmişiz demektir.
Saygılarımla.
Not: Bu arada günün asıl puanlarını toplayan yazarımızı buradan lutlarım.
Yine özgün tarzınızı yansıtan güzel bir öykü okuduk. Hayal gücünüz hayranlık uyandırıyor. İçinde evin, dünyanın, hatta güneşin olmadığı bir çağ yazmışsınız ki ben bunu düşlemek istesem bile beceremem. Sadece güneşi çıkarttığınız zaman bile benim düşünce akışım duruyor çünkü.
Sahiden dalya dediyseniz tebrikler. Okurunuza birgün bile gramer ya da imla hatalı bir yazı sunmadığınız için ayrıca teşekkürler.
İlhan Kemal
Bu öykü de İlhan Kemal olarak dalya dediğim oldu. Öte yandan daha önceden de Fenafil adı altında 87 tane hikayem vardıİ belki de epey önce yazdığım Hayal Et adlı öyküde bunu belirtmeliydim ama ben Ilhan Kemal imzalıların sırasını takip etmeyi tercih ettim. Yüzüncü öykü olarak ne yazacağımı epey düşündüm. Sonunda en verimli (ve en sevdiğim) yazarlardan biri olan Isaac Asimovia saygıydan bilimkurguda karar kıldım. Öykünün ismi de onun 500. kitabının adına bir gönderme (Onunki Opus 500 idi).
Elimden geldiğince dilbilgisine ve yazım kurallarına uymaya çalışıyorum. Uyamadığım zamanlarda ise suç bana onları öğretmeye çalışanların değil, benimdir. Saygılarımla.
Hangarın ışıklarını parlak gören gözler, opusun en kalın sesinin yanında ince bir nota gibi çığırıyor:
-Gereksiz bir ötelemenin, ötelenmeyecek bir ötenazisine doğru yol alıyorum.
Öykülerde betimleme yapılırken, aslında kıyas en dinamik etken maddelerden birini oluşturur. Nasıl bir insan öksürüdüğünde, öksürmek sadece ses değildir ve ağzından bir sürü yararlı veya yararsız bakteriyi de dışarı atar, öylede öykülerde kıyas yapıldığı zaman, tek bir mana değil; bütün bir hâl durumu düşünmek daha manalı olur.
Nedendir bilinmez, anlatımı geçen savaş kendi hayatlarımıza yansıtıldığında, şüphesiz aynı dedirtecek kadar berrak! Sadece adam öldürüp, kendimizi suçlu hissetmiyoruz. Bu kötülüğü tadamama hissinide zaten gerekli yerlerde (Parklar, sokaklar, Umumi tuvaletler ve Çalıştığımız İş yerleri..) şuurumuza katık eylediğimiz için, sorunda kalmıyor. Oh ne ala memleket! Her gün cihan harpleri çıkıyorda içimizde, biz duyarsızlığımıza alışmaktan başka çare bulamıyoruz. Artık medyanın, bir kadının kulağından düşmek üzere olan küpe gibi Allaha emanet ortalıkda haberler salmasıda kimseyide zerre kadar ilgilendirmiyor. Ne de olsa her yerde bizim gibi canlılar nefes alıyor. Saffina sanırım buna bile çatardı! Bu kadar düşünmeye gerek yok gibilerinden.
O değil de, U-571'de ki radarın sesi kulaklarımda çınlıyor sanki! Sahi, ne kadar da opuslarımıza sahip kalmışız?
-Alarm dive! Güm, Şefin psikolojisi çok bozuk! Saç ektirmeyi düşünüyormuş bu aralar.
Hürmetle değerli kalem..
İlhan Kemal
Güzel bir yorum/deneme olmuş. Cevap vermektense ondan yola çıkılarak başka bir deneme (ya da öykü) yazılması gerekiyor. "Sadece adam öldürüp, kendimizi suçlu hissetmiyoruz" cümlesi bile hikayenin çıkış kaynağı olabilecek bir cümle.
Denizaltı filmlerinin benim için vazgeçilmezi Wolfgang Petersen in Das Boot dur. Üç saatlik Yönetmen Versiyonu makina yağı ve klostrofobi kokar. Saygılarımla.
şef karısıyla birlikte kozmik dünyasında
seviyorum yazılarınızı
sevgiler
İlhan Kemal
Bulundukları yer Taurus'sa gezegene biraz hasızlık etmiş kahramanımız. Bir "Boğa" gibi heybetli, -en azından dünyada yaşayanlar için- seyri güzel bir takım yıldızı değil miydi? Bütün öykü boyunca kendimi sırma ışıklı fakat korkunç karanlık bir gezegenin kenarında oturuyormuşum gibi hissettim. Fakat kahramanın baktığı yerlere bakarken bile aklımda uçaktan sızan sıvı vardı. Sanki oradan kurtulmam o gemiye bağlıymış da sıvının ne olduğunu bulursam dertli kahramanı da yanıma alıp çok sevgili dünyamıza geri dönebileceğimi hissettim sanırım.
Teknik elemanlar genelde tuhaf insanlardır. Yüksek egolarının yanında, duygusuz olduklarına da çok kere şahit olmuşumdur. Belki de bu işlerinin bir gereğidir. Kahramanımız yıldızlara bakarken duygulanır gibi oldu. Ama Saffina'nın Satrün'ün eteklerinde ölüşünü pek bir hissiz anlattı.
Bilim kurgu kaleminize çok yakışıyor. Ama öyküler biraz daha uzun olmalı diye düşünüyorum. Bu kadar konsantre olunca bazı şeyleri kaçırıyormuşum gibi hissediyorum. En azından derinliği bu boyutta olan öyküleri biraz daha uzatsanız... Hem böylesine kaliteli yazılar hemen bitmemeli.
Örnek aldığım, etkilendiğim, ufkuma son derece iyi gelen müthiş bir kalemsiniz değerli yazar.
(Annenizin kütüphanesi için hazırlayacağınız kitaptan bir örnek de ben istiyorum. )
Saygılar.
lacivertiğnedenlik
Aynur Engindeniz
Velhasıl benden çok kimse sevemez İlhan Kemal'in yazılarını :))
lacivertiğnedenlik
Aynur Engindeniz
İlhan Kemal
Günümüzün savaşları kimseye dönecek ev ve hayat bırakmıyor. Geleceğin savaşlarının neler yapabileceğini düşünmek bile istemiyorum. O yüzden o uçağa atlasanız bile (Tek kişilik kokpitte biraz sıkışmanız gerekecek) dönecek yer bulmakta güçlük çekeceğinizi biliyorum.
Teknik kişiler (IT uzmanları ya da tamirciler) için duygusuzdan çok, değer ve öncelik yargıları farklı kişiler tanımını tercih ederim. İnsanları algılamaları farklı olabiliyor. Bir üstünlük duygusu olması ise ister istemez kaçınılmaz: Onlar size gelmiyor, siz onlara gidiyorsunuz.
Bu öyküler daha uzun olmalı mı? En azından yukarıdaki öykü sabah onu tassarlarken daha uzundu, hatta akışı bile değişikti. Ama ders saatinin gelmesi her şeyi etkiledi, öyküyü kısalttı. Sabah tasarladığımdan bambaşka bir öykü ile günü tamamladım; açıkçası da bu hali hoşuma gitti.
Bence defterin en büyük zenginliği yazarların tarzlarının ve anlatımlarının farklı olması. Ama forumlara, okuyanların yorumlarına ve metinlerin kendilerine bakarsanız okuyucuların arasında en derin izleri kimin bıraktığını görürsünüz (Tabi ki bu ben değilim). Saygılarımla.
Savaşın ve umutsuzluğun arasında geçen düşünceler...Kahramanımız beklerken hem geçmişini hem şefini düşünüyor. Bu arada savaş uçağınden gelen sıvının kendi beynindeki sıvılara benzetilmesi çok etkileyici.
Sanırım bir uzay gezegeninde geçen olaylar ve ilişkiler...Çok akıcı bir dille yazılmış bir öykü...Tebrik ve sevgilerimle...