- 1177 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ZORLU DÖNEMEÇLER (22-1)
SEKİZİNCİ BÖLÜM
1. YASEMİN
A. ÇOCUKLUĞU- GENÇLİĞİ
Her ne kadar Birinci Kitapta, daha teferruatlı anlattım sa da, Yaseminin çocukluğuna geçmeden önce, Dedesinden, babasından, anasından bahsetmem gerekiyor. Musa dede yelli köyünden İstanbul’a geliyor. Kadıköy-Selami çeşme’de bir arazi bulup, bostan ekmeye başlıyor. Yelli Köyünden, halam Fatma ile evleniyor ve onu Selami çeşmeye getiriyor. İki oğlu, iki kızı oluyor. Bir müddet sonra halam ölüyor. Musa dede, en büyük oğlu Hilmi ölünce, diğer oğlu İsmail’i Müzika-ı-Hümayun’a (Askeri okul) veriyor. Büyük kızı Hatice’yi evlendiriyor, bostanda bir kulübe yaptırıp oraya yerleştiriyor. En küçük kızı Şükriye’yi de evlatlık veriyor. Oğlu İsmail, okuldan mezun olunca, bandoda, fülütcü olarak yerini alıyor. Birinci cihan ve Balkan harplerine iştirak ediyor. Osmanlı ordusu lâv edilince, İzmit’e gidiyor, Yeni bir bando birimi kuruyor ve bando şefi oluyor. Bu arada, Dürdane ile evleniyor, Yasemin doğuyor. Yaseminin annesi, hastalanıyor, salgın İspanyol gribinden rahmetli oluyor. Yasemini, anneannesi yanına alıyor. İstiklâl Savaşında, Yunanlılar İzmit’i işgal ediyor. Bir ihbar neticesi, İsmail, Yunanlılar tarafından, diğerleriyle birlikte esir alınıp, Pireye, oradan Atina’ya götürülüyor. Zafer kazanıldıktan sonra, Türkiye’ye iade ediliyor. Yine İzmit’te ticarete başlıyor. Bu arada ikinci evliliğini yapıyor. Sonra, Belediye Zabıta Amiri (müfettiş) oluyor. İkinci evliliğinden de iki oğlan, üç kız olmak üzere beş çocuk ve yaseminle beraber altı çocuğa sahip oluyor. Yasemini anneannesinin evinden kendi evine getiriyor.
Yaseminin ifadesine göre: Babasının evinde, ninesinin verdiği şefkatten yoksun kalıyor, Bidayette, övey annesi tarafından şiddet görüyor, sonra kardeşleri doğdukça, onlarla ilgileniyor. 13-14 yaşına gelinciye kadar, kardeşleriyle uğraşıyor. Bu arada, övey annesinden, dikiş, yemek gibi, hayatta gerekli olan bilgileri ediniyor. Titiz, temiz, fidan gibi körpe, bilhassa iri yeşil gözleriyle güzel, genç bir kız olarak meydana çıkıyor.
Apandisit ameliyatı sebebiyle, nekahet devresini, Kadıköy’de, Hatice halasının yanında geçiriyor. Bu sırada sigorta şirketinde çalışan halasının kızı Fatine, Şefini güya tesadüfen, getirip yasemini gösteriyor. Aydın bey de güya Yasemini beğeniyor. Erkekle kız arasında yirmi küsur yaş farkı olmasına, Yaseminin şiddetle karşı çıkmasına rağmen, Fatine hanım, dayısı ve yengesini evliliğe razı ediyor. Bu arada, anneanneye hiç söz düşmüyor. Netice de Yaseminin yaşı küçük olduğundan, iki sene nişanlı kalınıyor. Nihayet, Yaseminin yaşını iki yaş büyüttürüyorlar ve evlilik işi tamamlanıyor.
Yeni evliler, önce Aksaray’da, bilahare, baba evine Beykoz’a taşınıyorlar. Bu defa kayınvalidenin eziyetleri başlıyor. Çünkü kayınvalide, Yasemini değil bir akraba kızını oğluna almak niyetinde bulunuyor. Eziyetler devam ediyor. öyle ki, oturak kullanan yaşlı kayınvalide, işini bitirince, oturağı, salonun ortasına dökecek kadar eziyet çektirmeye karar vermiş bulunuyor.. Hakâretleri, dövmeleri de cabası.!
Bir müddet sonra, Yasemin hamile kalıyor, ama Aydın bey, çocuğun doğmasını istemiyor. Netice de doktorun zoru ve ikna etmesiyle, çocuğun doğmasını kabul ediyor,.
İşte ben de 1941 yılı eylül ayında, İzmit’e geliyorum, dayım (halamın oğlu) ve yengemin beş çocukları (Yaseminle altı) olmasına rağmen, ilk okulun 4 ve 5 inci sınıflarını okutmak üzere, Dayımla- yengemle anlaşıp, beni yanlarına alıyorlar. 4ncü sınıftayken duvarda resmini, 5 inci sınıftayken de Yaseminin kendini, İzmit’e geldiği zaman, görüyorum. Askerî orta okula girmek maksadıyla rapor almak için, Haydarpaşa askerî hastanesine gittiğimde de Beykoz’a, gidiyor ve bir gece onlarda misafir kalıyorum.
Parasız yatılı imtihanlarını kazandıktan sonra, üç sene, Bilecik’te okuyorum. Haydarpaşa lisesini okurken de yaz tatillerini, yasemin ablamlar da kalıp başka, başka yerlerde çalışarak geçiriyorum, Ayrıca yediğim yemeği hak edeyim diye, evde de çalışıyordum. kış için odun kırmak, bahçeye bakmak, pazara gitmek, temizlik ve bulaşığa yardım etmek gibi, dışarıda çalışıp harçlığımı elde ettiğim işler ise 18 lt.lik yakıt tenekelerini depodan yakıt motorlarına taşıyarak, simitçi- poğaçacı gibi yiyecek dükkanında çalışarak, gemilerde puantörlük yaparak, yaz tatilini değerlendiriyorum. Yasemin ablam, yukarda belirttiğim, bütün bu olumsuzluklara rağmen, Semahat hanım dahil üç arkadaşının desteğiyle, dayanma gücü buluyor..Tabii, olumsuzluklar bunlarla da bitmiyor. Yaz ayları gelince, Cumartesi günleri, ‘‘yürüyüşe gidiyorum’’diyerek evden çıkan kocasının, Polonez Köyüne gidip bir gece kalmasına, Pazar günleri eve dönmesine katlanıyor. Annesi ile karısı arasındaki münakaşada, karısına destek olması gerekirken ‘’Ne haliniz varsa görün’’ diyerek evden uzaklaşmasına, Yasemin hayret ediyor. Ailesi tarafından öyle yetiştirildiği için, evine bir ekmek dahî alıp getirmesini bilmiyor. Ayrıca, Yaseminin, yalvar, yakar, şirkette işe yerleştirttiği, (kocasının akrabası olan) Aytenin, ’’Amcamla, Fatine hanımı, şirketteki odasında, öpüşürken gördüm’’ demesi, olumsuzlukları hat sayfaya çıkarıyor. Buna rağmen, iki çocukla, övey anne ve baba evine dönmeyi onuruna yediremiyor.
Aslında enişte bey, yakışıklı, uzun boylu, Kendine aşırı düşkün, karakteri ise ağır ve sakin görünüşlü idi..
Bir gün Akbabadan dönerken, kabristana gelmeden, 100milik bir koşu yapmıştık. Ben köy çocuğu olarak onu geçmem lazımdı ama, yarışı baş başa bitirmiştik. Bacakları ince ve kuvvetliydi. Fakat yasemin ablamla karakterleri hiç uymuyordu.
Beykoz’da oturdukları ev, eski bir konaktı.( Birinci kitabımda teferruatlı olarak anlatmıştım). Konak zemin katıyla, Üç katlı sayılırdı. Eski ahşap yapılardandı. Camların çerçeveleri seyyar yapılmıştı. Çıkarılıp, fırça ile temizlemek kolay oluyordu. Zaten ikinci kattaki büyük salonun döşemesi ve camların çerçeveleri Ihlamur ağacından yapılmıştı. Ancak köpüklü su ile fırçalanırsa rengi kehribar sarısı gibi ve temiz olurdu. Her ne kadar temizlik için kadın gelse de Yasemin, bizzat temizliğe soyunurdu. İkinci kat ile üçüncü kat arasında, evin içinden çıkılan, iki taraflı ahşap merdiven vardı. Büyük taş mutfak, ikinci katta bulunuyordu. İkinci katın girişi, iki taraflı taş merdivenle ve sokak tarafındaydı .Ayrıca üçüncü kata bir giriş de bahçe tarafından yapılıyordu. Bahçe tarafındaki kapıdan, yine ahşap merdivenle, doğrudan üçüncü kata çıkılıyordu.
Son zamanlarda, ikinci kat kiraya verilmiş, üçüncü kat ise, uydurma bir mutfak yapılmıştı. Orası da daracıktı.
İkinci katta oturanlar, ekmek fırını işleten, Kastamonulu kalabalıkça bir aile idi. Yetişkin üç kız, bir oğlan, (Muzaffer) bir de evlatlık kızları (Ayşe) vardı.
Zemin katta ise, Yine Kocasının akrabaları oturuyordu. İhsan Dayı, iflas etmiş, beş çocuğu ile muhtaç duruma düşmüştü. Yaseminin teşvik ve zorlamasıyla, kayınvalide, akrabalarının zemin katında oturmasına müsaade etmişti. Yine Yaseminin zorlamasıyla, Kızları Ayten’e sigorta şirketinde iş bulunmuştu. Bu sebeple aile, Yasemin’e minnet duyuyordu. Yine bu sebepledir ki Ayten, Dayısı ile, Fatine hanımın öpüşmesini görünce, yengesine bildirmek mecburiyeti hissetmişti.
Haydarpaşa, lisesinde okurken, yaz tatillerinin birinde, onlardayken, Yasemin ablam, bana, şöyle bir soru sormuştu. ‘Yusuf bir sevgilin var mı? Nasıl bir kızla evlenmek istiyorsun?’ Ben ise şöyle cevap vermiştim. ‘’Senin gibi güzel, marifetli, titiz, temiz, iyi yemek yapan biri olsun isterim. Ayrıca, öyle birini bulup evlenirsem, sana gönderip, iyi yemekler yapması, seni her bakımdan örnek almasını isteyeceğim’’ demiştim..
Yasemin, her bakımdan diğer kardeşlerinden farklıydı. Kendisi güzel olduğu kadar, karakter ve davranış bakımından değişikti. Çok hassas ve duygulu bir insandı. Bazen aşırı sinirli olduğuna da tanık olmuştum. Kafası kızdığı zaman hiç bir mazeret dinlemezdi. Napoli’de olduğu gibi, Bahariye Caddesinde de, alamam dediğim bir şey için arabayı durdurup inmiş, Fener yolundaki evimize yaya olarak gitmeye kalkışmıştı. Peşinden takip ederek arabaya binmesi için zor ikna etmiştim Fakat sinirli halleri geçici oluyordu.
Yukarda bahsettiğim gibi, Yasemin, kocasından ayrılıp benimle evlendikten sonra, çok sevdiğimden, onun suyuna gitmeyi tercih etmiştim. Muvazzaflık süresince, nöbetler, teftişler, konferanslar hariç, hep birlikteydik. (Tabii birde, çocuklarına hasret kalıp, Kadıköy’e gittiği süre hariç). Hele emekli olduktan sonra, her nereye gittiysek, beraberdik. Temizlikte, mutfakta, her bakımdan yardımcısı bendim. Bu sebepten, onun kadar olmasa da, yemek yapmayı öğrenmiştim. Onunla birlikte oldukça, hiç sıkılmıyordum. Birlikte gülüyor, birlikte ağlıyorduk
. Sağlık yönünden de Migren baş ağrısı olmak üzere bazı sorunları vardı. Kadıköy Şifa hastanesinde, göğsünde habis olmayan küçük bir ur, Gölcük Donanma Hastanesinde jinekolojiden ameliyat olmuştu. Bu sırada duygulanmış, aşağıdaki şiiri yazmıştım.
, --Y A K A R I Ş
Otuz sene dile kolay , bir yastığı paylaştık ,
Nice badireler atlattık , mutluluğa ulaştık .
Son bir sene içinde kader ağlarını ördü ,
Bunca insan içinde TÜMÖR seni mi gördü ?
Ameliyat dediler , saatler geçmez oldu ,
Endişe ve üzüntü yüreğimi doldurdu .
Doktorlara sormadan melül ,mahzun bakardım.
Defalarca TANRIYA şifa diye yakardım .
Zaman oldu seni, üzdüm , affını dilerim .
Gözyaşımı tutamaz mendil yetmez silerim .
Evimizde , her yerde birlikteyiz sanki ,
Sensiz nefes almak bana, öyle yavan ki .
Ben şimdi sensizim , dayanacak dalım yok ,
Bu dünyada yapayalnız , sevgilim yok ,yarim yok .
İsterim ki seninle ben de hemen öleyim ,
Hasret kalmam gül yüzüne , her an seni göreyim .
TANRI duymuş yakarışı , gönül sesimi ,
Anladım ki bağışlamış bana , güzel eşimi .
Açar , açmaz gülümsedi yeşil gözleri ,
Tutuşunca ellerimiz , ‘şükür’ oldu sözleri .
Zaman içinde, Yaseminin de, benim de kıskançlıklarımız olmuştu. Bildiğim kadarıyla, seven insan kıskanırdı. Bu sebeple, gerek İtalya’da, gerekse Türkiye’de kıskançlık duyguları yaşamıştık. Böyle duygularımızı, hem kendi adıma, hem de onun adına yazdığım şiirlerimle dile getirmiştim
K U Ş K U
Ben mutlu oldum yıllarca , seni bilemem ,
Böyle güzel yılları , kolay , kolay silemem .
Senin derdin benimdi , gözyaşı döktük ,
Sarıldı kollar hasretle , sıcacık öptük .
Zaman oldu incittim , kâlbini kırdım ,
Senin için muamma , çözülmez sırdım .
Bilesin ki ömrümce sana bağlandım ,
Sende kuşku ve kuruntu , bense dağlandım .
İçime akıttım yıllarca , gizli yaşımı ,
Göğsüne koysaydım bu dertli başımı,
İstedim seninle paylaşmak sıcak aşımı .
Yazık ki kırmışım , can yoldaşımı .
Şiir bile yazamadım , kuşku ve baskıdan ,
Çiçek dahi koklayamam , bahçemde ki saksıdan .
Kişinin bilinmez hiç bir zaman , kişilik yapısı .
Hele , hele kapalıysa herkese , gönül kapısı .
Yıllar yılı silemedim , kâlbindeki kuşkuyu ,
Sadâkat vaadimi bozdun mu sandın ?
Sen zorlama kendini , TANRI bilir suçluyu !
Günaha girdimse MAHŞERDE , bil ki ben yandım .
Neden , kuşku , kuruntu , bir kere de hayra yor !
Seni sevmek kolay sanma , bence bir hayli zor .!
, Yüreğimi yakan ateş artık oldu şimdi kor ,
Duygularım ne âlemde , gel bir de bana sor !
K İ N A Y E (-1)
(09-09-993)
Bir damla göz yaşı dökme sakın arkamdan !
Ne acı çektirdin , bir , bir hatırla !
Teselli bulma dilerim , keder ve gâmdan,!
Kabir taşıma yazıver, birkaç satırla .
Son dileğim işte bu , getir yerine ,
Gömmeyin sakın beni , çok , çok derine .
Kendimi hissedeyim , yine de, sizlere yakın ,
Yinede ağlama istemem, ağlama sakın !
Tekrar MUZO’NUN hissine oldum tercüman ,
Karamsar olup söylerken bir kaç hoş kelâm ,
Duygusal yönü , benden de , çok yaman ,
Der ki “ elim kalem tutsa da ben yazamam”.!
K İ N A Y E- (2-)
( MUZO’dan) 1996 Kadıköy
Yaşım yetmiş ise de , doksan gibiyim .
Mânevî yönden , hayli noksan gibiyim .
Bir mum gibi eriyor , sağlam bedenim .
Giymiş görür gibiyim sanki , beyaz kefenim .
Karamsar ettin beni kırk yıl boyunca ,
Terk etmiş gibisin sen , bana doyunca
Her ne kadar görünsen de bana çok yakın .
Bunun altında bir maksat olmasın sakın ?
MUZO’NUN hissine acep oldum mu tercüman ?
Öyle çekmiş ki benden , ‘ diyor ki ‘’ el-aman ‘ !
Nihayet yetmiş yaşına bastığı zaman ,
Çıkardı SULTAN’A yaraşır , katî bir ferman .
. B. ALZHEİMER
Son defa gittiğimiz Şarköy seyahatinde, bazı anormal davranışları olmuştu. Bu gibi davranışlar, Kadıköy’e geldiğimiz günlerde de sürüyordu. Bu sebeple GATA, ya götürüp göstermeyi düşünüyordu Temmuz ayının sonunda Salı pazarına gitmiştik. Beraber dolaşırken, Yasemin’den biraz uzaklaşmış olduğumu fark ettim, Baktım etrafına bakıyordu. Anlaşılan beni arıyordu. Ona doğru giderek, ‘‘Geldim işte’’dedim. ‘sen de kimsin ’demez mi? Şaşırdım, kaldım. İkna edinceye kadar bayağı zorluk çektim. Artık şüphem kalmamıştı. Hastaneye götürmeliydim.
GATA’da Emekli üst subaylar için B Kliniği vardı, Oraya telefon ederek randevu aldım. Öğleden sonraları faaliyet gösteriyordu. Kayıt işlerini yapan hemşireye durumu anlatınca, Nöroloji doktoruna havale etti. İkinci sıradaydık. Hava çok sıcaktı. Doktor da biraz gecikmişti. Eşim, sıkıldı ve söylenmeye başladı. Oradan ayrılmak istiyordu. Zorlukla oturttum.
Nihayet doktor geldi, Birinci sıradaki hasta girdi. Bir müddet sonra da çıktı, Sıra bize gelmişti. Doktor, eşime ‘‘hangi gündeyiz, hangi aydayız vs. ’’ sorular sordu. Hiç birine doğru dürüst cevap veremedi. Yardım ister gibi, Benim yüzüme bakıyordu. Ve nihayet ‘’ Albay daha iyi bilir’ deyiverdi. Daha sonra, doktor denge hareketleri yaptırdı. Düzgün yürütmeye çalıştı vs.
Nihayet teşhisini koymuştu. ‘‘Alzheimer’’ dedi. Nedense, bu kelimeyi ilk defa duyuyordum. Doktor’a sordum. Eskiden bu hastalığa bunama deniyormuş. Doktora göre, bu ifade de yanlışmış. Bu hastalığı, Alman bilgini Alzheimer keşfetmiş ve onun ismiyle anılır olmuş. Ve doktor , konuşmasını şöyle sürdürdü. ‘‘Biraz geç kalmışsınız, Eşiniz, çocukluk ve gençlik yıllarını daha iyi hatırlayacak, son zamanlarını ise unutacak. Bir piramit düşünün, Tabanı daha geniş, yukarıya çıktıkça daralıyor. Bunun gibi, piramidin tabanı, çocukluk ve gençlik yıllarını, tepe tarafı ise son zamanları gösterecek. Yani, hatırlaması, piramit şeklinde olacak. Ben size üç çeşit ilaç yazacağım, bunları muntazam olarak alsın, kontrol etmem hem de rapor çıkartmam gerekiyor. Bu sebeple bir ay sonrası için hemşire randevu versin .’’Dedi.
Reçetenin kayıt işlemini yaptırırken, doktor hakkında da bilgi almıştım. Doktor yedek subaylığını yapan, Başer Bilgili isminde bir teğmendi. Fakat nöroloji uzmanıydı.
İlaçları eczaneden aldıktan sonra, Prospektüslerini okudum. Anladığım kadarıyla pek fayda sağlayacak değillerdi. Yan etkileri çoktu.
Bilgisayar’da Amerikan Alzheimer derneğini buldum. İnsan beyninde, hastalığın nasıl bir değişim sonrası meydana çıktığını, beynin hangi bölgelerinin etkilendiğini video şeklinde gösteriyordu. Ayrıca, risk Faktörlerini de belirtiyordu. Bu durumda, Amerikan Alzheimer derneğine de üye oldum ki gelişmelerden haberdar olabileyim. İnternetten Edindiğim bilgiye göre:
C. LK BELİRTİLERİ-(early stage)
Hastalığın ilk belirtileri, - (aile içi hariç)-doktor muayenesi veya sağlık testleri sırasında, bulunuyor . Hastanın bazı şeyleri hatırlaması sorularak ve düşünce koordinasyonu kontrol edilerek tesbit ediliyor..
Hastalık genellikle 65 ve üstü yaşlardaki, kadın ve erkeklerde görülüyor. Ama çocukluk ve gençlik yıllarında, aile içindeyken dikkat edilirse, % 30-%50 anlaşılıyor
kalbin her atışında, kanın %20-25 i arter damarlar vasıtasıyla beyne ulaşıyor.
Eğer çok düşünen bir insansanız, oksijenin % 50 sini beyin kullanıyor.
Bir de arter damarlardan başka, beynin tamamını besleyen (Whole Vessel Network) damar ağı bulunuyor.
Beynin ‘Cortex’ denen bölgeleri var ki bunlar: His etme--İşaret ve Ses algılama- - Koku algılama--Plan ve problemleri çözme, düşünceleri toplama-- Hatırlama ve depolama-İstek içi hareketleri kontrol etme--İstek dışı hareketler-- Sağ ve Sol Beyin Sinir Sistemi.şeklinde bölgelere ayrılıyor.
D. RİSK FAKTÖRLERİ
Genel olarak, bilim adamları, sebebini tam bilmeseler de, beyin hücrelerinde, bazen çocukluktan itibaren, bozulma olduğunu bulmuşlar.
-YAŞ: Bilinen en büyük unsur. 65- 85 yaş riski hemen, hemen %50 ye ulaşıyor.
-AİLE TARİHİ: Ailede, baba, ana, kız ve erkek kardeşlerde böyle bir hastalık(Çevre veya genetik de olabilir) görülürse, hastalığın gelişmesi mümkün.
-GENETİK:
Bu husus ikiye ayrılıyor:
-Çocukluktan itibaren hastalığın geliştiği bulunmuş ama, Bilim adamları tam olarak emin değillermiş. Bu tiplere APOE-e4 diyorlar.Ayrıca, APOE-e2, APOE-e3, Bunlar, öyle bir mavi noktalı proteinlermiş ki kollestrolü, kan basıncıyla beyne taşıyorlar. Her ailede APOE denen madde bireylerde var olmakla beraber, bunlar hastalıklıysa, bireylerde de hastalık oluşmaktaymış.. Yine de araştırmacılar bu konuda tam emin değillermiş!
-bazı bilim adamlarına göre: bu genetik tipi, hastalığa doğrudan sebep olmaktadır. Buna, Ailevi Alzheimer hastalığı Geni denilmektedir.
Böyle ailelerin Dünyada nadir ( birkaç yüz adetle sınırlı)olduğu tahmin edilmektedir.
-DİĞERLERİ:
-Yaşla ve genetikle ilgili olmasa bile, bazı risk faktörleri var ki bunlar da Alzheimer’e sebep olmaktadır.
-Başta yaralanma,
-Baş ile kâlp arasındaki damar bağlantısında bazı aksaklıklar,
-Yaştan kaynaklanan bazı sağlık sorunları.
YİNE EDİNDİĞİM BİLGİYE GÖRE:
Alzheimer hastalığı, değişken ve öldürücüdür. Halen Amerika’da 5.3 milyon hasta olduğu tahmin edilmektedir.
Beyin hücrelerinde harabiyet günlük hayatı etkiliyor, %70-%80 hatırlama kaybına sebep oluyor. Genellikle iyileşme yok. İlaçsız ve ilaçlı tedavi şekilleri genellikle hastaya biraz fayda sağlıyor.
E. HASTA BAKIMI (Care Giver)
En uygunu, aile içinde bakımdır.
-Hijyen(Temizlik)
Diş fırçalamak, tarak kullanmak, banyo, tuvalet, yeme, içme ve giyinmede temizliğe ihtiyaçları olmakla beraber bunları hastalar, kendileri yapamayabilirler..
Ancak bu gibi yardımlardan hastanın hoşnut kalamayacağı durumlar da olabilir. Bazen, Karşı koymaları da mümkündür. Bazen yukarıdaki temizlik işlerinin yapmış oldukları zehabına da kapılabilirler.
-Giyinme:
Nasıl giyineceklerini unutabilirler. Bazen kıyafetlerini değiştirme ihtiyacı duymayabilir ve toplum içine ev kıyafetleriyle çıkabilirler. Kıyafetleri düzenlemek, temiz ve basit kıyafetler edinmesini sağlamak aileye düşebilir.
-Yemek yeme:
Bazı hastalar, devamlı yemek yemek ister. Bazıları ise az yemek yer. Yemekleri, devamlı zevk alacağı cinslerinden yapmak gerekebilir. Yemek yerken, gerektiği kadar zaman verilmelidir. Yemek yerken, etrafta dikkatini çekecek şeyler bulundurmamak gerekir.. Hastalığın ileri safhalarında, yemek yedirmek durumunda kalabilirsiniz.
-Günlük Etkinlikler:
Sevdiği insanlarla bir arada bulundurmaya çalışın. Hoş görülü ve sabırlı davranın. Sevgiyle yaklaşın, güvenlerini kazanın.
-Emniyet:
İlk devrelerde ihtiyaç duymasa bile ileri devrelerde banyo yaparken, evde ve dışarıda yürürken hastalar, yardıma ihtiyaç duyabilirler. Mümkün olduğu kadar, bağımsızlığını zedelemeden, hemen müdahale edebileceğiniz bir mesafede bulunun. Mümkün olduğu kadar tehlike yaratabilecek gibi eşyaları ortadan kaldırın. Kayıp düşmemesi için, kauçuk altlı ayakkabılar tercih edin.vs. Banyo yapmasını teşvik emekle beraber, giysi ve havlularını hazır bulundurun. Zorlamadan, yumuşak dille, ikna ederek banyo yaptırın. Banyo içinin ve suyunun sıcaklığını kontrol edin. Banyo yaparken hastanın tutunacağı yerler sağlayın. Mutfakta ise, elektrik çarpmasına, gaz kaçağına, yanmalara karşı tedbir alın. Yalnız dışarı çıkıp kaybolmaması için kapıları kapalı tutun. Diğer kapıların da anahtarını saklayın.
2. GÜNLÜKLERİMDEN
Yasemin’in Alzheimer hastası olduğunu öğrendikten sonra günlük tutmaya başladım. İlk zamanlar, sanki normal hayatımız sürüyormuş gibi davrandım. Hem bizim evlilik hem de Gülcan’ın doğum yılı kutlamaları için Denizcilerin Fenerbahçe tesislerine giderek yemek yedik. Havalar ısınınca, birkaç defa Küçük Çamlıca’ya giderek, ağaçların gölgesinde, hem etrafın şahane manzarasını seyrettik. Hem de bir şeyler yiyip içtik.
Bir gün de Kız Kulesi karşısındaki, Havacıların lokaline gidip yemek yedik. Manzara şahaneydi. Tabii Gülcan ve görümcesiyle beraber. Yemekte hanımlar birer bardak da bira içmişlerdi. Güle eyleye yemek yedikten sonra, oturuyorduk ki Yasemin bir fenalık geçirdi. Hemen GATA Acil Servisine götürdük. Allahtan ki, 10-15 dakikalık muayene ve müdahaleden sonra sağlığı yerine geldi. Doktorlar Soğuk biradan Olabilir demişlerdi.
07 aralık 2004 ( İLKGÜNLÜK) İLKGÜNLÜK) Tuttuğum günlüklerin bazılarını (kayıtlarını) yazmaktan imtina ettim. Sebebine gelince: Aynı konuları, tatsızlıkları veya acıları tekrarlamak istemedim.
Yukarda tarihi belirtilen günlüğe göre: Yasemin, kızı Gülcan’la konuştu. ((Daha doğrusu, telefon numaralarını hatırlamadığı için, telefonu bana çevirttiriyordu ) ‘‘Size gelmek istiyoruz’’ dedi.. Öğle yemeğinden sonra gitmeyi alışkanlık haline getirmiştik. Onlar da zaten, sabah kahvaltısını saat 1100 civarında yapmak alışkanlığı edinmişlerdi. Çünkü geç kalkıyorlardı. Size geleceğiz dediği zaman hayret ettim. Çünkü bir gün önce Fenerbahçe deki, Denizcilerin tesislerine gitmiştik. Yine de Yasemini kırmak istemedim. Giderken ‘’Cuma pazarına uğrayıp kızıma bir şeyler alalım, nede olsa ilk defa gidiyoruz’’dedi. Hayret etmekle beraber, neticede pazara uğrayıp, Acıbadem yoluna devam ettik. Bu defa, ‘’Nereye gidiyorsun, yolu biliyor musun’’ demez mi!? Gülcanların evinin önünde durduk. ‘’Ne diye durdun, buradan kimi alacağız’’ diyerek yukarı çıkmak istemedi. Buna rağmen zorlukla merdivenleri çıktık. Asansör yoktu. üçüncü katta oturuyorlardı. Dairenin kapısında Gülcan’ı görünce ‘’Ben buraya gelmek istemiyordum ki!’’ sözüne karşılık, Gülcan da görümcesi de şaşırdılar. Nerdeyse geri dönüyordu, İçeri girip oturunca, yavaş, yavaş normale dönmeye başladı.
O9 mayıs 2005 ( ANNELER GÜNÜ.)
Uzun zamandır yazamamıştım Anneler günü sebebiyle, Sabahtan telefon edenler oldu. Gülşen’le Bülent, Doğu Anadolu seyahatine çıkmışlardı. Gülşen Oradan telefon etti. Öğleden sonra Gülcan aradı, Komşu Nur hanımla bir yerlere gideceklermiş. Annesi, ’’nereye?’’ diye sorunca, ‘’Bilmiyorum, anne’’ Demiş. Yasemin Endişelenmeye başladı. ‘’Onları gidecekleri yere biz götürelim’’ deyince, benim ağzımdan ‘’hayır’’ çıktı. Kıyameti kopardı. Söylemediği söz bırakmadı. Bana yaptığı iyilikleri saydı, döktü. Ağladı sızladı, ‘Sen koca değilmişsin meğer! Sen lanetin biriymişsin, Beni sen bitirdin. Git bu evden. Bir daha da geri gelme, bana geçineceğim kadar bana para ver, ben kızımı yanıma alır, yaşarım. Ne kadar cahilce bir iş yapmışım, kafamı taşa vursam nafile! Dünya’da sanki merhamet edeceğim insan yokmuş gibi! Süründürecek beni, maaşı kalmayacak, evin üstüne oturacak! Bana dostluk değil, düşmanlık beslemiş. Arabası var, maaşı var, Beni bizar edecek orospularla fink atacak.’’ Diye söylendi durdu. Bir müddet sonra sakinledi. Ama ben hayır demekle, hem onu, hem de kendimi üzülmüştüm. ‘’Gel, cep telefonuyla arayalım, nereye gittilerse, gidip biz getirelim’’ dedimse de akşama kadar konuşmadı benimle.
10.Mayıs 2005
Sabahları kahvaltı yaparken, bilhassa beyaz peyniri, gıdım, gıdım (Çok küçük parça) yemeğe başlamıştı. Halbu ki eskiden böyle yapmazdı. ‘Neden böyle az yiyorsun biraz daha büyük parça kessene’ dediğimde, ve bunu zaman, zaman tekrarladığımda, ‘ bize böyle öğrettiler, katık yapmamı söylediler’ diye cevap veriyordu. Anlaşılan . taa 1940, kıtlık yıllarını, ikinci cihan harbini hatırlıyordu. . Dün Doğu Anadolu gezisinden, Gülşen telefonla aramıştı. Maalesef, kızının telefon ettiğini unuttu. ‘‘Gülşen aramadı’’ diye tutturdu. Şimdi Gülcan yerine, Gülşen için senaryolar yazmaya başlamıştı. Dünkü hatayı işlememek için, ‘’cepten arayalım’’ dedim. Dedim ama, sanal konuşmacının sesini duydum. ‘Telefonu kapalı daha sonra arayınız’ diyerek. Teselli etmeye çalıştım.. Defalarca aradıysam da nafile. Saat 19.00 da tekrar aradım yine cevap alamadım. Kim bilir nerelerdeydi. Muhtemelen telefonun çekmediği yerlerde, veya otobüste, telefonu kapattırmışlardı. Artık sızlanışını, dikkatini başka yerlere çekerek gidermeye çalışıyordum. zaten, sonradan Gülşen ile konuşma isteğini unutmuştu bile!
11. Mayıs 2005
Yaz temizliğine başlamıştık. Daha doğrusu, bir plan dahilinde, ben başlamıştım. Evin temizliğini senelerdir beraber yapardık. Son zamanlarda ise, temizlikçi kadın tutmuştuk. Uzaktan geliyordu. Ayrıca iki tane de çocuğu vardı. Önce benim yapacağım işleri bitirmek istiyordum. Örneğin, bütün giysileri gar dolaplardan çıkaracak, balkona asıp havalandıracak, İki gar dolabın içlerini silecek ve yerleştirecektim. Bakalım Yasemin gibi yapabilecek miydim? Beş kapılı gar dolabın bir tarafında kışlıklar bir tarafında da yazlıklar olacaktı. Yatak odamızdaki gar dolabın içinde mevsim giysileri bulunacaktı. Misafir yatak odasındaki gar dolapta ise, mevsim dışı giysiler.
Öğleye kadar ancak bu işleri yapabildim. Çünkü Gülcan’la konuşmuş, Ö.sonra oraya gidecektik.
abaya bindik, Dörtyolu geçerken ‘‘Nereye gidiyoruz’’ diye sormaz mı! ‘’Gülcanlara gidiyoruz’’ dediğimde, ‘ ‘ ne işimiz var Onlarda’’? Ben, ‘’sabahleyin telefon ettin ya, Gülcan da gelin demiş!’’ ‘’Benim haberim yok öyle bir şeyden, ben telefon etmedim’’ dedi.
Aynı şeyleri Gülcan’a anlattığım zaman da aynı söylediğini tekrarladı. .. ‘’Gülcan da telefon ettin ya anne, Hatta sizin için kek , kurabiye yaptım.’’ Dedi. Oturmuş muhabbet ederken, bana hitaben ‘’Haydi bizi Küçük Çamlıca’ya götür’’ dedi. Ben de onu üzmemek için kabul ettim. Gülcan’la Görümcesi hemen hazırlandılar çıktık.
Küçük Çamlıca, Gülcanlara yakındı. Deniz manzaralı bir masa bulup oturduk. Gülcan’ın getirdiği kek ve kurabiyeleri, gazinodan çay ve meşrubat alarak yedik, iştik. Hepimiz de memnun kalmıştık. Yasemin de çok memnun olmuştu ki ’’Tekrar gelelim’’ dedi. Biraz da üşümüştü, saat 1800 e doğru kalktık. Gülcanları bırakıp evimize geldik.
14. Mayıs 2005
Salon çerçevelerinin boyaları yer, yer kabarmıştı. Onları spatula ile temizleyip, boyamaya karar verdim. Eşim kahvaltıdan sonra, her zamanki gibi, halsizliğim var diyerek koltuğa oturmuştu. Ben çalışmaya başladığımda uyuyordu. Bir ara gözlerini açtı. ‘’Kalk, kalk, o işi bırak, eve girip, çıkan belli değil. Bizim yatakta da yatmışlardır. Ben o yatakta yatmam. Hemen, yorgan ve yatak çarşaflarını değiştirip, banyo yaparız, sonra çamaşır yıkarız’’ dedi. Ben, ‘’ evde bizden başka kimse yok’’ diye itiraz edecek gibi oldum ama sert tepki gösterdi. Mecburen kabul ettim. Çamaşır, banyo derken saat 1430 u buldu. Öğle yemeği yedik. Biraz dinlendikten sonra Gülcan’a telefon etti. ‘’Geldik, evi temizliyoruz’’ demez mi? Ona göre: Bu evi kiraladık, bir yerlerden taşındık ve evi temizledik.
Her zaman olduğu gibi, bu evi 1982 yılında satın aldığımızı, Bu dairenin bize ait olduğunu, hatta yarı hissesini kendisine verdiğimi, söylüyorum ve tapusunu getirip gösteriyorum. Hayretle bana bakıyor. Tam olarak da inanmıyor.
16. Mayıs .2005
Kahvaltıdan sonra cam önünde oturuyoruz. ‘’Bu evde kaça oturuyoruz?’’ dedi. ‘’Evi kira ile tutmadık ki. Ev kendimize ait’’. diye cevap verdim. Ve hikâyeyi tekrarlıyorum. ‘’İyi ki almışsın! Parayı nereden buldun’’? Diyor. Evveliyatını hiç hatırlamıyor.
Karşısında sabahtan akşama kadar oturayım istiyor. Devamlı konuşuyor. Bilhassa, Gülcan için çok üzülüyor. Gülcan’ın durumunun iyi olduğunu, gerekli desteği verdiğimizi söylüyorum. Fakat anlattıklarımı unutuyor ve üzülmeye devam ediyor.
Anneannesine ait evin, Dayısının vefatı üzerine kızlarına kaldığından, belki de evi, çaldıklarından, kendi üzerlerine geçirdiklerinden bahis ediyor. En çok sevdiği yeğeni olmasına rağmen, ortanca yeğenini baş belası olarak görüyor.
Uzun zaman sonra, ilk defa küçük balkona çıktı. Bir ara, ‘’Buraya geldik, öbür evin kapısını iyi kilitlemedinse hırsızlar girer.’’deyince, yine ev hikayesini anlatmak durumunda kaldım.
Bir ara balkondan içeri girdik. ‘’Gülcan’a telefon edeceğim ama, çeviremiyorum ki, bir el telefonu olsa!’’ diye yakındı. El telefonu dediği sabit telefonun seyyarıydı.
Salona girdik. Genellikle kapalı tuttuğu panjurları açtı. ‘’İçimde bir sıkıntı var’’ diyerek koltuğa oturdu. ‘’Buraya nereden geldik? Dün beni bir eve götürdün, Küçük bir evdi. İki odalı mutfak banyo. Hatta orada banyo yaptım. Gece orada kaldık. Orayı satın aldığını, yarısını da benim üzerime yaptığını söyledin’’ dedi. Yine ev hikayesini tekrarladım. Bu defa, ‘sen, bana yalan söylüyorsun. Deli diye herkese yutturacaksın, sonra sefa süreceksin veya sokağa atacaksın. Beni buraya getirdin, maskaramı çıkardın. Beni buraya iyi bir maksatla getirmemişsin. Allahından bul, Allah belanı versin. Artık bu evden bir yere ayrılmıyorum. Senin gırtlağını sıkarım. Gücüm yetse seni pencereden dışarı atacağım. Sana niye yardım ettim. Cehenneme gitseydin! Peşinden geldiğim için ne kadar pişmanım! Apar, topar getirmen meğer maksatlıymış, Gül bin’i ne zaman gördün?’
-20 gün önce hastanede rastladık. Sen de vardın. Fizik tedavisine gidiyormuş.
-Ona anahtar da vermişsindir. Belki de içeri alıp sakladın. Beni öldüreceksiniz! İkiniz de serserisiniz! Ama ben Allaha sığınıyorum!’
Üzüntü ve stresten öyle bitkindi ki sokak kapısının kilitli olup, olmadığını kontrol ettikten sonra, yatak odasına gitti. Başını yastığa koyar, koymaz uyudu.
Bana göre, hastalığı, gün geçtikçe ciddileşiyordu. Dikkat ettim de, cevap verirsem veya gerçeği söylersem, tepkisi artıyor ve beni suçluyordu. ‘’Beni bu hale sen getirdin’’ diyordu.
19-Mayıs-2005
0400 de ‘‘tuvalete gideceğim, bana yardım et’’ diye uyandırdı. Odanın kapısı kapalı, yerimden kalkmadan tarif ediyorum ama, yine de içime sinmiyor, kalkıp tuvalete götürüyorum.
‘’Biz nerdeyiz, buraya ne zaman geldik Çok kalabalık vardı. Bir yerlerden geldik’, diyor. Evde pek çok insan olduğundan bahsediyor. Senin işin var mı? Nasıl geçiniyorsun? Evli miyiz? Gibi pek çok soru soruyor. Cevap veriyorum ama vakit geçiyor. Kalkmışken sabah namazımı kılıp yanına yatıyorum.
28-Mayıs-2005
Saat 2130 da silah zoruyla yattık. Ben yatakta, günlük yazıyorum. Vakit kalırsa da okuyorum. Genellikle, 2300 de yatıyorum.
Gece, ‘‘Yusuf beni tuvalete götür’’ diye uyandırdı. Kalkıp götürdüm. Yattık. 20 dakika sonra tekrar uyandırdı. Bu defa ‘‘Oda kapısını aç, bir adım at, solda tuvalet kapısı var , onu da açarsan tuvalete varmış olursun’’ diye tarif ettim. Dediğimi yapmadı. Benim götürmemde ısrar ediyor. ‘‘Peki’’ dedim ama biraz geciktim. Küfürler başladı. ‘’Allah belanı versin! İşe yaramaz koca. Senin peşine takılıp geldim. Bir başka eve gidiyoruz, bir buraya geliyoruz. Doksan tane insan var. Burada onların oturduğu yerde oturmam ben. Yattığı yerde yatmam, bir kulübem olsa da yalnız yaşasam..’’diyor.
Üzerine gidersem, büsbütün hırçınlaşacağını biliyorum. Onun için susuyorum.
Gece ‘’terledim’’ diye uyandı. Henüz hava sıcak ama battaniye örtüyor. Çamaşırlarını değiştirdim. Bu arada, vücudunu kolonyalı pamukla da sildim.
Sabahleyin yatağı düzeltirken, çarşafları da değiştirdim, her ihtimale karşı, ince battaniye çıkardım. Sonra da makinede çamaşır yıkadım.
Bir ara Gülcan’a telefon edecekti ama ismini çıkaramadı. ‘Hani şu görümcesi var ya!’ diyor.
Gündüz, TV. açma adetimiz yok. Zaten pek sevmiyor. Geçmiş yıllar, hem haberleri dinler, hem de film seyrederdi. 2130 da yatacağım diyerek kalktı. Tuvalete girip çıktı. ‘‘Senin yanındaki o yaşlı adam kimdi’’? demez mi? ‘’Öyle bir kimse yok’’ diyorum. ‘ ‘Sana mı inanayım, kendi gözlerime mi? Beni deli mi etmek istiyorsun!. Allahtan sağlam bir insanım da senin yalanlarına dayanabiliyorum’’ diyor. Susuyorum.
30-Mayıs-2005
Kahvaltıdan sonra yine halsiz. Koltukta uyuyor. Bir ara uyandı. ‘Menekşe’ye Allahaısmarladık demedik’ diye tutturdu. Cuma günü, İzmit’e saç boyatmaya gitmiştik. Menekşenin kocası kuaför Tuncaydı. Ama bir türlü, Menekşenin Tuncayla evli olduğuna inanamıyordu. ‘‘Onun gözü yükseklerdeydi. Belki ikinci evliliğini Tuncayla yapmıştır’’ diyordu. Hal bu ki Tuncay çok efendi bir insandı, hepimizin sevgisini kazanmıştı. Çıkarıp evlilik resimlerini, Bizimle muhtelif yerlerde çektirdiğimiz fotoğrafları gösterdim. Hatta kızları Elifle çektirdiğimiz resimleri de gösterdim. Tam değilse bile biraz ikna oldu. Nihayet, İzmit’e, Menekşe’ye telefon ettik. Menekşe’nin verdiği habere göre, Elifler Antalya gezisinden dönmüşler, evlerinin badanası devam ,ediyormuş.. Torun Noyan, karısından boşanmıştı. Fakat anneannesine söyleyememiştik, üzülmesin diye. Aslında benim de teferruattan haberim yoktu. Bir ara Gülşen telefonda haber vermişti. Arada Nilsu da vardı ama, ne olup, bittiğini ben de pek bilemiyordum.
Ö .sonra, ‘‘Menekşe’ye tekrar telefon edelim, Elifler gelmiş, gözünüz aydın diyelim’’ diyor. Sabahtan söylediğimizi belirtiyorum. İkna oluyor. Bi ara, ‘’Evimizi bırakıp, buraya niye geldik. Ya orada bir şeyler unuttuysak’’ diyor.
Yine Çingeneler, Pazar dağıldıktan sonra, ortalıkta görünmeye başladılar. Halbuki Belediye yasaklamıştı. Çoluk, çocuk, her tarafta yaylım, yaylım. ‘’Ya bize bir şeyler yaparlarsa’’ diye korkuyor. Ne kadar ‘’bize bir şey yapmazlar’’ dedim se de pek ikna olmuyor.
01-Hz-2005 Cuma
Tam öğle yemeği yiyecektik ki, pencereden bakınca, Gülcan, görümcesi Selma ve komşuları Nur hanım, bize doğru gelirlerken gördüm. Yasemin pek sevindi. Hal bu ki hep öğleden sonra gelirlerdi. Meğer, Mahmut babadan, çocuklara iş bulunsun dileğinde bulunmak için erken gelmişler. ‘’Beraber yemek yiyelim’’ diye ısrar, üstüne, ısrar. Halbuki onlar kahvaltıyı saat 10.00-1100 arası yapıyorlar. Dolayısıyla, İkindi kahvaltısını Biraz erken yaparız düşüncesiyle biz de yemek yemekten sarfınazar ettik.
Allaha şükür, genellikle, sütlaç, muhallebi evde eksik olmazdı. Eh kek, kurabiye de vardı. İşimiz bi çay yapmaya kalıyordu. Saat 1400 da kahvaltı yaptık. 1430 gitmeye kalktılar. Her zamandaki gibi, çocukları biz götürelim diye ısrar etti. Gülcan ‘’Pazardan alışveriş yapacağız, anne ‘’ deyince ısrardan vazgeçti. Ama ‘Eve gider, gitmez telefon etmeyi unutmayın’’ diye tembih etti. Netice de sevdiği insanlarla bir arada bulunmaktan hoşlanıyordu.
10-Hz-2005
Öğle yemeğinden sonra cam önünde oturuyoruz. Bilhassa Gülcan’ı konuşuyor. ‘’Bir de yakında oturan var. Nerede O’’ Diyor. Sanki üçüncü bir çocuğu varmış onu arıyormuş gibi!, Zaten, bazen de ‘’üç çocuğum var’’ diyor.
Evi de çocukları da ayrı, ayrı izah ediyorum. Çocukları hatırlıyor, küçüklüklerini. Ama evin satın alma durumunu tamamen unutmuş görünüyor. ‘’Sen bana doğruyu söylemiyorsun, zaten kafamı karıştıran sensin’’ diyor. Ona göre en kötü benim. Bazen ağlıyor, ’’ölmek istiyorum’’ diyor. Sanki hayata küskün. Ben ise, çok, çok üzülüyorum.
18-Hz-2005
Öğleden sonra, Gülcan’ı aradı. Cevap veren çıkmadı. Engin evde olsa bile telefona çıkmak istemediğini biliyorduk. Yasemin’de endişe başladı. Neyse ki yarım saat sonra Gülcan aradı. Sesini tanımadı. ‘‘Sesin bi acayip geliyor kızım’’ diyor. Ben de duyuyorum. Gülcan, ’’Anne cep telefonundan arıyorum, ses farklı çıkıyor, çarşıdayız’’ diyor. Ve telefon kapandı. Endişesi arttı. Bu defa bana yüklenmeye başladı.’’Sen adam değilsin ki, arabayla oraya gidip kızı alalım. Evine götürelim!’.’
Israrından, Gülcan’ı tekrar aradım. Telefonu eline verdim, konuştular, Gülcan, ‘’Ben eve gidince seni ararım anne ‘‘ diyor. Biraz sakinler gibi oldu ama, Gülcan eve gidip arayıncaya kadar huzursuzluğu devam etti.
20-Hz-2005
Yasemin’den öğrendiğim gibi kayısı reçeli yaptım. Güzel de oldu. Öğle yemeğinden sonra, peşimi bırakmıyor. Halbuki koltuğa oturup biraz kestirirdi. Nihayet baklayı ağzından çıkardı. ‘’Gülcan hasta, geçmiş olsun demeye gidelim’’ dedi. Hasta olmadığını, daha yeni görüştüğümüzü söyledim. Bana çok kızdı. ‘’Götürmezsen, kendimi pencereden atarım, Yusuf beni camdan attı diye bir de mektup bırakırım’’ dedi. Yoksa Gülcan’a kızıyor muymuşum!? O sessiz, Dünyanın en iyi insanıymış,! neler, neler….
Neticede, ‘’telefon et, gidelim’’ demek mecburiyetinde kaldım. Saat 1300de telefonu çevirip eline verdim. ‘’Hemen geleceğiz’’ dedi ve hazırlanmaya başladı. Gar dolaptan giysi seçmesi yarım saat sürdü. Topluyken alınan giysiler bir türlü olmuyordu. 33 kiloya düşmüştü. Artık bundan sonra giyinirken ben yardım edecektim.
Güya hasta ziyaretine gidiyoruz. Migros’tan bir şişe kolonya aldık. Dörtyol’a gelmeden ‘’kime gidiyoruz?’diye sordu. ‘’Sen telefon ettin, Gülcanlara gidiyoruz’’ dediğimde, ‘‘Benim telefon ettiğimden haberim yok, niye gidiyoruz’’ demez mi!? İkimizin de sinirleri bozuk olarak Gülcanlara vardık. Sık, sık geliyoruz, onları da meşgul ediyoruz diye üzülüyorum. Her neyse Gülcan da annesinin durumunu bildiği için anlayış gösteriyor. Oturduktan sonra, ‘’Kızımı gördüğüm için sevindim, aslında, biz hastaneye gidiyorduk, Yusuf’un bir akrabası hastaymış da !’’ diyor.
Gülcan da ‘’Anne telefon ettin konuştuk’’ diyor ama, inkâr ediyor, ‘’Telefon etmedim, hepiniz yalan söylüyorsunuz, veya ben gerçekten delirdim, belki de Yusuf beni başından atmak istiyor, siz de yardım ediyorsunuz!’’ diyor…..
Ayağa kalkıp ayrılmadan, Gülcan!a annesini tuvalete götürmesini söylüyorum. Tuvalete gitmek istemiyor. Evden ayrıldıktan sonra da, tuvalet ihtiyacı olduğundan söz ediyor. Ev biraz daha uzak. Bu sebeple, ’’ Carrefour’a gidelim, hem tuvalete girersin, hem de bir şeyler alırız,’’ diyorum, razı oluyor.
Arabayı park yerine koyduktan sonra, önce tuvalete götürüyorum. Orada görevli bir kadına yardım etmesi için rica ediyorum. Bir müddet sonra kadın gelip, telaşla, ‘’eşiniz düştü’ ’diyor. Zaten ben de bi sesler duyup merak ettiğimi hatırlıyorum. Başka bir hanım, eşimi, bayanlar tuvaletinden getiriyor, ama bacağı biraz aksıyor. Meğer, Tuvaletin iki kapısı da, açmak için ittiğinde, üstüne düşmüş. Kapı arızalı olduğu halde, kimse farkına varmamış, kabak bizimkinin başına patlamış. Alışverişi ve tuvalet işini unuttuk ve hemen eve döndük. Lasonil sürmek suretiyle bacaktaki morluğu tedavi etmek istedim. Allahtan bir iki gün aksayarak yürüdü ve sonra iyileşti. (Sonradan düşündüm de , o telaş içinde, Carrefour yöneticilerini haberdar etmek, ikaz etmek hiç aklıma gelmemişti)
07-07 -2005. SALI
Ö.sonra, Gülcan yalnız geldi. Görümcesi ilaç yazdıracakmış. Annesi konuştukça, o da dertlendi. İki delikanlı, 30-40 yaşlarında. İkisi de işsiz. Büyüğün o tarakta bezi yok ama, küçüğü evlendirmek istiyor.. İş bulursa tabii. Kiracısını çıkarıp, o daireyi oğluna verecek. Tamirat, kombi vs. masraflar derken dünyanın parası, düşündürüyor insanı. Üstelik Gülcan, bir de annesine üzülüyor.
İkindi kahvaltısından sonra, üçümüz de arabaya bindik. Pazara gittik. Biz arabada otururken Gülcan Pazar işini bitirdi ve evine kadar götürüp bıraktık ve döndük.
21-7-2005
Gece bana seslendi. ‘’Tuvalete gideceğim, yolumu bulamıyorum, gel bana göster’’ dedi.. Yine ipler kopmuş durumda, yabancı bir yerde kalıyorum zannediyor. Yatak odasının kapısını açınca, ‘’ ‘aa! Bizim eve benziyor’’diyerek hayretini belli ediyor.
Sabah kalktığımızda söyleniyor. ‘’Beni bilmediğim yerlere getiriyorsun. Binlerce insan tuvalete girdi, çıktı. Kendilerini görmüyorum ama ayak seslerini duyuyorum. Bu eşyalar bizimkine benziyor, ne zaman taşıttın buraya!? Benim hayatımı mahvettin! Ben sana elimi uzattım. Sen bana kötü davranıyorsun, Allah sorsun sana!’’
31-7-2005
Saat 2300. Yasemin yatmıştı. Ben de bilgisayarın başındaydım. On dakika sonra salona geldi. ‘‘Çocuğum daha çalışacak mısın? Beni yukarı çıkarıver’’ dedi. Tuvalete girdikten sonra, yine aynı şeyde ısrar etti. ‘’Yukarısının bize ait olmadığını, başkasının oturduğunu, bu dairenin bize ait olduğunu, kocası olduğumu ‘’ anlattım. Kıyamet koptu. ‘’Ne utanmaz insansın, Lânet olsun senin gibi insana! Hiç böyle bir şey başıma gelmedi. Sen ne mikrop adam mışsın,? Hiç hayatımda böyle bir şey olacağını bilmiyordum. Başıma bu da mı gelecekti? Bırak beni gideyim. N e çirkin bir şey geldi başıma, zangoç gibi çıktı karşıma. Ben yukarıdan aşağıya indim, yine yukarı çıkmak istiyorum’’ diye söylendi durdu.
Ben yine ‘’yukarısının bize ait olmadığını’’ söylüyorum. O ise konuşmaya devam ediyor. ‘’Bu adam demek ki serserinin biri.’’ Bu arada evin içini dolaşıyor. ‘’Burası benim evim, bu eşyalar benim. Bu evin erkeği vardı! Ne yaptınız? Öldürdünüz mü yoksa? Bize arkadaşlık eden kadını ve kocasını ne yaptınız? Böyle yüzsüz, terbiyesiz insan görmedim.!’’ Kapının önünde, kapıcının çöp topladığını duyunca, Kapıyı açtım. Oğlu Resul muş. Hemen ona şikayet etmeye başladı. Resul da ’Yusuf amca seni yatırır, emniyetli eldesin’’ deyince. ‘’Sen de onunla beraber mişsin’’ diyerek söylenmeye devam etti. ’ ‘Ben sana senelerdir ekmek yedirdim. Ne utanmaz insan mışsın.’’ Artık hareketleri daha aşırı(Agresif) ve kızgındı. Çareyi Gülcan’ı aramakta buldum. Telefon ettim. ‘’Enginle bir taksiye atlayıp gelin’ diyorum. ‘’ O ise, ‘’Sen benim kızımı nereden tanıyorsun, bana utanmadan aynı yatakta yatalım diyorsun!’…..
Nihayet saat 24.00 e doğru, Gülcan ile Engin geldi. İkna için yarım saatten fazla konuştular. Ben resimleri gösterdim. O hâlâ konuşuyor. ‘‘Bizim kapıcımız O, herkesin işini gördüğü gibi, benimkini de görüyor. Bana yardım ediyor. Ne utanmaz insanmış meğer !’’
Gülcan, ‘’Anne! Yusuf ağabey nasıl kapıcı olabilir, arabasıyla bizi gezmelere götürüyor, Ordu evlerine götürüyor, yemek yediriyor.!’’
Gülcan’ın dediklerini dinlemekle beraber, iddiasını sürdürüyor. Netice Engin de konuşmaya başlayınca, yavaş, yavaş ikna oldu, Onlar da 0130 evlerine gitmek istediler. Onları bırakıp geri döndük. Bu defa aynı yatakta yatmama ses çıkarmadı. ( Bunun gibi, bir kaç defa aynı duruma düşecek, gece yarıları, Gülcan ile Engin’in taksiye binip acele gelmelerini isteyecektim)
08—8-2005
Genellikle, uyuyup, uyandıktan sonra, garip davranışlarda bulunurdu. Bu gün ise uyumadan da değişim göstermeye başladı.
‘‘Bu evin sahibesi nerede? Evin kızı nerede? Yaşlıca hanım vardı, ayrıldı mı?’’
Paralarını sayıyor, çantasını saatlerce güya tanzim ediyor. İşe yaramayan para zannedip, jetonları çantasına koyuyor. Bir yerlere gidecekmiş gibi hazırlıklar yapıyor.
12-08-2005
Öğle yemeğini erken yedik. 1230 da Cengiz bey telefon etti. (Hasan dayısının damadı. 74 yaşında, müzisyen, kanunî) ‘’Sizi ziyaret emek istiyoruz’’dedi. Ben de, ‘’Buyurun, gelin’’ dedim.
Merak etti, ‘’bunlar kim?, neden geliyorlar, neden geciktiler, telefonları var mı? Telefon edelim’’ diye söylendi durdu.
Saat 1515 de balkona çıktım, bakıyorum. Gülsen, yanında alımlı, güzel biri. Arkadan arabayı park edip Cengiz bey de yetişti. Kapıyı açtık asansörü bekliyoruz. Geldiler, meğer yanlarındaki, iki kızından küçüğü Nurhan imiş. Epey zamandır görüşmemiştik. Suudi Arabistan Hava Yolarında Hosteslik yapıyordu. Oradan erken emekli olmuştu. Neşeyle girdiler, halasına sarıldı. Tabii halası onları tanımadı. Oturduk, hoş, beş, derken ‘ ‘neden geç kaldınız ‘‘diye serzenişte bulunuyoruz. ‘’Öğle yemeğini beraber yerdik’’ diyoruz .
Oturup, konuşmaya başlıyoruz. Doğal olarak, Yasemini bu halde ilk defa gördükleri için çok üzgündüler. Bir ara Nuranin gözlerinden yaş akmaya başladı. Onunla beraber biz de duygulanmıştık. Ama yapılacak bir şey yoktu. Bana dönerek, ‘Yusuf bu hanım kim’ demez mi! ‘’Hasan dayının kızı, Gülsen, Bunlar da kızı, ve kocası Cengiz‘’ dedim. ‘’Daha önce neden tanışmadık’’ deyince, Nur hanın üzüntü ve göz yaşı büsbütün arttı. Göz yaşlarını saklamak için hemen balkona çıkıp, sigaraya sarıldı. Çay zaten hazırdı. Kek, kurabiye, çay, sonra da sütlaç ikram ettim ama, Cengiz’den başkası fazla bir şey yemedi. Daha ziyade eskilerden, rahmetli olan Gülsenin babasından, babaannesinden bahsedildi. Bütün konuşmalar, üzüntü içinde geçti. Fazla oturmayıp kalktılar. Hatta Gülsen, kafa karışıklığından, kapının dışında , ayakkabısını giyerken düşme tehlikesi bile atlattı.
13-8-2005 cuma
Öğle yemeğinden önce, Gülcanlara gitmek niyetiyle, telefon etti. Gülcan da ‘’Özcan hanıma gideceğiz’’ demiş. Sesini çıkarmadı. Ö.sonra, baktım Gülcan yalnız çıkageldi. Annesi tuvaletteydi. Onu salonda oturur görünce hem şaşırdı hem sevindi. Balkona çıkıp, orada, çay içtik, bir şeyler yedik. Bir ara ben Migros’a gidip, (daha olgun ve tatlı çıktığı için) karpuz alıp, geldim.. Döndüğümde durumlar değişmişti. Gülcan’a, Menekşe diye hitap ediyordu.
‘‘Gülcan’ı evine bırakalım’’dedi, kabul ettim. Gülcan Pazar alışverişi yapsın diye durduk. Gülcan dönüp arabaya bindikten sonra,’’Ben senin büyük kızınım’’diyerek ikna etti ama bu defa, sanki onu ilk defa görüyormuş gibi, ‘’Ne diye daha önce kızımı bana tanıtmadın’’ diye bana serzenişte bulunuyor. Evin önünde durup arabadan inerken de Gülcan’a, ‘’Madem, benim kızımmışsın da neden benim haberim yok’’diyerek, üzüntülü ve ağlamaklı, oradan ayrıldık.
14-8-2005 cumartesi
Gece kalktığını duydum. . Uyandığımda, evde dolaşıyor, ayağında pijama pantolonu yok. Söyleniyor. Pijamasını Bulup giydirdim. Tekrar yattık. Bize göre biraz geç kalktık. Biraz sinirli görünüyor. Bana ‘Anneanne ‘diye hitap ediyor.
Yeni aldığımız çamaşır makinesinde ilk defa çamaşır yıkayacağız. Çamaşırları, koydum, makinenin ayarlarını yapıyorum. ‘’Anneanne!, makineyi kurcalama, Yusuf gelirse kızar’’diyor.
Yemekten sonra da eskilerden başlı yarak dakikalarca, durumumuzu anlattım ve Yusuf olduğuma ikna ettim. Ama Yasemin’in durumuna çok üzülmüş, ağlamaklı olmuştum. Namaz kılarken de bize yardım etmesi için, gözyaşları dökerek, Allahtan yardım istedim.
20-8-2005
Bu gün Hasan dayısıyım. En büyük endişesi parasız ve desteksiz kalmak. Ayrıca evden çıkarılma korkusu da var. Sabahtan, akşama kadar ikna etmeye çalışıyorum.
Defalarca evin tapusunu gösteriyorum. Beş dakika sonra unutuyor. Baştan sona yaşam hikayemizi anlatıyorum. Evlenme cüzdanımızı, resimleri gösteriyorum. Okuyor, bakıyor, hayret ediyor. Biraz sonra, ‘’ O evde eşya kaldı mı?’ Diyor.
Evde isimlerini bilmediği insanlar görüyor, ‘’Nereye gitti bu insanlar’’ diye söyleniyor. Bir ara evin eşyalarına baktı da , ‘’Bunlar bizimkilere benziyor’’ dedi. Gar dolapların içini gösterdim..’’Bunların hepsi bizim’’ dedim. ‘’Bunları nasıl taşıdın? Kiminle taşıdın,? insan bi haber vermez mi? Beni adam yerine koyan yok’’diye söylendi durdu.
25-8-2005
Sabahleyin kalktıktan sonra, ‘Anneannem nereye gitti? Şimdi buradaydı. Tabii yaşlı kadına surat edersen, o da çeker gider’’ Her tarafı aradı. Ve ‘‘Ben şimdi onun evine mi gideyim? Sen beni götüreceksin! (Rahmetlinin evi ise, İzmit, yukarı pazarda)
İkna ederek, Fenerbahçe Ordu Evine, ilaç yazdırmaya gittik.
Dönüşte, evde, yaşlı bir kadın arıyor. Balkondan sokaklara bile baktı. Nerdeyse seslenecek.
Bir ara, ‘’arabaya benzin alırsan parasını ben vereceğim’’ dedi. Nereden icap ettiyse!
Akşam yemeğinde birileri var. Sofrayı terk edip gidiyorlar. Çok sinirleniyor. ‘’Oğlan, kız, yaşlı kadın gitti!. Gitsinler ama haber versinler, yemek yediler mi? Yemediler mi onu da bilmiyorum?’ Zehra bozuntusu da gitmiş.’’ ‘( Zehra dediği de, anneannesinin yeğeni, kendinin çocukluk arkadaşı)
Hele bi kimse yoktu deyiver, kıyamet koparıyor.
26-8-2005
Salı günü konuştuğumuz gibi, bu gün Ö.sonra Gülcan’lara gideceğiz.’’Madem torunumun yaş günüymüş, bir hediye alalım’’dedi. ‘’Para vereceğim, istediğini alsın’’ dedim. Yine kıyameti kopardı. Carrefour’a gittik, acıbadem kurabiyesi aldık. Ama yine de niyetim her zaman olduğu gibi, hem Onun, hem de kendim adına para vermekti.. Gülcan’lara gittik. Komşuları Nur hanım da vardı. Beni onlara ‘’Hasan dayım’’ diye tanıttı. (Hal bu ki böyle kalabalık toplantılarda, genellikle kocam diye tanıtıyordu) Herkes de şaşırdı. Hava çok sıcaktı, eve döndüğümüzde banyo yaptık. Allahtan ki şimdilik banyoya itiraz etmiyor.
Yatarken, doktor’un daha az yan etkisi olur tavsiyesine uyarak Saraquel veriyorum. Ama başlangıçtan bu yana ilaçlardan hep şüphe etmişimdir.
29-8-2005 pazar
Kahvaltıdan sonra, Aricept verdim. Halsizlik ve kâlp sıkışıklığından şikayet ediyor. Bu defa Dilaltı verdim. Biraz daha iyi.
Saat 1100 civarında, yatak odasına girdi. Bohçaları karıştırıyor, Bana çıkarıp mendil verdi. ‘’Param yok ki daha fazlasını alayım’ ’dedi. Ona göre İtalya’dan getirdiğimiz her şey, anneannesinin armağanı. Anneannesinin rahmetli olduğunu bir türlü kabul etmiyor. Hasan dayısı da, akrabası Cemal ağabeyini de öyle. halen onları sağ biliyor.
Saat 1400 civarında arkadaşı Perihan hanım geldi, Çok eski arkadaşlar, Perihan hanımlar, Yel değirmeninde, bahçe içinde, ahşap bir evde oturuyorlardı. İki oğlu var. Şimdi evli barklı insanlar. Yasemin ayrıldıktan sonra, çocuklarına yakın olmak maksadıyla, bir hafta-on gün Perihan hanımlarda kalmış. Biz evlendikten sonra da Perihan hanım Eskişehir’e misafir gelmişti.
Her misafir gibi Arkadaşını da güler yüzle karşıladı. ‘’Bizim burada olduğumuzu nasıl öğrendin’’ dedi. O da, ‘’Kargalar söyledi’’ diye espri yaptı. Ama bizim ki konuştukça, hasta olduğunu anladı. Ben de durumunu anlattım, çok üzüldü. Buna rağmen arkadaşı çok konuşkan bir kimse olduğundan, çene çalmaya devam etti.
Çay içerken, bizim bu evde, kirada oturduğumuzu söyleyince, arkadaşı ‘‘Bu ev sizin, 23 yıldır burada, kendi evinizde oturuyorsunuz’ dedi. Ben de tapuyu getirip gösterdim. ‘’Unutma, artık ben şahidim, bu ev sizin’’deyince pek memnun oldu. Saat 1800 de giderken yine ‘’biz götürelim’’ diye ısrar etti. Ama arkadaşı kabul etmedi. ‘’100m. İlerde otobüs durağı var, bak otobüsleri görüyorsun, ona binip gideceğim’’ deyince razı oldu.
Gece yatarken, Saraquel vermek istedim, almadı. Gülcan’a telefon ettim. O da telefonda ısrar etti ama yine almadı. ‘’Ayrı yataklarda yatalım’’ dedi. Ben de kabul ettim. ‘’Sen yatak odamızda yat. Ben misafir yatak odasında yatarım’’ dedim. Bilgisayar’ın başına geçtim. On dakika sonra geldi. Ne de olsa 49 senelik alışkanlığı var. ‘’Haydi gel, nasıl olsa yatak geniş, sen bir tarafta, ben bi tarafta, ağabey-kardeş gibi yatarız’’ dedi ve ilave etti, ‘’Sen benden büyüksün de mi?’ Tabii ilaç almadığı için de doğru-dürüst uyuyamadı.
01-09-2005
Sabah kahvaltı sırasında, ‘’Küçük çatalları alıp, Ankara’ya götüreceğim ‘’ dedi. ‘’Ankara’da evimiz yok’’ deyince duraksadı. Demek ki orada oturduğumuz günleri hatırlamıştı. Daha sonra, Birinci hikaye kitabımdan, köy yaşantımı okudum. Çok etkilendi, duygulandı. Üzüldü.
Öğle yemeği yerken, yeğenim Semiha’ya telefon ettim. Komşusuyla pazara inecek, bize de uğrayacakmış. Bu gün Gülcan’la Görümcesi de geleceğine göre, Yasemin, kalabalıktan memnun kalacaktı.
Önce Gülcanların komşusu Nur hanım, sonra Gülcanlar geldi. Nur hanım evden erken çıkmış, Gülcanlar ise, gelin- görümce ağır davranırlardı.. Sonradan da Semihalar geldiler. O kadar kalabalığı görünce, bizimki hayatından çok memnun görünüyor. Misafirlere ikram edilsin istiyor. Hemen, ‘’Misafirlere çay yapalım, bir şeyler getir’’diyor. Neyse, Semiha da yardım ediyor, Portatif sehpaların üzerinde, kek, kurabiye, sütlaç derken, muhabbete devam ediliyor. Arada bir unutkanlık hariç, fazla bir problem yaşamıyor
03-09-2005
. Para çantasını koyduğu yeri unutmuş, ara, ara! Bulamıyoruz. Meğer yatak odasındaki gar dolap yerine, misafir yatak odasındakine koymuş. Bazen gözlükleri, bazen tarakları, bazen de saatini tespihini bulamıyoruz Seyyar telefonu bulmak için ise ancak, sabit telefonu çaldırarak sesinin geldiği yerden tespit edebiliyoruz. Her şeyi aramaktan yorgun düşüyoruz.
Biraz önce Hasan dayısı isem, biraz sonra Yusuf oluyorum. Bu gün bana, şöyle diyor: .’’Benimle neden evlendin? Daha uygun biri yok muydu?’’
Akşam yemeğinden sonra, ishal gibi olmuş, kilotuna kaçırmış. Tuvalette epey kaldı. Kilotunu değiştirdim. Yıkadım. Tuvaletten çıktıktan sonra genç bir kadını arıyor. Oturup, muhabbet etmiş ama şimdi veda etmeden gitmiş. Suçu bende buluyor. Tanımıyorum desem, kıyamet koparacak.
Bir ara, ‘’yarın evime gitmek istiyorum’’ dedi. ‘’Bu ev ve eşyalar senin’’ deyince, ‘’Hep aynı şeyi söylüyorsun. Benim okula giden çocuklarım var, oradaki ev okula daha yakın, burası uzak’’demez mi! Eşyalara şöyle bi baktı. ‘’Bunları ben şimdi nasıl taşıyacağım? Param yok, pulum yok. Taşımaya versem aç kalırım. Kime sordunuz da, bunları buraya getirdiniz? İnsan bi sorar! İhtiyacım olduğunda, her seferinde, almak için buraya mı geleceğim? Geldiğime pişman oldum!’’diye bar-bar bağırıyor. ‘’Gülcan’a telefon edelim’’ diyorum. İstemiyor, ‘’Ben şimdi ona ne diyeceğim?’’
‘’Ben seninle mi kalacağım? Ben seninle kalmak istemiyorum! Kendimi yalnız hissediyorum’’!
Saat 2130 da ilacını vermiştim. Cam önünde biraz uyukladı. Zorlukla kaldırıp yatırmak istedim, ‘’soyunurken de yardım edeyim ‘‘ dedim,. Kabul etmedi.
06-09-2005
Sabahtan, Bankaya gitmem gerekiyor. ‘’Arabayla gidelim, yalnız kalma’’diyorum. Halsiz, gelmek istemedi. Şimdi Saat 1000, bir saat içinde gelmişim. ‘’Geç geldin’’ diye kıyamet kopardı. Cam önüne oturduk, her ay başı olduğu gibi harçlığını verdim. ‘’Sanki bana her ay harçlık veriyormuş gibi’’diyerek, beni suçladı. Ben de çantasındaki paraları sayıverdim.300 lirası vardı.
Gülcan telefon etti. Saatçilere gideceklermiş, haber verdi. Bu defa yine Hasan dayısı oldum. Gülcan’a, ‘’Dayı, yeğen oturuyoruz’’ dedi. Devamlı konuştuğu konu, anneannesiydi. Her zaman tekrarladığı gibi, komşu balkonlarda, hatta bahçedeki ağaçlarda uyuyan insanlar olduğundan bahsetti. Oralarda kimseler yoktu ama halüsinasyon durumundaydı. Hava karardığı zamanlarda, Salı pazarının kenarındaki yoldan sağa dönen arabalar da Yasemin’e göre, birbirleriyle konuşuyorlardı. Yani sağa dönmeden önce, soldan gelen arabalara yol verirken frene bastıklarında, kırmızı fren lambaları, onu yanıltıyor, kendine bu yönde bir his veriyordu.
Banyoda, lav obanın üstünde ayna vardı. Bizim banyo, komşumuzun banyosuyla sırt, sırtaydı. Bizim aynamıza bakarken, kendini değil yabancı insanlar görüyorum derdi. Yabancı insanların bizi gözetlediği zehabına kapılırdı. Kaç defa aynayı kaldırıp, arada duvar olduğunu gösterdimse de tamamen inanmış görünmüyordu. Bu durum aylarca sürmüştü.
Diğer bir şikayeti de şöyleydi: Akşam olup cam önüne oturduğumuzda, haliyle salonun lambasını yakıyorduk. Antrede de, elbise askılığının üzerinde büyük bir ayna vardı. Salonun kapısı her zaman açık oluyor ve salonun ışığı, aynadan, komşu apartmanın camına aksediyordu. Yasemine göre işin boyutu farklıydı. Komşu apartmanın bize bakan bir dairesi, gizlice bizden bağlantıyla , elektrik almış, bedava kullanıyorlardı. Bu yüzden bizi zarara sokuyorlardı. Durumu ne kadar izah etsem olmaz desem de bana inanmak istemiyor, halüsinasyon görmeye devem ediyordu.
Hep başka bir evden bahsediyor, buraya benzeyen, eşyaları, panjurları, hatta komşu apartmanları aynı olan bir evi anlatıyor. Bir ara, ‘’Kızıma’a gidip, onunla yatacağım, ana, kız muhabbet ederiz’’dedi. ‘’Otuz küsur senedir onlara gece yatısına gitmedin. Yarın hastaneden sonra çaya gideriz’’ deyince sesini çıkarmadı
Saat 2100de sertleşmeye, bana hakaret etmeye başladı. Onun bu hale gelmesine ben sebep oluyormuşum, kafasını karıştırıyormuşum. ‘’Ben bu hale geldim, Allah seni daha beter etsin’’ diye beddua ediyor. Yatarken de ‘’O adamlar buraya gelmeyecekler mi?’’diyor. ‘’Hayır ‘‘ deyince, ‘’Oh! Hem o eve para ver, hem gidip otursunlar ne âlâ!’’diyor. Ben de hiç sesimi çıkarmıyorum.
07-09-2005
Öğleden sonra doktor’a gittik. Doktor, Arı cepti, 5+5 mg. Yapalım, yalnız yan etkilerine dikkat edin, anormal bir durum olursa bana telefon edin’’dedi. Hastaneden çıktıktan sonra da , Gülcanlara uğradık
Dönüşümüzde, ‘Doktorla konuşan Yusuf yok! Ne cehenneme gittiyse! Ben ilaç almayacağım.’’ Diyor. Gülcan’a telefon ettim. O bile benim Yusuf olduğuma ikna edemedi. Bu defa Yasemin, Yusuf’un, belki arabada yattığını, gidip bakmamız gerektiğini’’ söyledi. Mecburen park yerine indik. Bulamayınca, ‘’bizi görüp kaçmıştır’’dedi.
Gece yatarken, çok direniş göstermesine rağmen, ikna ile ilacını verdim. Ama bir arada yatmamıza razı olmadı, Kendisi yatak odasında, ben de misafir yatak odasında yattım. Bir ara ‘Yusuf diye seslendiğini duydum.. Kalkıp onun yanına gittim. .Hiç ses çıkarmadı. Yanında yatmama itiraz ettiğini unutmuş
14-09-2005
Yasemin, sabahtan hasta gibi. Ateşini ölçtüm. 36.7. Gülşen Ankara’dan telefon etti. Kalkıp konuşmadı. Öğle yemeğinden sonra düzeldi. ‘’Bir yerlere götür beni’’dedi. Semihalara gittik. Balkonda oturduk. Orasını beğendi. Bazen Gülcanların evinde yaptığı gibi, ‘ ‘Buralarda, kiralık veya satılık bir ev yok mu? Satın alsak veya kiralasak’’ dedi. Resimlere bakarken de Semiha’nın oğlu Taner’i ve gelini Aysel’i tanıdı.
Nadire ablam da orada misafirdi. ‘’Nadire, seninle köye gidelim, akşama dönüp geliriz’ diyor. Nadire de ‘’Aman yenge, köy çok uzak, gitmek beş saat sürer, nasıl gidelim’’ diyor.
Semiha’nın kanepe örtülerini beğendi. Bizimkileri kalın buluyor. ‘’Ama benim param yok ki nasıl alayım’’ diyor. Sonra da benim kocası olduğumu belirtiyor.
Eve gelince, akraba Yusuf’u arıyor. Bana dönerek, ‘’Bir şey mi söyledin de gitti? ‘‘ diyor.
18-9-2005
Gece moral bozukluğu ile uyandım. Yasemin ölürse ben yalnız nasıl yaşarım korku ve endişesiyle, bir daha uyuyamadım.
Sabahleyin nereden estiyse ‘’Ev ve araba çocukların’’ diyor. ‘’Tamam onların’’ diyorum. Bizim desem kim bilir neler söyleyecek.
Uyduruk bir temizlik yaptım. Banyo yapacağız, çamaşır yıkanacak. ‘’Halsizim, yardım edemedim’’ diyor. Saat 1100 de çamaşır mk.sini çalıştırdım. Öğle yemeği yiyoruz. Yine senaryolara başladı. ‘’Hayalet gibi üç erkekle başka bir evdeymişiz. Neyse ki onlar kaybolmuşlar. Bir çocuk gelmiş, bu evi tertemiz yapmış. Onu görürse teşekkür edecekmiş. Ben o evin anahtarını kime vermişim? Ancak ben bilirmişim kime verdiğimi! Bu gün gidip, gece kaldığımız evden, kalan eşyalarımızı almalıymışız. Burası çok hoşuna gitmiş, zinhar buradan ayrılmazmış. ’’Sen gedersen, git. Cehenneme kadar yolun var. Ben kendime bakarım, çarşısı, pazarı yakın. Zaten benim tanıdığım ve sevdiğim bir muhit!’’ diyor.
Akşam yemeğinden sonra, tuvalete gitti. Bir veca ile boşaldı. Yine senaryolara devam etti. Üç genç, bir de yaşlı kadından bahsediyor. Evin içinde onları arıyor. ‘’Nereye gittiler?, Acaba benim yemeğime ilaç mı koydular?’’ Ne isim var, ne de kim olduklarını biliyor. Ben de ‘’Gitmişler herhalde ‘‘ diyorum. Yoktu öyle bi kimse desem yine kıyameti koparacak.
Cam önünde oturuyoruz. Saat 2130 . Bir ara, ‘’Biz akşam yemeğimizi yedik mi?’’ dedi. Sanki, akşam yemeği yiyen o değilmiş gibi.
20-09-2005
Bu gün Gülşenler yazlıktan dönecek., Sanki ilk defa geliyorlarmış gibi, ‘’adresi verelim, evi iyi tarif edelim’’ diye kaç defa telefon ettirdi. Gecikmelerine de kızıyor, ‘’Biz yaşlı insanlarız. İnsan bir defa telefon etmez mi?’’diyor. Gülcan’a da telefon ettirdi. ‘’Gülşen gelecek, bir yere gitmesin, bizde buluşsunlar’’diyor..
Saat 1300 de Gülşenler geldiler, ben karşıladım. Yukarı çıktık. Biraz sevinç gösterileriyle, Gülşen’i kucakladı. Koskoca bir kadın olarak gördüğü için gözlerine inanamıyor. Damadı da öptü ama hatırlayamadığı belliydi. Ağlamamak için kendimi zor tuttum.
Biraz oturup, hoş, beşten sonra öğle yemeğini yedik. Bir ara kulağıma eğilerek, ‘’Gülşen’e para verelim’ ’dedi. ‘’Olur’’ dedim. Bu sözüm onu tatmin etmemiş olacak ki çantasını salona getirip, 280 mil. Para verdi. Sonra, ‘’ablana telefon et, belki gelir’’diye ilave etti. Gülşen de ‘’Anne, yarın Salı nasıl olsa gelecek’’ deyince sesini çıkarmadı.
Damatla, ben işe koyulduk. Bülent’in elinden her türlü iş gelir, boş duramaz, O iş yaparken beni de, sanki benim elimden bir şey gezmezmiş gibi,, getir, götür işlerinde kullanır. Biz işe başlayınca, Yasemin, eskileri hatırlar gibi, ‘Oh damadı buldun ya! Çalıştır bakalım’’ demeyi unutmadı.
Aklı, fikri misafirlere ikram etmekte. ‘’Yemeğimiz var mı? Onlara ne pişirdik?’’ Söylediğini beş daki sonra unutuyor. Tekrar, tekrar soruyor.
23-09-2005
Salı günü kahvaltıdan sonra pazara gittim. Evde Gülşen var ya fazla acele etmiyorum. Ben geldikten sonra, Gülşen gitti. Pazarı dolaşmayı çok sever. Bu nedenle gecikti. Geciktikçe annesi söyleniyor. ‘’Neden gecikti, acaba ablasına mı gitti? Ablasına telefon edelim’’ gibi laflar. Neticede dayanamadı, ‘’ben yemek yiyeceğim’’dedi. Bülent de elektrik malzemesi almaya gitmişti. Yasemin için sofra hazırladım, yemeğini yedi. Ben Gülşen ile yerim diye bekledim.
Neyse, Gülşen saat 1330 da geldi. Kendine, kocasına ve bize bir sürü giyecek almış. Gerek yoktu ama almış. Biz Gülşen ile yemek yerken, annesi, ‘’Ben bu adamı boşayacağım. Kendime bir iş bulurum veya köşe başında dilenirim’’ diyor. Gülşen de ‘’Aldırma’’diye bana işaret ediyor.
Saat 1400 civarında Gülcan geldi. İki kardeşi bir arada gördüğü için, hayatından memnun. Bir ara, ‘’Birbirlerine ne kadar benziyorlar’’ dedi. Aslında ikisi de sarışındı ama, hem görünüşleri, hem de karakterleri farklıydı. Bu defa Gülcan için, ‘’Babaannesine ne kadar benziyor, Allahtan ki ahlakları benzemiyor’’dedi. Gerçekten Gülcan ahlak yönünden babaannesine hiç benzemiyordu. Çok sakin ve efendi yaradılışta bir insandı.
Sonradan, Gülcan’ın görümcesi de geldi. Bir şeyler yiyip, iştik ten sonra, Gülcan ile Görümcesi pazara gittiler. Onlar giderken bi şey söylemedi ama, gittikten sonra. ‘ ‘Keşki biz evlerine bıraksaydık’’ dedi.
Akşam yemeğinden sonra değişmeye başladı. Önce ‘’B u ev kız kardeşlerime ait’’ dedi, sonra, ‘’Gülcan ile Gülşen’in’‘ dedi. Bir ara, sanki yabancılarmış gibi, kızının ve damadının bazı eşyalarını, (Saat, cep telefonu, gözlük gibi) saklamaya kalkıştı. Üçümüz de evin içini alt, üst getirdik, bulmakta zorluk çektik. Ve bu gibi eşyaları göz önüne koymamaya karar verdik.
Yatarken Saraquel verdim. Çok geçmeden Gözleri kapandı.
30-09-2005
Uzun süredir yazamadım. Çünkü, Gülşenler buradayken, Bülent beni iki defa acil servise götürdü. Gece yarısı onları kaldırmak mecburiyetinde kaldım. Ayaklarımdan beynime doğru bir yanma bir sıcaklık hissediyordum. İştahım tamamen kayıp olmuştu. Bir lokma bir şey yiyemiyordum.
Acilde durumu anlattım. Gaz olabilir düşüncesiyle film çekildi Tansiyon ölçüldü, Kâlp ve Nöroloji uzmanları kontrol etti. Kan tahlili yapıldı. Hiç bir şey bulamadılar. Yalnızca, yarın gelip psikoloji uzmanına görünmem tavsiyesinde bulundular.
Psikoloji uzmanıyla görüştüm. Eşimin durumunu anlattım. ‘’Size bir ilaç yazayım’’ dedi. Şu sözlerle doktorun dikkatini çekmek istedim. ‘’Bana öyle bir ilaç verin ki, eşimin durumu dolayısıyla, en ufak bir sesde uyanabileyim, eşimle ilgilenebileyim!’’. Doktor da bana CİTOL adlı bir ilaç yazdı. ‘’Bu ilaçtan, her sabah kahvaltıdan sonra, bir adet alın, bir hafta sonra tesirini gösterir’’ dedi.
Bizde kaldıkları müddet zarfında, Bülent de, Gülşen de neler yapmadılar ki. Damat yüklüğü nizama koydu. Alet, edevat karmakarışıktı. Avizeleri, tamamen söktü, parlattı. Elektrikli radyatörü boyadı. Gülşen, mutfak dolaplarını ve salonun büfesini sildi, temizledi. Ben ise, durumumdan dolayı onlara hiç yardım edemedim.
Gülşenler gidecekler, ben onlarsız, yalnız kalacağım, yasemine nasıl bakacağım diye moralim bozuldu. Bu duygularla onları yolcu ettim. ve onlar gittikten sonra da, yatak çarşaflarını yıkamak, yeni çarşaf ve nevresimleri değiştirmek gibi çalışmaya karar verdim. . Neyse ki Gülşen bir gün önce yemek yapıp dolaba koymuştu da , bi de yemek yapmayı düşünmeyecektim. Öğle yemeği için çalışmaya ara verdim, Yemekten sonra, Yasemin cam önünde kestirirken, ben de çamaşırları astım. Sonra, biraz dinlenme imkânı buldum. Şimdi kendimi daha iyi hissediyorum.
01-10-2005
F.B. Ordu evine ilaç yazdırmaya gittik. Oturup sıra beklerken, gelen insanları tetkik ediyorum. Kimi topallayarak, kimi de tekerlekli sandalye ile getiriliyor. Genellikle yaşlı emekliler geliyor buraya. O insanları görünce, ‘’Allahım, neler var, ne kötü durumda olan insanlar var!’’ Diyerek teselli buluyorum, ibret alıyorum ve biraz da olsa moralim düzeliyor.
Artık eskisi gibi, alışveriş yapmak, yemek pişirmek, bulaşık yıkamak, Faturaları yatırmak, ilaç takibi yapmak, hasta bakmak vs. işleri yapabileceğime kanaat getiriyorum
04-10-2005
Akşam üstü ‘İçimde bir sıkıntı var’’diyerek şikayete başladı. içim yine cızz etti. ‘’Eyvah dedim, bu gece yine işimiz var!’’ Nitekim yatacağımıza yakın, sapıtmaya başladı. Kadın, erkek dshil bir sürü insan gelmiş, kimi, öyle diyor, kimi şöyle! Veda etmeden de gitmişler. Kabak yine benim başıma patladı. O insanları ben getirmiş ve onun başına musallat etmişim. ‘’Sen de onların peşinden git, seni istemiyorum, gözüm görmesin! Bir daha da benim karşıma çıkma!’’ Böyle bağırıp, çağırırken, Kapı çalındı, açtım. Kapıcı Mustafa, asansör tadilat parası ve aidat istiyor. İstediklerini verdim. O arada Komşumuz Mine Hanım da kapının önüne çıktı. Çok efendi, nazik insanlar, Konuştuk. Yasemin, biraz şaşırdı. Kapıyı kapattım. ‘’‘Aa! Burası benim evimmiş’ dedi. Beş dakika sonra yine önceki durumuna döndü. Ben kötü bir insan mışım. Herkes öyle diyormuş. Hemen evinden gitmem lazım mış. Gitmezsem apartmanı ayağa kaldıracak veya kapıcıya seslenip polis çağırtacakmış. Bunun gibi bir sürü tehditleri saydı, döktü. Bir taraftan da hareket halinde. Hem yürüyor, hem tehdit etmeye devam ediyor. Bir ara, çık git diyerek bana vurmaya da başladı. Ne kadar kendimi korumaya çalışsam da yumruklar, sağıma, soluma isabet ediyordu. Gözlerimin karanlıktan rahatsız olacağını bile, bile, çaresiz F,B. Ordu evine telefon ettim. Neyse ki boş yer varmış.. Kıyafetimi değiştirdim. Kapıdan çıkacağım ama, gitme demesini bekliyorum. ‘Ben sana daha önce söyledim, o zaman gitseydin ya!’ diyecek kadar mantıklı laflar da ediyordu. Maalesef, gitme demediği gibi, gittiğim yerde de hiç uyuyamadım. Hep onu düşündüm. Sabahleyin, anahtarla kapıyı açıp içeri girdiğimde, hiç uyumamıştı, Yatak bozulmamıştı. Baktım, şifoniyerin gözlerini karıştırıyordu. Beni görünce, ‘’Nerde kaldın, hep seni bekledim’’ diyerek bana sarılmaz mı? Bütün sinirlerim boşandı, ağlamaya başladım. ( Aynı durumu, bir de kasım ayında yaşadım, Ordu evine gitmek mecburiyetinde kaldım. Bir seferinde de bahçede, arabanın içinde gecelemek zorunda kalmıştım).
21-10-2005 Cuma
Sabahtan pijamalarını ıslatmış. Değiştirdim. Kolonyalı pamukla vücudunu silerek temiz çamaşır giydirdim. Hatta yatak çarşafını da değiştirerek makinede çamaşır yıkadım. Anlaşılan, altına su geçirmez Patelerden almam gerekecek. Bu nedenle, Shopping TV.den sipariş verdim. Bir hafta içinde eve gönderecekler.
23-10-2005 Pazar
Tuvalete yetiştiremedim. Klozetin kapağı dahil, oralarını kirletti. Çamaşır suyu ile temizledim. Tuvaletten çıktı, ellerini yıkatıyorum. Bu defa lav obanın önünü pisletti. Anlaşılan ishal olmuş. Oralarını da çamaşır suyu ile temizledim, Çamaşırlarını değiştirdim ve çamaşırlarının bir kısmını çöpe attım, bir kısmını da çamaşır suyu ile çitiledim, suyla akıttım. Makineye koydum, sabahleyin de makinede yıkadım. Ama çok yoruldum. Bu arada istekleri de oluyordu, onları da yerine getirmeye çalışıyordum.
29-10-2005
Yasemin sakin olursa ben de iyi oluyorum. O cam önünde uyuklarken, ben bilgisayar başına otuyorum veya yatağa yatıp rahat uyursa (Ki nadiren oluyor), TV. seyrediyorum. Çünkü. ben bunları yaparken sinirleniyor. Veya benim de erken yatmamda ısrar ettiği durumlarda, yatakta okuma ve günlükleri yazma fırsatı buluyorum. Günlük hareketleri ne kadar acı olsa, beni üzse de tekrar hatırlayıp günlüğe yazmak istiyorum
11-11-2005
Salonda, Pencere önünde karşılıklı koltuklara oturuyoruz. Ayağını benim koltuğa uzatıyor. Sıcaklığını hissediyorum. Böyle sakin zamanlarında, daha ziyade, çocukluğundan bahsediyor. Yasemine göre: Anneannesi, babası, Hasan dayısı, övey annesi en çok konuştuğu, unutmadığı kişiler oluyor. Anneannesi, torununu çok seven, ona kol, kanat geren, hoş tutan, Hasan dayısı sarhoş olup da, sallana, sallana eve gelirken, kapıyı açık bırakıp, torununu ondan kaçıran, arkadaşının evine götüren en çok sevdiği kişi.
Hasan dayısı, sarhoş olduğu zamanlar kötü, sair zamanlar çok iyi bir insan. Anneannesinin ifadesine göre: Akrabalarının teşvikiyle sarhoş edilmekte, eve gelince her yerde para aramaktadır. Evin altına üstüne getirmektedir para ararken.
Babası da çok sevdiği insandır. Kızına çok düşkündür. Onun istediğini yapmaktadır. Ama bazen iş icabı bir yerlere gidip günlerce gelmemektedir.
İşte babasının olmadığı bu zamanlarda, övey anne, ona işkence yapmaktadır. Ağaç tepelerine çıkarak ondan saklanmaktadır. Bulduğu zaman da onu dövmekte, bodruma kapamakta, ölülerle korkutmakta, aç, susuz bırakmaktadır. Bu durumu gören komşular anneannesine şikayet etmektedirler.
Daha sonra kardeşleri doğdukça, küçük yaşına rağmen onların bakımını üslenecek, onlar yüzünden de övey anneden dayak yiyecektir.
Genç kızlığında ise övey anneden çok şey öğrenecektir.
25-11-2005
Yine, akşam yemeğinden sonra salonda cam önünde oturuyoruz. Çingenelerin, dere kenarında, yaktıkları ateşe sinirleniyor. ‘’Şimdi her tarafı yakacaklar, bizim ev de tehlikede, polise haber verelim’’ Diyor.
Durup, dururken ‘’Senin adın ne? Sen kimsin? Bana yabancı gelmiyorsun’’diye soruyor..
Bir ara, ‘’kendimi güvende hissetmiyorum, kırk param yok.! Sen beni terk edip gidersen ne yaparım? Diyor. İki üç dakika sonra, değişiyor. ‘’sen, beni terk ettin. Aylarca eve gelmedin. Bana ne para gönderdin, ne de telefonla halimi sordun’ demesi beni yaralıyor, çok üzüyor.
06-12-2005 salı
Bu gün Salı pazarına çıktım. İnce giymişim, göğsümün üşüdüğünü hissettim. Eve dönüp, aldıklarımı yerleştirdikten sonra, lav obaya tükürünce, siyaha yakın kanlı bir ifrazat çıkardım. Daha sonrakiler o kadar koyu olamasa da, merak ettim ve Çamlıca askerî göğüs hastalıkları hastanesine telefon ederek randevu aldım.
Bu arada, Milliyet Gazetesinde, Bursa-Uludağ üniversitesinden bir profesör’ün yazısını okumuş. Havuç suyunun Alzheimer hastalarına iyi geldiğini öğrenmiştim. Bu nedenle, Katı meyve sıkacağı satın almıştım. Bu gün de üç kilo havuç aldım. Üç ay müddetçe, havuç suyu sıkıp, günde bir bardak, Yasemin’e içireceğim.
Üç gün sonraki randevuya, eşimle beraber gittim. Gülcanlara yakın olan Çamlıca hastanesine giderken, Yasemine, ‘’İstersen seni kızına bırakayım’’ dedim. Kabul etmedi.
Doçent Dr. Alb. Zafer Kartal oğlunu tanıyordum. Durumumu anlattım. Film çektirtti ama, film bayatmış, pek bişey anlayamadı. ‘’Seni GATA’ya havale ediyorum, Randevu al, Tomografi çeksinler, bana getir’’ dedi.
Yine eşimle, GATA’ya gittik. Allahtan havalar güzel gidiyordu.. Hemşireler, bir ilaç verdiler. ‘‘Bunu içip yarın gelin’’ dediler. Verdikleri ilacın prospektüsünü okudum. Kâlp krizinden ölüme kadar çeşitli riskler içeriyordu. Allah saklasın, ben ölürsem eşime kim bakar endişesiyle, doğruca Dr. Zafer Alb.ya gittim. Bu defa taze filmle röntgen çektirdi. Şöyle bi baktı. ‘’Sen en iyisi, Tomografi çektir. İlaçsız da çektirebilirsin’’ deyince rahat nefes aldım. Gerçekten öyle yaptım. Kayıt yapan hemşire, Tomografi çekme işi bitince, ‘’iki gün sonra telefon edin Neticeyi bildireceğiz!’’ dedi. Ama zaman ve yorgunluk bizi bezdirmişti. Bilhassa eşim için üzülüyordum. Benimle beraber o da yoruluyor ve sıkılıyordu.
Nihayet neticeyi doktora götürdüm. Derinlemesine tetkik etti. ‘’Mühim bir şey yok, Bronşlarda biraz dolgunluk ve kalınlık yapmış, Zatüryeden şüpheleniyordum, bir tehlike yok. Bir kaç ilaç yazacağım, rahat edesin’’ dedi. Doğrusu ben de rahatlamıştım. Oradan Gülcanlara uğradık. Onlar da telefon etmeden geldiğimize şaşırdılar. Durumu onlara da anlattık. Onlar da üzüldüler, ‘ geçmiş olsun’ dediler. İlaçları da karşıdaki eczaneden almıştık. İlk ilacı da çayla beraber Gülcanlarda içmiştim..
16-12-2005
Bazen, yemek yerken, bana kardeşlerini, bilhassa, Erdem’i soruyor. ‘’Nerede, öldü mü?’diyor. Hepsi hakkında bilgi veriyorum. ‘’Erdem, İzmir’de oturuyor. Bedia ile evli, bir kızı, bir oğlu var. Onlar da evli. Hani, Menekşe ve Tuncay’la birlikte, İzmir’e Murat’ın düğününe gitmiştik ya! Kardeşin Erdemi çok sevdiğini biliyorum. İyi ahlaklı bir insan’’diyorum.
Kız kardeşi Menekşe’yi arada hatırlıyor. Çünkü, zaman, zaman İzmit’e gidiyoruz, Hem ziyaret hem ticaret misali, Tuncay kuaför olduğundan saçlarını yaptırıyor.
‘Kardeşin Erkan, 1976 yılı içinde, çok kilolu olduğundan (120kg) kâlp krizinden öldü. Karısı Ayten ve evli iki oğlu, İzmit’te yaşıyorlar.’ Dediğimde, Erkanın, ‘Hırçın , Kavgacı ve kaba bir insan olduğunu hatırlıyorum’ diyor.
‘Büyük kız kardeşin Çiğdem, Kâlp krizinden, oğlu Naci, kaza netice, Kocası Raci muhtemelen vadesi geldiğinden Antalya’da, rahmetli oldular. Yalnız kızları Mükerrem hayatta.’
‘En küçük kardeşin Fulya’ya gelince, Kocası ve evli kızıyla Antalya’da yaşıyorlar. Nedenini bilmediğimiz bir mesele yüzünden bizimle araları iyi. Değil. Ablası Çiğdemin cenazesine bile gitmemiş, Bu sebeple, ne yaptıklarını pek bilmiyoruz.’’diyerek izahatta bulunuyorum.
Cam önünde otururken, benden kahve istedi. Kahveyi pişirip getirdim.’’Allah beni çok seviyormuş ki senin gibi iyi bir insanla karşılaştırmış. Daha kötü bir duruma da düşebilirdim’’diyor..
Saat 2130 da ilaç verdim. Uykusu geldi. Tuvaletten sonra yattı. On dakika sonra, ‘’O yaşlı kadın nerede’’ diyerek uyandı. Balkonlar dahil her tarafa baktı. ‘’Zavallı kadın, bu saatten sonra nereye gider! Aptallık bende, Bak yumuşak iki yatak var, Hangisinde istersen yat demedim. Eşek gibi geldim yatağıma yattım! Yaşlı, zavallı kadın, ismini de bilmiyorum. Munis bir kadındı! Onunla oturduk, muhabbet ediyorduk. Bana arkadaşlık ediyordu. O kadar üzüldüm, o kadar kendimi suçlu hissediyorum ki! Allah affetsin beni!’’ diyor.
27-12-2005 salı
Bu gün sık, sık tuvalete gidiyor. Üstelik dışarı çıkmakta zorluk çekiyor, Çok acı hissediyordu. ‘’Hastaneye götüreyim’’dedimse de kabul etmedi. Dr. Deniz bey’e telefon ettim. ‘’30 ml. Duphaluc ver’’ demişti. Vermiştim ama ., pek tesiri olmadı. Gülcan durumu bildiği için, Dr. Deniz beyden randevu almış. Kendisi de gelince, bir taksiye binerek Şifa hastanesine gittik. Dr. Deniz bey, torun Metinin arkadaşıydı. Geçen sene de aynı durumdan dolayı gitmiştik. Metinden dolayı Gülcan’ı da tanıyordu. Eşimin Alzheimer hastası olduğunu da biliyordu. Alzheimer ile ilgili Saraquel ve Aricept ilaçlarının, günün hangi saatlerinde verdiğimi sordu. Muayene ettikten sonra, kulağıma eğilerek, ‘Tümörden şüpheleniyorum, kan tahlili yaptıralım, gerçeği öğreniriz’ diyerek bizi laboratuar’a gönderdi. Çok üzülmüştüm. Alt kata indik. Kan alındıktan sonra, bir kanepeye oturup sonucu beklemeye başladık. Bu arada Duphaluc tesirini göstermiş, yasemin, Gülcan’ın da yardımıyla beş defa tuvalete gitmişti. Kızı yanında olmasına rağmen beklemekten sıkılmıştı ama, tuvalet yönünden ıstırabı azalmıştı.
Kan tahlilinin neticesini alarak Dr. Deniz beye götürdük. Tetkikten sonra ‘’Haydi! Gözünüz aydın, Umduğum gibi kötü bir şey çıkmadı. İki cins ilaç yazacağım onları alırsınız. Geçecek’’ dedi. Neticeden dolayı çok sevinmiştim. Nerdeyse, Doktorun boynuna sarılacaktım. Biz ayrılırken de doktor, eşime dönerek ‘ ‘Teyzeciğim, Kan tahlili temiz çıktı, tansiyonunuz da normal, Makatınızın yarası da geçen seneye göre düzelmiş durumda . Siz eski topraksınız, Siz Albayıma bakın’’demez mi?
Hastanenin dışına çıktığımızda hava kararmıştı. Bekledik. Taksi bulmakta zorluk çektik. Gülcan’ı evine bırakmak üzere hareket ettik ama, bu defa da trafik çok yoğundu. Nerdeyse adım, adım ilerliyorduk. Gülcan’ı evine bırakmamız yarım saatten fazla sürdü. Bir de bunun dönüşü, yani evimize dönüşümüz vardı. Yasemin her şeyden sıkıldığı için, Yol boyu söylendi, durdu.
Eve gelince de, ‘’namaz kılıyorum, doktordan sonra banyo yapmalıyım’’dedi. Banyo yaparken yardım ettim ama çok yorulmuştu. İki lokma bi şey yedikten sonra hemen yatıp uyudu.
31-12-2005
Yılın son günü. Temizlik için Selma geldi. Uzaktan geliyor. Bir an önce işini bitirip gitsin istiyorum. Bu nedenle, yatak odamız, misafir yatak ve oturma odasının tozlarını ben alıyorum. Hatta öğle yemeğinin bulaşığını da ben yıkıyorum. Selma, bütün camları, salonu, ve balkonları tuvaletleri holü temizliyor. Benim toz aldığım yerleri de siliyor. Eşim de bazen benim yanıma, bazen de Selmanın yanına gidiyor. Güya eski günlerdeki gibi temizlik yapacak ama, tek bir sehpanın bile on defa tozunu alıyor. Bazen de Oturduğu yerde dalıp gidiyor. Saat 14.30 de Selmanın işi bitti ve gitti.
Yine kaldık baş başa. Dün sebzeli köfte ve şehriyeli pilav yapmıştım. Akşamları çorba ve zeytinyağlı sebze, sonra da meyve yiyoruz. Bugün Yılbaşı ya! Akşam yemeğinden sonra Ananeye uysun diye kuru yemiş, kuru üzüm, fındık da hazırladım. İlacı verdikten sonra, maalesef uykusu geldi, Yılbaşını Yani, saat 2400 ü bekleyemedi. ‘’Haydi yatalım’’ dedim. Soyunmasına, pijamalarını giymesine yardım ediyorum. ‘’Akrabamsın ama gel, kardeş, kardeş yatalım’’ diyor.
Hemen dalmıştı. Ben gazete okurken birden uyandı. Korkmuş. Beyaz saçlı bir adam kapıyı açmış, Ona sırıtarak bakıyormuş.. ‘Bak ben hâlâ gazete okuyorum, öyle bi kimse yok’ dedimse de inanmak istemiyor. Kalktık, ışıkları yaktık. Evin her tarafını aradık. Kimsenin olmadığına zor ikna edebildim.
index.htm
zorlu22-2.htm
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.