- 1150 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
347 - EL BERR
Onur BİLGE
Zerrin Hanım, gerçekten ilginç bir insan. Tanıdığım en enteresan kadın. Anlattıklarına inanmak istiyorum, çünkü hiç yalan söylemediğinden eminim ama bazen öyle olaylar anlatıyor ki inanılacak gibi değil! Akılla mantıkla izahı mümkün olmayan birçok şey anlatıyor. Bazen masal dinler gibi dinliyorum, inanmak istemiyorum ama çoğu zaman gerçek olabilir düşüncesine kapılıyorum, günlerce aklımı kurcalayıp duruyor. Neler neler anlatıyor! Hatırladıkça bazılarını aktarayım ki unutmayayım.
Tatlı bir göçmen şivesiyle başlar konuşmaya. H harflerine hiç yüz vermez. Kamber’e benzetirim konuşmasını ama onlardan değil, Arnavut asıllı oldukları söyleniyor. Rumelili aksanıyla konuşuyor. Bursa halkının çoğunluğu öyle konuşuyor. Her neyse… Ben onun söylediklerini bu defa, olduğu gibi, duyduğum gibi yazayım.
Bir akşam yine bize gelmişti. Çocukların gürültüsünden canına yettiği zamanlarda böyle bunalmış bir halde gelir, yarım saat bir saat oturur giderdi. Yine öyle kaçamak bir gelişti. Çocukları evde bırakmış, birbirlerine emanet etmişti:
“Çok kalmıycam. Beş dakka bi geçivereyim, dedim!” dedi, her zamanki gibi.
“Ateş almaya mı geldin? Otur biraz! Ne acelen var?” dedi annem. O da onun klişeleşmiş lafıdır.
“Gidecem! Kızanlar yalnız. Oynarlar kendi kendi kendilerine. Bakarsın kavga mavga ederler. Başlarına bi iş gelir. Neme lazım. Çok oturmam!”
“Hep öyle denir de iki kadın bir araya geldi mi hayvanlar otlar gelirmiş de: “Daha iki çift laf etmedik, ne çabuk akşam oldu?” derlermiş birbirlerine. Bitmez bizim anlatacaklarımız.”
Konu konuyu açtı. Annemle aramızdaki kuvvetli hislerden, rüyalarımızdan falan bahsederken söz döndü dolaştı, duru görü olayına geldi. Zerrin Hanım sık sık böyle başından geçen enteresan olaylar anlatıyordu. Yine başladı:
“Ben en çok, insanların en iyi amellerini merak ederim. Epimiz Müslüman’ız. Mutlaka erkesin bir güzel ameli vardır. Gerek ibadet olsun, gerekse iyi iş olsun, muakkak ki güzel bir sevap işlemişizdir, onu da Rabbim çok beğenmiştir. Öyle diil mi?”
“Ameller de derece derecedir. Öyle derler eskiler. Hele gençlerin amelleri güneş gibi parlarmış. Bizimkiler artık yıldız bile değil, mum ışığı…” dedi annem.
Annemle benim aramda da inanılmaz bir telepatik bağ vardır. Daha önce birçok ilginç olay yaşadık. Onun için biz de meraklıyız böyle şeylere. Telepatinin gerçekliğine... Hatta ben araştırma yapmaktayım. Olayın aslını anlayamamakla beraber, sık sık yaşamakta olduğum için inanırım öyle şeylere. Kadın fal falan bakmıyor ya Allah malum ediyordur. Anlattığı bazı olaylara biz de şahit olduk. Yalan değil. Var bu kadında bir şeyler ama ne? Çok zikir çekiyor. Ondan mı? Kocası çok eziyet ediyor, çocukları öylesine… Kim bilir hangi nedenle? Ermiş midir, nedir?
Koltukta oturuyordu. Kalktı, ayaklarını altına topladı, eteğini düzelterek tekrar oturdu. Dalgın dalgın kucağına baktı bir süre. Anlatacaklarını zihninde toparlamaya mı çalışıyordu, yoksa transa mı geçiyordu? Aniden aklına bir şey gelmiş gibi başını kaldırdı, eliyle saçlarını alnından arkaya atarak anlatmaya devam etti:
“İç tanımadığım insanlara bi şey sormaktan oşlanmam. Onları kendim tanımak isterim evvela. Onun için de o kişiyi incelemeye başlarım. Vücut dili diye bir şey vardır ya… Al ve areketlerini ince ince incelerim. Sonra onun akkında derin derin düşünmeye başlarım. Bu arada sıkı bir bağ meydana gelir, aramızda. Ne diyolar? Rabıta mı? Beyinden beyne dalgalar mı gidermiş, neymiş… İşte öyle telepati kurarım. Eninde sonunda Yaratan’ıma sorarım. Anlayamam pek çünkü. Ben ne bilirim? Bilse bilse O bilir onu ve onunla alakalı er şeyi… O zaman o bana malum eder.” Annem tasdik etti:
“Tabi canım! Allah bilir! Gaybı yalnız Allah bilir. O bildirirse bilebilirsin, ancak.” Ben de başımı sallayarak katıldığımı belirttim.
“Bak şimdi! Diyeceksiniz ki aptala malum olur. Gülün gülün siz!” derken kendisi de gülüyordu. “Ben de gülerim ama doğru derim. Yeminle! Şurdan şuraya gitmeyeyim, yalanım dolanım varsa! İster inanın, ister inanmayın! Size kalmış artıkım orası.”
“Neden inanmayalım canım. Neden yalan söyleyesin?”
“Ablacığım, sen bilirsin beni… Neyse… Bakın, ne oldu bi gün, biliyo musunuz? Köye gitcektik. Düğüne. Çoluk çocuk güzelce hazırlandık, bayramlıklarımızı giydik, çıktık yola. Doğru dolmuşların kalktığı yere… Oraya vardığımızda, bizden önce gelmiş bekleşenler vardı. Kadınlar, kızancıklar… Biz de oraya bi yere durduk, bekliyoz. Sağımızda solumuzda insanlar var. On kişi kadar varız. Önümüzde de bir kadın var. Öyle köylü möylü falan değil, baya sosyetik biri, iyi mi? Gayette şık giyinmiş.
Gözüm takıldı bi kere. Tam da önümde… Bir iki adım sağa gidiyo, dönüyo, bir iki adım sola gidiyo… Acele işi mi vardır, nedir… Sabırsızlanıyo… Şeytan dürttü beni. Başladım merak etmeye. Acaba derim, bu kadın neyin nesi? İyi bi kadın mı kötü mü? En iyi ameli nedir? Sana ne be kadın ama dedim ya işte merak…
İnce uzun, sarışın bir anım… Eli yüzü düzgün… Üstünde döpiyes… Topuklu ayakkabılar… Kırk kırk beş yaşlarında… Ben de o zamanlar otuz anca… Ya Rabbim, derim bu kadın en iyi ne yaptı acaba? Aradan birkaç dakika geçti, öyle ben düşünürken. Sonra bir ayal başladı gelmeye bana. Bir kadına yemek yedirir. Kadın aç, ihtiyar, yorgun, alsiz… Sonra bakarım değişir. Bu defa gözüme görünür ki bu almış aynı kadını önüne, yıkar onu, paklar. Yeni elbiseler verir ona, giydirir, tarar saçlarını. Bakarım bakarım bir onu görürüm. Kadın kirli paslı gelmiş bunun evine. Bir dualar bir dualar… Değme gitsin! Gırla!..
Durdum durdum, duramadım, pirelendim. Soracam da adam kızar, soramam. Sonra dedim, kendi kendime, ne olursa olsun, soracam ben bunu! Benim adama yavaşça dedim:
“Bu kadına bi şey soracam ben, tamam mı?”
“Sana ne elin kadınından be ya? Tanır mısın ki soracan? Ne soracan? A! Ne soracan?”
“Tanımam, nerden tanıyayım? Konuşacam işte bi şey, kadın kadına…”
“İyi, konuş bakayım! Kısa kes ama bak kafamı bozma! Sevmem ben öyle fazla muabbeti!”
“Meraba! Size bir şey sorcam. Çok merak ettim de…”
“Merhaba! Buyrun!”
“Siz, eskiden yaşlı bir kadını evinize alıp yedirdiniz içirdiniz mi? Yıkayıp temizlediniz mi? Temiz elbiseler verdiniz mi?”
“Bilmem. Hatırlamıyorum.”
“Saçları falan birbirine girmiş. Üstü başı kirlenmiş. Çok yaşlı… Zayıf, kambur, esmerce…”
“A! Hatırladım. Öyle birisi vardı. Bakanı yokmuş. Bir kere ama bir kere evime götürdüm. Evet, yıkadım, giydirdim. O kadar… Az kaldı bende… Günübirlik…”
“Kendi elbiselerinizden…”
“Evet, ama bunu ben bile unutmuştum. Sen nerden bildin? Ben Ankara’dan yeni geldim. Tanımazsın, bilmezsin… Allah Allah! Şimdi ben seni merak etmeye başladım.”
“İyilik zayi olur mu be ablacığım? Ne kadar dua etti, kim bilir! O, sizin en iyi ameliniz, biliyo musunuz? Aslını Allah bilir. Ben öyle issettim.”
“Nasıl bildin ama ben onu öğrenmek istiyorum. Cin falan mı topluyorsun? Fal mı bakıyorsun?”
“Aman ablacığım! Ne cini, ne falı? İçime doğdu işte, öylesine diyiverdim. Kibir getirmeyeyim de… Doğrusunu Allah bilir, yine de. Bildiysem O bildirmiştir.”
“Allah Allah! Demek öyle ha! Yazık ya! Çok kötü vaziyetteydi. Yemek verdim, karnını doyurdum. Çok dua etmişti. Hayretler içindeyim, biliyor musun?”
“Aydi abla, bana müsaade… Oşça kal!” diyerek ayrıldım yanından. Bizim minibüsümüz gelmişti. Pindik gittik.”
Bunları anlattıktan sonra bir süre o konu hakkında konuştuk, birer kahve içtik, kalkıp gitti ama derdi bize düştü. Bu olay üzerinde bir süre annemle düşündük, konuştuk tartıştık. Doluya koyduk almadı, boşa koyduk dolmadı. Daha sonra babam geldi. Ona da anlattık:
“Allah, Birr’dir." dedi.
“Bunu bilmeyen yok ki!” dedik, bir ağızdan.
“Bir, sayısal olarak değil… Berr veya Ber diyeceğim, olmayacak. Çünkü onların anlamı farklı; kara, toprak demek. Birr ise dinimizce iyi işler işleme, iyilik, güzellik demek. Bağışta bulunma, herkesten fazla iyilik yapma, kullarına yardımcı olma anlamlarında Yüce Allah’ın bir sıfat ismi… İyi insanlara hak ettikleri karşılıkları verir. Yapılan iyilik, hardal tanesi kadar da olsa, kayda geçer. Her iki kadına da lutfetmiş. Zerrin Hanım’ıma malum edip, diğerine yapmış olduğu iyiliğin nasıl kayda geçtiğini bir şekilde göstermiş. O yapmış ve unutmuş. Allah unutmaz! Asla!.. İyiliği ve ihsanı çoktur, gerçek iyilik ve ihsan sadece onda vardır. Allah’ın sıfatlarının içinde İyi sıfatı vardır, kötü sıfatı yoktur. İnsanlara El Birr sıfatından bahşetmiş, kötülük vermemiş. Çünkü öyle bir sıfatı yok.”
“Hani her şey zıddıyla biliniyordu, baba?”
“İyilik de kötülükle bilinir ama o sıfat Allah’tan değildir.”
“Peki, kimdendir?”
“İyiliğin olmamasındandır.”
“Anlayamadım. Şimdi kötülük yok mu?”
“Yok. Karanlık var mı?”
“Var. Olmaz mı? Dışarısı kapkaranlık.”
“Karanlık diye bir şey yoktur. Işıksızlık vardır. Kötülük de yoktur. İyiliğin olmaması halinde ortaya çıkan durumdur, o! Allah kötü değildir ki kötülüğü yüklesin! O, iyiliği verir ve iyi olunmasını arzu eder. Kurallara uyulduğu zaman kötülük ortaya çıkmaz. Onu ortaya çıkaranlar, iyilikten uzak kalan insanlardır.”
“Allah’ın iyilik ve ihsanının sınırsız olduğunu, kulları için daima kolaylık ve rahatlık istediğini biliyorum. İyiliğe karşılık on misli karşılık verdiğini, kötülüğün karşılığının bire bir olduğunu da…”
“İyilik yapmayı aklından geçiren ama herhangi bir sebeple yapamayana, yapmış gibi mükâfat verdiğini, kötülük yapmayı düşünüp de yapmayana ceza vermediğini de biliyorsun, değil mi?”
“Biliyorum. Fakat Berr ile Birr arasındaki farkı bilmiyorum. Bazıleri Berr, bazıları Birr diyor. Hangisi doğru?”
“Berr, iyiliği ve hayrı geniş olmak anlamında Birr mastarından sıfattır. Hayır, mutlak anlamda faydadır, öyle veya böyle, bir şekilde yarar sağlamak anlamındadır. Birr ise bizzat yarar sağlama niyetiyle yapılan hayırdır Onun için Birr’e kemal-i hayır, yani en mükemmel hayır derler. Berere ise, Berr’in veya Bârr’ın çoğulu olup, çok hayır sahibi anlamına gelir, Bârr’ın çoğulu olunca, söz ve fiillerinde sadık demektir. Ebrar, Âdemoğulları hakkında, Berere de melekler hakkında gelmiştir. Ebrar, azlık ifade eden çoğuldur. Âdemoğulları arasında etkıyâ, takvâ sahibi insanlar azdır. Berere ise çokluk ifade eden çoğuldur. Meleklerin hepsi müttakidirler.”
“Aman baba! Yeter Allah aşkına! Aklım karıştı! Şimdi bildiklerimi de unutacağım! Ayaklı kütüphanesin, mübarek!”
“Şuna bak! Teşekkür edeceğine neler söylüyor! Teessüf ederim!”
“Teşekkür ederim, babacığım. Bu iyiliğini asla unutmayacağım!”
“Bakıyorum konuyu kavramışsın. Sözlüye gerek kalmamış.”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 347