- 1118 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
BÖYLE EVLİLİĞİN...
Ne de kıymetliydi bakireliğin, o zamanlar.Seni, deli gibi seven, evleneceğiz, bana güven diyen, bir erkekten, tabu gibi sakladığın, onun perişanlığına sebep olduğu, iki gramlık zarın, ne de kıymetliydi. Ama duydum ki; sonra ailen seni, hiç tanımadığın 62 yaşında, zengin bir herife vererek, namusunu korumuş da, nedense, adam çok içkili olduğu için, o gece bakire olduğunu bile anlayamış mış.
O yıl, henüz ben 24, sende 21 yaşında taze gençlerdik. Fakirdik ama , seviyorduk. Uyanık bir doçent “ Gel oğlum, öyle bir krom madeni var ki, ikimizi de çok zengin eder. Sadece, benim ismim hiç geçmemeli” diyerek beni bu işe sokmuştu. Üniversite daha bitmeden, para kazanmaya başlamıştım. Biter bitmez de seni, Denizli’de bırakıp Bursa’ya, madenin başına gitmeye mecbur kaldım. Bankadan yüksek bir kredi çıkarttırmış, dört adet damperli kamyon ve iki kepçe ile lüzumlu bütün malzemeler alınmıştı. Hocam, her işi el altından hallediyordu. Tabi ismi geçmeden . Sana geldiğim günü hatırlıyorsun değil mi? Hani ,Jeep’e sen de hayran kalmıştın da, bir nazarlık asmıştın aynasına. Bağlantıları Hocam yapıyor, malı ben üretiyordum. İki vardiya çalışıyorduk. Krom, çıkıyor, çıkıyor, çıkıyordu.
Sana, sevgim sonsuzdu. Ama gençtim. Bir kadına ihtiyacım vardı. Ne var ki, bu sen olmuyordun. Ve beni başkalarına doğru itiyordun. Neymiş, Hanımefendi bakireymiş, nikahtan önce asla olmazmış, ailesi onu öyle eğitmiş miş. Para kazandığım sürece, aslında bu pek de sorun olmuyordu, diyebilirim. Madenin çıktığı köyde, dul bir kadın ve Bursa’da da birkaç arkadaşım vardı. Yani, harem, senin dışında tamamdı.
Birden, askerlik şubesinden gelen bir yazı ile irkildim. Öyle ya üniversite bitmiş, vatani görevimi yapmaya gelmişti sıra. Ama, madeni nasıl bırakacaktım. Tıkır tıkır ödenen banka kredilerini, sonra nasıl ödeyecektik. Neyse ki, Hocam buna da bir çözüm bulmuştu. Tanıştırdığı adam, sadece 12 fotoğraf, diploma sureti ve 200.000 dolar istiyordu. Ve “ Karışma, bir gün bile askerlik yok sana” diyordu. Bu parayı ortak hesaptan ödedik.
Yeniden, güzel iş bağlantılarına, bol paralara kavuşmuştuk. “ Gel evlenelim “ diye sana yalvarıyordum. Ama ,ailen beni askerde zannettiği için, “Askerlik bitmeden asla olmaz. Hele bir yedek subaylık resmini, neden sana vermiyor?” deyince hemen bir asker traşı olup ,yedek subay bir arkadaşımın elbisesini alarak çektirdiğim ,resmimi yollamıştım sana. Kendi ailem bile, bu numarayı bilemeliydi. Bu yüzden söylemedim sana da.
İki yıl ne mi yaptım? Yaşadım, be kızım, yaşadım. Güzel evler döşedim, arabalar aldım, sana gelirken sakallarımı kestim, cebimde bok gibi parayla, yedim, içtim. Her gün başka kadınlar vardı masamda. Ama ben izinliyim, diye Denizli’ye her gelişimde, sana “ Gel, etme, eyleme, seni seviyorum. İstersen, hemen kalk gidelim, nikah kıyalım “ diye yalvardım. Üç yıla yaklaşmıştı ilişkimiz. Ama ben seni, sadece hayal edebiliyordum. Böyle, vuslatsız aşk olur muydu? Böylesine; mastürbasyon aşkı, derim ben.
Bir ara, bu kız beni sevmiyor galiba, ben de boş vereyim dedim. Dışarıya, daha çok yöneldim. Ama, her kadının üzerinde, seni hayal ediyordum. Onlara “ Betül, Betül “ dedikçe, kızdıklarını, bazılarının altımdan sıyrıldığını bile gördüm. Bu, daha çok, sarhoşken oluyordu. Mecburdum sarhoş olmaya. Bütün gün, madenin soğuk dehlizlerinde, yüzlerce amele ile bağırıp çağırarak, o ukala emniyet ve kontrol mühendisleriyle kavgalar ederek, az yük alıp, kantarda hileler yapan şoförlerle mücadele vererek çalışmak, ne zordu bir bilsen?
Kazancımız arttıkça yeni makineler de almamız gerekti. Kredi aldı Hocam yine. Tabi, her şey benim üzerime olarak. Olsun, para oluktan akar gibi geliyordu. Sen bile, pahalı hediyelere şaşırıp “ Bu, yedek subaylara ne çok maaş veriyorlar “ demeye başlamıştın.
Bir gece, iki hanımın ortasında masadan aldılar beni. İki nemrut, goril suratlı polis, iki yanıma girerek, adeta sürüklercesine, restaurant’tan sarhoşken çekip götürdüler. “Ulan bırakın beni, hesabı ödeyeyim, bir çişimi yapayım ibneler “ diye bağırmalarıma sırıtarak, ite kaka, ekip arabasına bindirip, doğruca Merkez Komutanlığına teslim ettiler. Çopur suratlı bir Başçavuş karşıladı bizi. O zebellah onbaşıya teslim ederek, nezarete gönderdiler.
Onbaşıya, “ Yahu arkadaş, benim suçum nedir? Niye beni tutukladılar?” diye soracak oldum. Koridoru döner dönmez, girişti, pislik herif. “Bana Komutanım diyeceksin lan, şehir ibnesi.” Böylece, hem şehirli, hem de ibne olduğumu böylece öğrenmiş oldum. Sonra, üç gardiyan daha geldi. Neyse ki biraz daha ayılmış vaziyetteyim. “Komutanım, telefon hakkımı kullana bilir miyim?” diye Onbaşı’ma sordum. Dördü birden gülerek “ Karıları mı arayacaksın, orospu çocuğu? Biz, burada askerlik yapalım, sen, hile ile hem kaç, hem de karılar kızlar haa? Senin ananı si..ceğiz daha. Önce bir diskoya gir bakalım da, biraz neşemizi bulalım” Ne diskosu yahu, bunlar alay mı ediyorlar, derken diskoya, yani penceresiz bir odaya geldik. Palaskalar sıyrıldı. Yer misin, yemez misin?
Sabahın olduğunu, yanıma sonradan verdikleri, bir tutuklunun dürtmesiyle öğrendim. “ Kalk arkadaş, saat sekiz de sayım var. Şu elbiseyi giy. Senin hakkında, gıyabi tutuklama bile verilmiş.” Üstü siyah, altı haki asker elbisesini giydim. Ama, pis bir naylon terlikten başka, ayağımda hiçbir şey olmayacakmış. Neyse ki, şimdi yaz mevsimi.
Bir “ Dikkat “ sesiyle toparlanıp, esas duruşa geçtim. Albay ve arkasında akşamki Başçavuş, bir de pislik onbaşı, geldiler. Albay “ Heyet hilesi yapan it bu mu?” der demez, suçumun ne olduğunu da anlamış oldum. “ Bunun, hemen sevkini yapın. Böyle köpekler diğerlerini de bozar.” diyince, “ Yahu, ben daha, Betül’ü bile bozamadım. Ben de erkek miyim?” demek geldi içimden. “Efendim, acaba telefon” diyerek kendimi gülmekten alıkoydum. Demokrat Albay, “ Evet, telefon edeceksin. Senin hakkın“ deyince de, telefonumda kayıtlı Hocam’ın numarasını hatırlayamaz mıyım. İki saat sonra, beni İstanbul, Maltepe Askeri Ceza Evine götürecek ekip hazırdı bile. Telefon için Onbaşı Komutanım ,tek bir jetonla gelip, “ Hadi, bu kıyağımı unutma” der demez, “ Sağolun Komutanım “ diyerek, tekmili patlattım.
Telefona, Hocam hemen çıktı. Ama, “ Sen, beni tanımıyorsun. Sakın, benim ismimden bahsetme. Ne işin vardı barda?” falan diyerek, benimle son konuşmasını yaptı. Vay canına. Ama, o bana hapiste bakardı nasılsa. Üzülme, diye kendimi boşuna avuttum. İbneler dünyası. Hiç aramayacaktı bile.
Gece yarısı, ceza evine gelebildik. Üzerimden çıkan 7.400 doları, bir naylon torbaya koyup teslim ettiler, yeni komutanıma. Yine içeri girer girmez, “ Seni diskoya alalım “ dediklerinde, teşekkür ederek, “ Daha dün diskodaydım” dedim. “Bizim disko, daha eğlenceli. Bir dene bak” demezler mi?
Önce anadan üryan soyup, domaltarak, kıçımın içine, içeriye bir şey sokup sokmadığıma baktılar. “ Neyse oğlum, sen de kadın kısmının, çok mühürünü görmüştün. Hem, bir kereden bir şey olmaz” diye düşünerek, aldırmadım. Ama derinlerde bir şey var mı acaba, diye otur kalk yaptırmaları, boş karnımda zaten biriken gazları çıkartıp, küçücük odayı leş gibi kokutmama sebep oldu. “Vay puşt, zaten içerken, almışlar bunu. Ulan biz, senin osuruğunu koklamaya mecbur muyuz? “ Jop’lar inip kalkarken, “ bilseydim, götüme mantar tıkar, sizi pis kokuya dayanmak zorunda bırakmazdım. Özür dilerim Komutanlarım, orospu evlatları “ diyordum içimden.
Her günüm, bir felaket olarak geçip, nihayet Selimiye 1nci Ordu Mahkemesi’ne çıkartıldım. Tutukluluk sürem, dört ayı biraz geçmişti. “İki yıl, bir ay, 14 gün hapsine, yeni baştan, asker edilmesine.” Evrakta sahtekarlık, askerden kaçma, falan filan. Meğerse, sahte bir rapor alan benim aracım, yakalanmış ve muhtemelen emniyetin diskosunda, şarkı yerine vukuatlarını söyleyivermişti. Onu bile, tanımıyordum. Ama ,aynı ceza evinde miyiz? Diye, hep havalandırmalar da, viziteler de, onu sorup durdum.
Bir öğlen yemeği sonrası, Ceza Evi Müdürü, Başçavuş odasına çağırdı. İki sivil de, odada oturuyorlardı. Biri kendini avukat, diğeri icra memuru olarak tanıttılar. Banka, krediler ödenmediği için, alınmış olan kamyonlar ve iş makinelerine el koyuyordu. Madenin kapandığını, bazı malzemelerin işçiler tarafından çalındığını, yeni kepçenin parçalarının bile olmadığını söylediler. Faciadan, böylece haberdar oldum. Bankada Hocam ile, ortak hesabımız vardı. Ama üzerimden çıkan parayı, ölçülü bir şekilde bozdurup, makbuzlarıyla verdikleri için, o hesaplardan hiç para çekmem gerekmemişti. Avukat’tan, ortağımın o hesabı da boşalttığını öğrendim. Teşekkürler Hocam, ananın ...
Yanmıştım be Betül. Ne yapacaktım. Maden elimden gitmiş, param kalmamış, hatta Bursa’da oturduğum ev bile, eşyaları satılıp, yeniden kiraya verilmişti. Cezamın dolmasına yakın, Müdür beni çağırıp “Paran bitmek üzere.” Bak oğlum, er olarak 18 ay daha askerlik yapacaksın. Dikkatli harca paranı” dediğinde aklım yerinden oynadı. Hiç param kalmamıştı ha. Belki dedim babam …ama, bir kere bile aramayan beni, reddettiğini duyduğum babam ,bana asla bakmazdı ki. Önce kantinden alış verişi kestim. Sonra, hapiste öğrendiğim, boncuk dizme işinden, birkaç kuruş kazanarak devam ettim, cenabet hayatıma.
Otuz yaşında, psikolojik sorunları da olan, bir yaşlı er olarak, beni Askeri Hastaneye verdiler. Bölük Komutanım ,dosyamı incelemiş ve beni çağırtmıştı. Sıfırdan askerdim. Karşısına oturtup, çay ısmarlayarak, burada askerliğimi bitirmem gerektiğini anlattı. En ufak bir yanlışı, affetmeyeceğini tekrarladı. Ona karşı, içimde bir güven oluşmuştu. Astlarının, kendisini suiistimal edemeyeceğini biliyor, bazı eğlencelerde içki bile içmelerine bile müsaade ediyordu. Yaşının, benden bir kaç yaş büyük olduğunu sanıyordum. Yıllardır, ağzıma alkol koymamıştım. O eğlence gecesi, yine her şeyi unutup bir votka şişesini, kafama gazoz gibi diktim. Sabaha karşı ise, komutanın koridoruna kusmuştum bile. Hemen, kokular sıktı, paspas yaptı arkadaşlarım ama geç kalmışlardı. Koku gitmiyordu.
Yüzbaşı, Bölük Başçavuşunu karşısına dikmiş “ O iti getirin “ diye bağırıyordu. “O it ,benim Komutanım “ diyerek, kendim çıktım ortaya. “ Benim bu müsamahamı nasıl suiistimal edersin? Senden hiç beklemezdim. Ayşe mi? Fatma mı? “ diye sordu. Ayşe, açık ağaç renginde bir kızılcık sopasıydı. Fatma ise, siyah ve kalın bir jop. “Fatma” diyebildim. ”Memleketine domal” komutu ile sana, Denizli’ye, aşkıma döndüm Betül. Kıçıma inen 6 cop yüzünden, iki gün oturamadım. Neyse ki, Yüzbaşı Allah’tan kindar değildi. Birkaç defa, içkili yemeğe götürdü. Ama, Fatma’nın yüzünden, fazla içemedim.
Çok otoriter, bir servis hemşiresinin emrinde çalışıyordum. Kadın, gestapo subayı gibi, otoriter, erlere,, hademeler ve diğer hemşireler kan kusturuyor. Aslında, yaşı 26 ama hiç genç kız gibi davranmıyor. Bir gün ona “ Bana sesinizi yükseltmeyin “ diye sert bir cevap verdim. Hemen soluğu ,Yüzbaşının yanında aldı. Allah’tan Yüzbaşı, ondan pek hoşlanmıyordu da, durumu geçiştirdi ve bana bir şey söylemedi.Yine de korkmuştum.
Öğlen, Kadıköy’den kebap filan getirip, beni de davet etmeye başladı ,Kadriye hemşire. Yemek istemediğimde, öyle bir iş veriyordu ki, yemekhanedeki yemeği kaçırıp, yine onun ayırttığı donmuş kebabı yemek zorunda kalıyordum. Bazen, cebime, birkaç kuruş da, para sokmaya başladı. Onun, o kadar korkunç olmadığını ,düşünmeye başladım. Sadece biraz kilolu ve geniş omuzlu idi. Seksen beş, doksan kilocuk kadar. Biraz da, hükmetmeyi seviyordu. Her şeyi de, sadece o bilirdi. İzine çıkacağım, ama elbisem bile yok. Arkadaşlardan sivil elbise dileniyorum. Böyle bir sefalete ,daha ne kadar dayanabilirim bilmem. Kadriye Hemşire, beni evine davet ediyor. Gidiyorum. Ondan, dört yaş büyüğüm. İyi bir gün geçiriyoruz. Hesapları o ödüyor. Ama, Yüzbaşı duyar diye de çok tedirginim.
Kadriye, serviste bana karşı çok iyi. Herkesin kaçtığı, doktorların bile seviyeli durduğu, aksi, domuz suratlı, nedense bana çok iyi davranıyor. Birkaç defa daha, evine gidiyoruz. Her şey, çok daha iyi. Onun, balık eti olduğunu söylediğim için mutlu. Yüzbaşı ,yanına çağırıyor. İzine çıktığımda ne yaptığımı soruyor. Kurt pezevenk, acaba şüphelendi mi? " Bir halam var, çok yaşlı. Onun yanına gidiyorum." Bu yalan benim sonum olacak. "Sana, gece yatılı izini vereyim. Çok sıkılmışsın, biraz rahatla " diye, üç günlük izin belgesini elime tutuşturuyor.
Kadriye, inanamıyor bu izin işine. Maaşını, henüz bir gün önce almış. " Gel ,İstanbul’un tadını çıkartalım" diyor. Cuma günü, ikimiz de, üç günlük izinliyiz. Önce, beni bir mağazaya götürüp, yazlık giyecekler alıyor. Kot pantolon, spor ayakkabı, t-shert falan. Gerçekten, bir şeye benzedim galiba. Seni, defalarca evinden arıyorum. Sesimi duyan, hemen telefonu suratıma kapatıyor. Bana ışık göstermiyorsun. Haklısın, o kadar uzun zamandır yokum ki. Bana ulaşman da imkansızdı. Zaten evlenmişsin de. Hem de zengin biriyle. Kalkıyor mu, acaba diye geçiyor içimden.
Cuma gecesini, içkili bir lokanta da boğaz kenarında balık yiyerek geçiriyoruz. Domuz suratlı karıya bakıp, onu sempatik ve güzel buluyorum. Eve, bir taksinin arkasında, sarmaş dolaş geliyoruz. O gece, ikimiz de çok sarhoşuz ve bakirelikmiş, kızlıkmış dinlemiyorum. Kadın sıcaklığına ,öyle susadım ki, tarifsiz.
Ertesi sabah, ağlama sesiyle uyanıp, ne halt ettiğimi anlıyorum. Sana ,yapamadığım bu şeyi, Kadriye’ye yaptım. " Beni kirlettin, orospu çocuğu, seni şikayet edeceğim. Yüzbaşıya, hemen telefon ediyorum" diye, bar bar bağırıyor. Ne bok yiyeceğim şimdi? Yandım ben. Senin, beni bu kadar uzak tutman, aptalca tabuların, ve ailenin baskısı, yaktı beni.
O günden beri, bir suçun cezasını, evlenme sözü vererek çektim. Terhis olduğum ve hala işsiz olduğum, son altı ayı onun evinde ve onun parasıyla geçirdim. Ne madenim, ne de bankalarda beş kuruşum kalmadı. Üstelik sen de yoksun. Ne işin vardı, kendinden çok büyük bir morukla? O mu senin kızlığının kıymetini bilecekti? Sana aşık mı, benim kadar?
Bugün evlendim Kadriye ile. Yeni esaretim, onaylandı Belediye’de. Cebimde beş kuruş yok, işim yok, sigaramı Kadriye alıyor, sen yoksun en kötüsü. Ailem bile arkamda değil. Bu kadar yokun arasında, sadece kırmızı bir cüzdan var. Evlilik cüzdanı.
Hay ben, böyle evliliğin . . .
E. Yaşar OVALI 17.Şubat.2012
YORUMLAR
kimin dayısı kimin halası, evlenen asker sizseniz tebrik ederim :), mutlu sonnnnnnn çok eğlenceli, demek ki ne oluyormuş, 90 kiloluk hafif balık etli bile olsan yeterince sabrettiğinde Tanrı sana da bi yem yolluyormuş, fotoğraftaki çift de çok yakışmış....
kukurikuu
Ama çocuk çok mutsuz ve perişan bir hayat yaşıyor.
Onun için çok üzülüyorum.
Saygılarımla.
Sanırım yanınızda askerlik yapmış bir madencinin hikayesini yadetmişsiniz, muhtemelen de, son bölümdeki Ayşe ile Fatma'nın sahibi yüzbaşıyı çok övdüğünüze göre o sizsiniz...:) Müthiş bir hikayeydi; hikaye içinde hikaye... Muhafazakar aile bakire kızı madenciye vermeyerek 62 yaşıdaki bir içkiciye peşkeş çekiveriyor, bu nasıl bir çelişkiyse... Madencinin başına gelen ortak kazığı gerçek hayatla birebir örtüşüyor, aynısının tıpkısına milyonlarca örnek bulunur; Şener Şen'in bir filmde İlyas Salman'a söylediği gibi, eşşekler var oldukça sırtlarına binen birileri de mutlaka oluyor...Uzun yazıyorsunuz, ama okunup bitiriliveriyor yazılarınız; genelde okumak için kısa öyküleri tercih etmeme rağmen sizin öykülerinizi es geçemiyorum.SAYGILARIMLA
kukurikuu
Dedim ya,artık kendimi yazılarımda sizden gizleyemiyorum.Tecrübe ve öngörünüz çok hayranlık verici. Bu, tamı tamına yaşanmış bir hikaye. Gerçekten aileler, bazen gençlerin mutluluklarını , böyle basit düşüncelerle engellemeyi namus sayıyorlar da, zengine kız satmayı , hele ki , arada nikah da varsa , ahlaki buluyorlar. Bu arada, belki Betül, ailesinin kendisine yaptığı baskıyı, kendi çocuklarına yapmaz umarım.
Kişiliklerin oturmaması için çırpınan , yorumsuz toplumumuzda , hiç kimse okumuyor Hocam . Üniversite öğrencisi kızlarla ,yaptığım konuşmalar sonucunda, onların lise seviyesinde, olmadıklarını söylediğimde biraz kızdılar bana. Erkek, çocuk, ev işi, yemek ,yurttaşlık, tarihimiz, Atatürk' çülük, evlilik,köşe yazıları, memleket sorunları vs. Bir kısmı başını sarıp, bir yöne , diğer kısmı , yakışmayan bir yöne, koşuyor. Küçücük bir tıngırtı övünerek kolların kalkması , kalçaların sallanması demek. Sevmek yerine zenginlik hayalleri aşkları da bitirdi.Şu yazan ,çizen hanımlara kalpten teşekkürler.Hiç olmazsa güzeli görüyor, kıyaslama yapıyorlar.
Güzel yorumunuza yürekten teşekkür eder saygılar sunarım.
:)
Bu ne empati becerisi böyle...Yaşar bey, yazının içindeki bütün maceraları bir solukta okudum..
Aşk bu ya bir milyoncuk kadında geçse ömrünüzden, aklınız takılı kaldığı hatundan kurtulamıyor işte..sözüm size değil tabi varsayalım sadece..:) size kolay gelsin, yazılarınız eğlenceli..
kukurikuu
Ne ılık ve sade yorum. Teşekkür ederim.
İnsan ,belki bir kez sevmeyebilir. Ama her sevginin yeri mutlaka başkadır. Saygılarımla