- 565 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
PEKİ BİZ KİME GÜVENECEĞİZ !.. (V)
PEKİ BİZ KİME GÜVENECEĞİZ !..
(Beşinci Bölüm)
Dr. Sadık Özen
Halkın gözü, kulağı ve dili olması gereken “Ulusal Basın”; yazılı, sesli ve görüntülü organları itibariyle halk üzerinde en etkili iletişim kaynağıdır. Ülke gündeminin oluşturulmasında, denetlenmesinde ve değiştirilmesindeki payı son derecede büyüktür. Bu yönüyle halkın en önemli güven kaynaklarından biri olması gerekir.
Bu konumunun sürdürülebilmesi doğru, yansız ve her türlü kötü akımlardan uzak durmasına ve güvenilir olmasına bağlıdır. Doğru habercilik; gerek ulusal, gerekse yerel basının en büyük ilkesi ve en önemli niteliği olmalıdır.
Önemi itibariyle basınımızın yeri, bir zamanlar ülkemizde “Dördüncü Kuvvet” konumundaydı. Böyle bir konumda bile büyük bir saygınlığı vardı basının. Zamanla daha üst konumlara geldi. Hatta bazen “Birinci Kuvvet” seviyesine çıktığı bile görülüyor. Ancak kaçıncı kuvvet olursa olsun, eskiden sahip olduğu manevi değerini koruyabildiği söylenemez ve düşünülemez. Esasen bu değişimlerle birlikte ülkedeki bütün dengeler de önemli ölçüde bozulmuştur.
Bir zamanlar “Basın Ahlak Yasası” adı altında, basın mensuplarının etik kurallara uymalarını ve kendi aralarında mesleki dayanışmada bulunabilmelerini sağlayan sözleşme niteliğinde bir düzenleme vardı. Gazete veya dergilerin logolarının altında “Basın Ahlak Yasası’na uymayı taahhüt eder” ibaresi yer alırdı. Gerçekten de bir basın ahlakı vardı. Basın mensupları gerek kendi aralarında, gerekse üçüncü şahıslara karşı saygı ve nezaket ölçüleri içinde hareket ederler, yalan şeyler yazmazlar ve kuru iftirada bulunmazlardı. Eleştiri yapmanın da bir adabı vardı.
Yazarlar ülke çıkarlarını gözetirlerdi. İlkeleri vardı. Çıkarları uğruna ilkelerine ihanet etmezlerdi. Yalı ve yat sahibi olmak isteyecek kadar ihtiras sahibi değillerdi. Bir “Fikir İşçisi” ya da “Emekçisi” sayılırlardı. Doyulmaz ihtirasları astronomik maaşları yoktu. Aynı şeyler gazete sahipleri içi de geçerliydi. Çünkü onlar da “Gazete patronu” değil birer gazeteciydi. İhale peşinde koşmazlar, çıkarları için politikacıların kuyruklarına takılmaz, iktidarın nimetlerinden yararlanmaya çalışmaz, kalemlerini satmazlardı. Bir zamanlar çok onurlu bir meslekti gazetecilik. Bu sektörde çalışan insanların büyük saygınlığı vardı.
Ülkenin birinci kuvveti konumuna gelemezlerdi ama bulundukları yer saygınlıklarını korumaları için yeterliydi.
Köprülerin altından çok sular geçti geçen zaman sürecinde. Her şey değişti. İdealizm kayboldu. İlkelerin yerini çıkarcılık duyguları aldı. Gazete patronları yanında patron gazeteciler türedi. Gözleri doymak bilmeyen, ihtirasları sınır tanımayan gazeteciler. Yalı, yat sahipleri. On binlerce dolarlık maaş alanlar doldurdu piyasayı,.gerçek ve güçlü gazeteciler birer birer kaybolup gittiler.
Bir zamanlar bu ülkede Hüseyin Cahit Yalçın, Bedii Faik, Fatih Rıfkı Atay, Ahmet Emin Yalman, Metin Toker, Emil Galip Sandalcı, Sedat Simavi, Cemal Nadi, Nadir Nadi, Burhan Felek, Faik Suat gibi gözünü budaktan esirgemeyen, çıkar peşinde koşmayan, ilkelerinden ayrılmayan ve doğru bildiklerini inanarak yazan büyük gazeteciler vardı.
Bu isimler; ülkemizde geçmişte yaşanan bazı olumsuzluklara çağrışım yaptılar. Bir anda belleğimde, bugünle benzerlikleri olan 50-60 yıl önceki olaylar canlandılar. Şimdi onlara kısaca bir göz atmak istiyorum.
Akis Dergisi kapatılmış, Sahibi Metin Toker tutuklanmıştı. Derginin tekrar yayına başlaması için Sorumlu Müdür bulunmakta zorlanılıyordu. İşte o dönemde benim Ankara Dördüncü Ortaokul ’dan sınıf arkadaşım Yusuf Ziya Ademhan Akis Dergisi Sorumlu Müdürü oldu. Ademhan’ın gazetecilikle ilgisinin ne olduğunu bilemiyorum. Yaşı benden birkaç yaş büyüktü ve ortaokuldan sonra kendisini hiç görmedim. Okul çağlarında genç bir Halk Ozanı olarak dikkatleri çekmekteydi. Sanırım, o günkü siyasi ortam içinde, ilkeleri gereği bir görev üslenmiş ve bir gereksinimi karşılamıştı.
Bir süre sonra Ademhan da tutuklandı ve bir süre hapis yattıktan sonra, hakkında bir suç unsuru bulunamadığı için serbest bırakıldı. Sonra da birdenbire ortadan kayboldu ve kendisinden bir daha haber alınamadı. Kim bilir, belki de CİA’ nın karanlık eli ona kadar uzanmış ve faili meçhul cinayetler zincirinin bir halkası olmuştu.
Yukarda adını saydıklarımdan; Büyük Fikir Adamı ve Gazeteci Hüseyin Cahit Yalçın’ın ölümünden sonra Rahmetli Faik Suat Ulus Gazetesi’ne Başyazar olmuştu. Bu cesur yürek, değerli kalemiyle adeta benim ruh ikizim gibiydi. Yaşanan güncel olaylar hakkındaki düşünce ve görüşlerimi, bir gün sonra onun sütununda okur, bundan duyduğum şaşkınlık ve mutluluğu bir arada yaşardım. Büyük hayranlık duyduğum bir yazar olmuştu Faik Suat. Ne yazık ki ömrü vefa etmedi ve onu da çok genç yaşlarında kaybettik. Sonradan ortaya çıkan faili meçhul cinayetler nedeniyle, bu değerli, ilkeli ve son derecede cesur yazarın da, bu niteliklere sahip olmanın kötü kaderini paylaşmış olabileceği aklıma geliyor.
Bu dönemden sonra vatanları uğruna şehit olan Abdi İpekçi, Uğur Mumcu, İlhan Darendelioğlu, Necip Hablemitoğlu ve Ahmet Taner Kışlalı gibi ölümsüz kalemlerin, ilke ve inançları doğrultusunda verdikleri kahramanca mücadelelerine tanık olduk. Şu anda isimlerini anımsayamadığım diğer değerli gazetecilerimiz beni bağışlasınlar.
Gelişen siyasi süreçte; “Boyalı Basın”, “Mütareke Basını”, “Karşı Devrimciler”, “İkinci Cumhuriyetçiler” adını alan bazı gazetecilerin türediklerini görmekteyiz. Bunun arkasından da; dün ak dediklerine bugün kara diyebilen, ilkesiz ve çıkarları uğruna her şeyi yapabilen, yaptıklarından ve yazdıklarından utanç duymayan “Satılmışlar”, “Dönekler”, “Liboşlar” dönemi başladı.
Yarattıkları yapay gündemler ve yazdıkları yalan senaryolarla ülke yönetiminde çok etkin rol üstlenmiş olan bu takım, dilediğince at koşturuyor ve yarattıkları köpeksiz köyde elleri değneksiz geziyorlar.
Bunların karşısında, bir avuç ilkeli gazeteci; Cumhuriyetimizin temel ilkelerini, Atatürk İlke ve Devrimlerini koruyabilmek, fikirlerini savunabilmek ve gazeteciliğin namusunu kurtarabilmek için adeta ölüm-kalım savaşı veriyorlar.
Bu fedakar ve namuslu insanlar; namussuzlar kadar cesaretli olabilme çabasındalar. Yaşanan örneklere aldırmadan, başlarına gelebilecek bütün kötülükleri göze alarak yollarına devam ediyorlar. Bu durumun daha ne kadar ve nereye kadar süreceğini kestirmek mümkün değil.
Değerli Basın Şehitlerimizle, yaşamlarını hapishane köşelerinde ve hücrelerde geçiren, içinde bulundukları bütün olumsuzluklara karşı göğüslerini siper ederek fikirlerini savunan ve yazmaya devam eden ilkeli-şerefli-onurlu basın mensuplarımızın önünde saygı ile eğiliyorum.
20 Şubat 2012
www.fikirplatformu.net www.antalyabugun.com www.edebiyatdefteri.com
YORUMLAR
Sayın Sadık ÖZEN,
Sayenizde unuttuğumuz gazetecileri ve unuttuğumuz değerleri
yeniden hatırlama fırsadı buldum.
Teşekkür eder, saygılarımı sunarım.