- 822 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Sanırım Beni Senden Sorarlar Artık...
Ayrılıklar bir veda değildir zamana...
Uzak da olsa bir göz kırpması vardır ayrılıkların zamana...
Şimdilerde dönüp arkamı düşüncelerimin toplamını geçmişe götürsem, yıllar ve yıllar boyu kısım kısım, an an düşündüklerimi ve de yaşadıklarımın bir kısmını art arda yapıştırsam, yaşanması gereken ve ardına yazgı dediğimiz acılar toplamının yanında sevinç ve mutlulukların çok az olduğu bir ömrün önemli bir bölümü çıkar karşımıza...
Tıpkı gökyüzündeki yıldız kümelerinin toplam görüntüsünün yanında tek bir yıldızın önemsenmesi gibi...
Yaşamın çok kısa bir anları için hayatımı çentiklemiş olan aşk dediğimin mutluluk puslarının arasında kalmış benliğimin yıkıklığı ile uğraş verirken hayatımın tamamı çıkıp gidiyordu önümden...
Yanımdayken en önemlisi olduğum ve de en önemlim olan sevgim dediğimin gözlerinde kaybolmak, mutluluk pervazlarının içinde kalmamla şimdilerde o kareleri hatırlamak azap resimleri oluyordu hafızamda...
Ne kadar çok sevmişsen özlersin aslında...
Tüm bu özlem zamanlarının toplamıydı aslında sevmenin elde kalan kısmı...
Çok sevdim cümlesine sığan anlatım, tüm bu karelerin, anı karelerinin toplamına eşitti... Acılarsa mutluluk gölgeleri olarak hep ardımızda taşındı...
Acıların ve de mutluluk karelerinin tümünün toplamı sevmeye dahil, sevgiye dairdi...
Bana sırtını dönüp, dönüşsüz bir yola doğru adım atıp, uzaklaştıkça, bana sanki yaklaşan yüzünü en çok özleyeceğim anları görüyordum gözlerinin diplerinde...
Benden uzaklaştıkça bana yaklaşmalarındı belki de seni en çok özlediğim anlar...
Her gidişinin ardından çocuklar gibi kendime yalvarışımdı belki de acıyı öğrendiğim ilk zamanlar ve acının dibe vurup yıkıldığım anlardı ki onlar en çok seni özlediğim, en çok kaybolup kendimi aradığım anlardı onlar kayıplıklarda...
Kendime özlem nedir diye sorduğum anlardı ki sessiz seslerle inlediğim, içimde hissettiğim zamanlar, ben seni özlediğim zamanlardı ki en çok zavallılaştığım ve kendime hükmedemeyip zamanlara dertlendiğim zamanlardı hep kendimi yalnızlığımla vurduğum yalnızlık duvarlarından düşüşüm...
Çoğu zaman gecenin en sahipsiz zamanlarıydı o anlar kendimi kayıp hissettiğim...
Yoklukların tarifini ararken neden kendimi kalabalıkların yalnızlığına atıyordum...
Neden sessiz seslerin uğultusu ardına gizlerken kendimi, yalnızlığın bedelini kendime bedelsiz kılıyordum...
Kulaklarıma yapışan sana dair kalabalıklığımın seslerinin uğultusunda kaybolurken bakışlarımdaki sahipsizlikle neden midem bulanıyordu...
Yana meyilli bir yolda düz yürümeye çalışmanın da anlamsızlığı çarpıyordu beynime...
Her şey sen giderken daha çok özleme ulaşıyordu içimde sesin korkunç uğultularla bir hikâyenin anlatısına dönüşüyordu...
Her şey ışık oyunlarının kırılganlığında değişime ulaşıyordu, her şeyin bir gölgesi duvarlarda başka renklerle oynaşıyordu ve her oynaşan sen silueti umulmaz yaralar açıyordu artık...
Yangın yerinde gibiyim,
içim de o kadar rahat değil,
yüzümde cehennem sıcaklığı harlar ve sen bu ateşin içinde aklımdasın,
kimsin, nesin, nedensiz gelip içime çökmüşsün,
ben seni özlerken sen neden içimdesin,
bana hasreti anlatma,
bana sevmenin kuralı var deme,
bana özlemden hiç bahsetme ki
sen de benim gibi düşmeyesin cehennem kuytuluğuna yanmaya,
bana ellerini uzatma ki avuç içlerimdeki har sana bulaşmasın,
bana yüreğini açma ki senin de yüreğin benle dolmasın sen gibi,
nedensiz sevgilerden, sen de bana bahsetme ki düşmeyesin nedensiz sevgiye,
derindir, hardır, nardır, nefessiz kalmış yüreklerle doludur,
sen de dokunma ki dolmasın yüreğin,
bana hasretin vurgunundan bahsetme,
içi alev, dışı kof bir duvar yaslanma ki yıkılmayasın,
bana dokunuştan bahsetme sen de yanarsın alev olur avuçların ki içine atarsın şaşkın...
Bana aklımdasın deme ki hiç aklımdan çıkmıyorsun...
Sen kaderimin ters köşesinden çıkan ve imkânsızım olmuştun artık...
Durmadan konuşuyordu, duramayasıya ah çekerek pişmanlıklarını anlatıyordu, çocuksu düşlerini,
hesapsız hayat tarzını, ölümüne dair sevmelerden ve de pişmanlıklarından bahsediyordu...
Durdurulamayan bir hayatın bir kesitinden, diğer kesitine geçişler yapıyordu.
Zaman zaman gözlerime bakarak, çoğu zaman da iki dizinin arasına sıkıştırdığı avuçlarını sıkmış yumruklarına bakıyordu, düşünceli ve pür dikkat sözleri söylerken...
Bir konuyu öyle derinine inerek anlatıyordu ki çoğu zaman gözlerinden akan yaşlarla destekliyordu sözlerini...
Korkunç bir anlatım gücü vardı, çoğu zaman küçük bir kız çocuğunun sesiyle, çoğu zaman kocaman bir kadın edasıyla dolduruyordu kulaklarımı hırpalayan cümlelerle...
İnce bir şeyler kopuyordu her cümle sonunda içimden, her cümle sonunda hırıltılı bir sesle, sonra sonra diyordum konunun içinde olduğumu anlatabilmek için...
Dalıyordu gözlerim her cümlesi ile siyah zamanlara, uçsuz, izah edilemez şaşkınlıklarla hayretler içinde atıyordum kendimi, anlattığı yaralı hayatın içine...
Zamanın hesapsız kullanmalarıydı bunların tümünün anlatıldığı anlar... Saatlerin hesapsız ve düşüncesiz geçişleriydi bu konuların haricindeki anlara. Sadece o konuşuyordu ve sadece onun sorunlarıydı ve daha sonra da benimkiler çıkıyordu ortaya, iki yara iki yaralı yürekten dökülen kanlardı sanki bu kızarıklıktaki yaşam kesitleri... Başka başka masalların başka bedenlere yapışmış efsaneleriydi sanki açılınca içinden yürek dolusu acı fışkırarak ki, şimdilerde bizim hayatımıza girip yaşamımıza yön veriyordu...
O konuştukça çoğu an kendi benliğimi kaybediyor, dağılmış benlikle şaşkın ve de hayretli bir kâbusun içinde buluyordum kendimi...
Derin bir yeisle çok güzel yalan söylüyor veya çok iyi bir oyuncu derken bile pişmanlık duyuyordum kendimden utanarak...
Zamanı kovalamak her halde onu dinlediğim zamanlardı bu koşu bandında koşuşturmam...
Şimdilerde ona söylediğim bir cümlenin peşinden düşünürken yılların ardından uçan hayatımın kesitlerinde tekrar parçalanıyor ruhum...
Sanırım beni senden sorarlar artık, derken ne düşünmüştüm de bu gün bile yaşıyorum aynı yaşam kesitlerimi ikiz ruhumla...
Sanırım beni senden sorarlar artık, derken onun ruhuyla özdeşleşen benliğimin varlığının kayboluşuydu belki de kendimi ona adayışım...
Her nefesimin onun nefesi ile çatallaşmış rengi artık karanlıklarda bile kaybolamayışımın sebebi hep onun varlığının ardında kalan yaşam isteğimin arsız düşüncelerinin bir türlü yok olamayışları ile mücadele vermemdeki sebep neydi?
O çok iyi bir yalancıydı, ama çok fazla severdi sevdim dediğince... O çok iyi bir kurgucuydu, tıpkı çok iyi yaşamış bir beyin gücünden vardı bu kurguların doğuşu... Belki bu kurgularını yaşamak isterdi veya belki de yaşamış sayardı kendini ama severken çok iyi yaşardı, bire bir yaşardı yaşamak istediklerini de...
Sanırım beni senden sorarlar artık, çünkü ben sende bittim, çünkü ben senle dağıldım, senle toplandım, senle umutsuz, senle perperişan, senle mutlu oldum, işte hesapsız sevmenin, kurgusuz teslim olmanın sonu ki bu yaşam benimdi, bu gün olsa tekrar yaşar mıydım, tekrar o kadar inanır mıydım, tekrar o kadar sever miydim? Şüphesiz deli bir sevda sıçrayışları bunlar ama bu gün tiksindim senden diyebiliyorsam, artık evet demenin de bir anlamı kalmıyor...
Her şey çok derinlerde kaldı, her şey artık hesapsız bir yaşamın ardında artık her şey pişmanlıkların içine gizlenmiş...
Bu gün ayrılığın sesini duymuş, hasretin rengini tanımış, özlemin resmini yapmış cümlelerle ben her şeye yeniden varım demenin de saçmalığıyla şaşırmasam bile sadece yalanın ve riyanın rengi ile boğuşurken gözü kapalı siyahı kabullenmiş bir geçmişi de özlemenin anlamı yok sanırım ama artık beni sana sorarlar sanırım derken bile aradaki bağı inkâr etmenin de bir anlamı olamaz sanırım...
Yaşandı, hem de çok iyi yaşandı, tekrar yaşansa mı demek için de artık çok geç, çünkü ona ait tüm karelerin ardında bir çamur bulanıklığı var...
İçinde benim için bir nebze aşk bırak, bir nefeslik sevgi kalsın içinde benim için, ölümsüz aşklardan
vazgeçtim, kimsesizliğime sığmış bu aşk kalsın içimde...
Bir nefeslik sevginin ardına sığınmış bir yorgun yürek var artık...
Unutulmaz aşkların ardından söylenen ağıtların içine atılmış bir yürek var artık sevgiye saygı mührü vurulmuş bir kalan avuçluk dünyam var artık...
Yine donuk gözlerle ince işlemeli tül perdenin aralığından gecenin koyusuna doğru uzatmıştı gözlerini...
Kaçıncı kez bakıyordu mavinin koyusu siyahı olan uzak gökyüzüne doğru...
Uğultulu sesler oyuyordu düşüncelerini, her kaybedişte, her kayboluşta beynindeki uğultuları iki elinin avuçları ile sıkıyordu çaresizce... Ne duyduğu sesler ne de düşünceler kayboluyordu beyin kuytularından, sadece yalvarır gibi iç sesi ile konuşuyordu... Yıllardır gecenin uzun zamanlarında basıyordu bu kâbuslar içine doğru etrafını ısıtarak... Evet dedi inleyen bir sesle tekrar, sanırım beni senden sorarlar artık, derken sanki dışarıdan gelen uğultuyu kesmek için perdeyi hırsla çekti. Uğultunun dışında kalmak isterken, merkezine düşmüştü zangırdamanın... Nasıl bir yaşamdı bu ne içinde kalınabiliyor, ne de dışına çıkılabiliyordu yaşadığı acımasız sevdanın...
O şimdilerde kendi halinde bense kendi derdimle yaşarken geçmişin kahramanları sandığımız kendimize gülümsüyoruz belki de bir birimizden habersiz... Her şey oluruna açılmış bir çukura gömülürken bile hâlâ kendimizden uzak birbirimizi düşünürken belki de kendimize yaptığımız bir acımasızlıktı bunların hepsi...
Biz aşkı küllendirebildik ama közünü söndüremedik ki, bizim her şeyimiz vardı, acılarımız vardı, gülüşlerimiz vardı, kıskançlıklarımız vardı ve ölümüne sevda değimiz sevgimiz vardı ki hâlâ
tüketemedik, tükenemedik içinde...
Mustafa Yılmaz
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.