- 1152 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
MASUM DEĞİLİZ
Seni ilk gördüğüm yere gittim bu gece. Seni ilk dinlediğim, seni ilk kaybettiğim, seni yitirdiğim yere gittim bu gece... İçimde kopan fırtınaları dindirmeye çalıştım. Böğüre böğüre ağlayıp çatlattığım odamın duvarlarını yumruklayarak, en sevdiğim, en sevdiğin laci gömleğimi giyerek, dışarıdaki soğuğa, kara aldırmayarak gittim Terasbar’a. İlk defa orada görmüştüm seni. Daha önce hiç duymadığım o şarkıyı senin sesinden dinlemiştim. Ve en sevdiğim şarkıyı bulmuştum artık. Eller günahkâr...dı. Ben de günahkârdım. “Şerefe!” diyerek devirdiğim rakı bardaklarımdan anladım bunu. “Şerefe!” denilerek devrilen bardakların mekânına gittim bu gece. Terasbar’a... Sırf seni sahnede görebilmek için gittim. Yine kızıl saçlarını savurarak yanıma geleceğini düşündüğüm için. Mümkünse “gövel ördek” türküsünü de söyle demek için... İçmeye değil inan; yüreğime yüreğini sokmak için gitmiştim. Yoktun... Ve ben kapıda durup da, “Damsız içeri giremezsiniz beyefendi!” diyerek bir genci uzaklaştırmaya çalışan Aygır Celo’nun gelmişine geçmişine, soyuna sopuna küfrederek çıktım oradan. Dudaklarımın yanağını ilk kez nemlendirdiği o yere, sahil kenarına doğru yürüdüm, yarı ayık yarı sarhoş bir şekilde... Belki gelirdin kokumu alıp da. Belki kızıl saçlarını laci gömleğimin sol cebine doğru sererdin. Belki, iki dudağımın arasına sigara yerleştirdiğimde “Dur ben yakayım.” derdin ve eklerdin: “Sonuna gelince bana ver, birkaç fırt da ben çekeyim...” Sonra başını omzuma yaslayıp karamsar laflar ederdin yine: “Biliyor musun, kendimi şu sigaraya çok benzetiyorum; içildikçe, çekildikçe azalıyor, bitiyorum...” Biliyorum, kokumu duysaydın, gözümden süzülen yaşların kırçıl sakallarımı ıslattığını bilseydin, “Şerefe!” diyerek kadeh tokuşturacağım bir kişi bile bulamadığımı görseydin, gelirdin.
İzmir meyhanelerinde ne bulduğunu merak ediyorum. İstanbul’un bu gömme taşlı sokaklarını nasıl terk ettiğini anlayamıyorum. “Benim hayatıma bir tek ben karışamıyorum!” derdin. Eminim ki, seni İzmir’e başkaları gönderdi..! Ölümsüz olmak isteyip de ölümü her saniye, her dakika, her saat, herhangi bir bedenin herhangi bir soğukluğuyla yaşamak...tın sen! Seni sevmek de, senden farksız değildi. Yanmaktı, pişmekti seni sevmek. Bunu sen de biliyordun. Ne zaman göz bebeklerimiz büyümeye başlasa, ne zaman ellerimiz terlese, ne zaman yanaklarımız kızarsa, ne zaman ellerimle gözlerine, saçlarına dokunsam kendini geriye çekerdin. “Ben bir ölüyüm!” derdin. “Kendine lâyık birini bul; ben bir ölüyüm...” Tatlı bir rüyayı yaşamak gibiydin sen. İstanbul’un kerpiç evlerini andırıyordu gözlerin. Ve ben ne zaman gözlerimle gözlerine sarılmak istesem, sen gözden kayboluyordun. Koşar adım yürüdüğüm Terkil Mahallesi’nin sokaklarındaki Arnavut kaldırımları, benim avuntu kaldırımlarım oluyordu. Tekelci Ferit’ten bin tantanayla aldığım biraları, topuklu kahverengi ayakkabılarınla bastığın o kaldırımlarda içiyordum. Babamın “ihtiyar heyeti”nden üç beş pos bıyıklı adam beni görürdü. Islahımı dilerlerdi. Ben onlara aldırış etmezdim. Hava her zaman soğuk olurdu o kaldırımlarda. Sen o sokaktan geçmiş olurdun. Karfur’un soğuk ve kilitli kapısı senin “Little Black Dress” kokunla hem-dem olurdu. Kahverengi Kafe’nin sıcak, demli çayları, rengini senin dudaklarının kırmızılığından alırdı. Ne zaman seni öpmeye kalksam, sen, “Ben ölüyüm!” derdin. Kaldırımları tekmeleyip, gözündeki yaşları silip, “Beni bu hâllere düşürenlerin Allah belasını versin!” deyip kaçıyordun benden. Koşuyordun. Koşarken sövüyordun. Sen söverken ben de sövüyordum. Ben parasızlığıma sövüyordum. Ah ulan, ah ulan cebimde bi fıçı biralık para yerine bi yetmişliğe yetecek kadar para olsaydı! Seni o kunduzların uğradığı, aygırların kolladığı meyhaneden kurtarabilseydim. Seni bir artı bir olan evime götürebilseydim. Evime götürüp, sobamın kenarında seni seyredebilseydim. Hayatım, sevgilim, diyebilseydim sana..! Olmuyordu. Olmuyordu ve ben de yevmiyemi geç veren Ayı Emrah’ın ecdadına küfrediyordum!
Param olmadığı için Malbora yerine Lark içiyorum şimdi. Karfur’un önünden geçtim az önce. Gömme taşlı sokakların, kerpiç evlerin bulunduğu Terkil Mahallesi’nden aldığım boynu bükük, gariban içeceğimle günahkârlığımı bir kez daha gösteriyorum salonumdaki masama. Şimdi Tire’de mi, Bornova’da mı yoksa Buca’da mı sahne alıp “Masum değiliz, hiçbirimiz.” diyorsun bilemiyorum. Ve ben bu yüzden bütün İzmir’e küfredip bütün İzmir’i senin bana hediye ettiğin Zippo çakmakla ateşe verip yakmak istiyorum..!
MUHAMMED MANAP
YORUMLAR
Bazı insanların edebiyatla doğduğunu düşünüyorum özellikle sizin yazılarınızı okurken. Duygusu yoğun bir yazıydı. Kutlarım. Selamlar.